IRMA?IN GETİRDİ?İ / Kevser DOYURUM
Daktilonun tuşlarından hüzün dolu sesler geliyordu... Durdu, düşündü, "Başıma ne geldiyse şu doymayan nefis yüzünden geldi" diye mırıldandı. Dışarda akşam oluyordu, içerisi ise hep akşamdı zaten. Ihlamur dalları öyle nazik, öyle ince, öyle sessiz sallanıyordu ki; bu sadelik, "Bu incelik, bu sessizlik benim en çok aradığım şey" dedi içinden. Masanın üzerindeki açık yeşil renkli küçük randevu kartına baktı. 28 Ekim 2002. Saat: 9:30. Doktora ne anlatacaktı acaba? Ellerinin titrediğini, dilinin sürçtüğünü, rahat konuşamadığını, yalnızlığı sevdiğini, bir gazeteye yazı yazdığını falan filan. Onun da hikayesi böyleydi.
Aslında hepimizin bir hikayesi var, herkes dinlenmeye, belki hak verilmeye, belki karşı çıkılmaya değer. Her insan değer verilmeye değer. Hatta en çok kızdığın fırsat bulsan öfkeni haykıracağın, kin tutmamak için kendini zorladığın insan, aslında dinlenilmeye değer. Çünkü dinlemezsen anlayamazsın, anlamazsan düzeltemezsin. Sabırla dinlersen aşabilirsin zorlukları, kötülükleri ve anlaşmazlıkları. Diyelim ki çok kızdığımız bir insan var, farkında değil lâkin hemen her türlü nefsî hastalığı kendinde taşıyor. Önce samimi olarak ilgilenmeli ve en önemlisi onun iyiliği için konuştuğumuzu anlatabilmeliyiz. Kendi nefsimizi nasıl alt edebiliyorsak karşımızdakinin kötü huylarını da iyilikle alt edebilmemiz gerekli. Yoksa nasıl olgun insan oluruz?
İnsanoğlu bilgelik taslamaya ne de meraklı. Gerçek İnsan-ı Kâmiller olmasaydı bilgelik düşkünleri doğru yolu bulamazdı. İşte bu yüzden İnsan-ı Kâmillere, onların sözlerine, himmetlerine, gayretlerine muhtacız.
Açık yeşil randevu kartını eline aldı. Üzerinde bir adres yazıyordu. Acaba bu adres gitmesi gereken doğru adres miydi? Acaba bir asistan doktor, önerdiği ilaçlarla onun sorunlarını çözebilir miydi? Bütün bu görüşmeler, ilaçlar, randevu kartları kâmil insan olma yolunda çekilen sıkıntılar değil miydi?
Aslında onun aradığı, bir İnsan-ı Kâmilin ilgisiydi. Merdivenleri zorlukla çıkıyor bir mumun az ama sürekli ışığına ihtiyaç duyuyordu. Âh ne aradığımızı bir bilebilseydik.
Daktilonun tuşlarından hüzün dolu sesler geliyordu... Durdu, düşündü, "Başıma ne geldiyse şu doymayan nefis yüzünden geldi" diye mırıldandı. Dışarda akşam oluyordu, içerisi ise hep akşamdı zaten. Ihlamur dalları öyle nazik, öyle ince, öyle sessiz sallanıyordu ki; bu sadelik, "Bu incelik, bu sessizlik benim en çok aradığım şey" dedi içinden. Masanın üzerindeki açık yeşil renkli küçük randevu kartına baktı. 28 Ekim 2002. Saat: 9:30. Doktora ne anlatacaktı acaba? Ellerinin titrediğini, dilinin sürçtüğünü, rahat konuşamadığını, yalnızlığı sevdiğini, bir gazeteye yazı yazdığını falan filan. Onun da hikayesi böyleydi.
Aslında hepimizin bir hikayesi var, herkes dinlenmeye, belki hak verilmeye, belki karşı çıkılmaya değer. Her insan değer verilmeye değer. Hatta en çok kızdığın fırsat bulsan öfkeni haykıracağın, kin tutmamak için kendini zorladığın insan, aslında dinlenilmeye değer. Çünkü dinlemezsen anlayamazsın, anlamazsan düzeltemezsin. Sabırla dinlersen aşabilirsin zorlukları, kötülükleri ve anlaşmazlıkları. Diyelim ki çok kızdığımız bir insan var, farkında değil lâkin hemen her türlü nefsî hastalığı kendinde taşıyor. Önce samimi olarak ilgilenmeli ve en önemlisi onun iyiliği için konuştuğumuzu anlatabilmeliyiz. Kendi nefsimizi nasıl alt edebiliyorsak karşımızdakinin kötü huylarını da iyilikle alt edebilmemiz gerekli. Yoksa nasıl olgun insan oluruz?
İnsanoğlu bilgelik taslamaya ne de meraklı. Gerçek İnsan-ı Kâmiller olmasaydı bilgelik düşkünleri doğru yolu bulamazdı. İşte bu yüzden İnsan-ı Kâmillere, onların sözlerine, himmetlerine, gayretlerine muhtacız.
Açık yeşil randevu kartını eline aldı. Üzerinde bir adres yazıyordu. Acaba bu adres gitmesi gereken doğru adres miydi? Acaba bir asistan doktor, önerdiği ilaçlarla onun sorunlarını çözebilir miydi? Bütün bu görüşmeler, ilaçlar, randevu kartları kâmil insan olma yolunda çekilen sıkıntılar değil miydi?
Aslında onun aradığı, bir İnsan-ı Kâmilin ilgisiydi. Merdivenleri zorlukla çıkıyor bir mumun az ama sürekli ışığına ihtiyaç duyuyordu. Âh ne aradığımızı bir bilebilseydik.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.