Manevi sahada vesilenin ve dolayısı ile evliyanın ve kerametin inkâr edildiği bir dönemde icra edilen Şeb-i Aruz törenleri, bu manevi terbiyeyi reddedenlere Hz. Mevlana’nın hayatının hatırlatılması için güzel bir örnektir.
Zira "Kuran’ın bendesiyim" diyen hakikat kölesi, "ölmeden evvel ölünüz gerçeği"nde öteleri seyreden kâmil insan, herkesi hiçbir fark gözetmeden dergâha davet eden bu büyük mana erinin geldiği nokta, manevi terbiyeler ve öğreticiler ile gerçekleşmiştir.
Hz. Mevlana’nın hayatında üç büyük irşad ehlinin olduğunu görürüz.
İlki, çocukluk ve delikanlılık dönemlerinin yanında geçtiği kendi öz babası Sultan’ul Ulema Bahaeddin Veled Hazretleri; ikincisi nefis tezkiyesinde onu çok ciddi bir gönül adamı yapacak, nefis merdivenlerinden yükselmesi için engin bir çileye sokacak olan büyük insan Seyyid Burhaneddin Hazretleri ve üçüncüsü aşk ülkesindeki vuslat kapısı Şems'dir.
Seyyid Burhaneddin Hazretleri, babası Bahaddin Veled’in metoduna göre, devamlı oruç ibadeti ile Hz. Mevlana’nın nefsini tezkiye ettirmiştir.
Ona göre arifin kalbindeki marifet nurunun ortaya çıkıp parlayabilmesi için “açlık” şarttır.
Mevlana o kadar yükselmiştir ki, Konya’dan ayrılıp Kayseri’ye yerleşmek isteyen Seyyid Burhaneddin’e gönül etmiş ve attan düşerek ayağının kırılmasına sebep olmuştur.
Seyyid Burhaneddin Hazretleri de, "Mevlana bizi göndermiyor" diyerek geri dönmüştür.
Ne var ki, Kayseri’ye gitmeye kararlı olan Hazret, bir süre sonra "Bir postta iki aslan oturmaz" diyerek Konya’yı terk edecektir.
Mevlana’nın bundan sonra Şems-i Tebrizi ile karşılaşıncaya kadar hayatı medresede ders vermek, halkı ikaz ve irşad ile geçmiştir. Günlerden mananın bahar, maddenin sonbahar mevsimini yaşadığı bir gündü. Konya’ya alışılmamış tipte meczup bir veli geldi.
Adı Şems-i Tebrizi idi. Kainâtın her zerresinde, mahlukatın her cinsinde, duran ve hareket eden her maddede Allah’ın tecellisini gören bu zat o kadar kendinden geçmişti ki, nazar ettiği her noktanın yanmaması mümkün değildi.
Ve nihayet beklenilen an gelmiş, Mevlana medresesinden çıkmıştı. Kendine doğru ilerleyip, atını yularını tutan o ulu kişi, kendisi kadar güzel soru soruyordu bu mana erine.
"Söyler misin bana, ‘seni tanıdım’ diyen Beyazıd-ı Bestami mi büyük, yoksa "ya Rabbi seni layıkı ile tanıyamadım" diyen Hz. Muhammed mi?"
Hz. Mevlana bu tatlı ve ağır soruyu bir mana padişahı olduğunu ifade edercesine şöyle cevaplandırdı: "Hiç şüphesiz, seni layıkıyla tanıyamadım diyen Hz. Muhammed (sav), ‘seni tanıdım’ diyen Beyazıd’dan çok büyüktür."
Şems, bu tecelli karşısında bir sayha atarak kendinden geçer. Bundan sonra iki ezeli dost, kimin kime hoca olduğu belli olmayacak tarzda vahdet şerbetini içmeye başlar.
Tasavvufta teslimiyetin de en güzel örneklerinden biridir, Mevlana ile Şems’in hali... Maddede her şeyini ona vermesi ve onun yoluna baş koyması, manada ise varlığının her zerresinde onu görmesi demektir.
Öğrencinin öğretmenine teslimiyetinin neticesinde öğreticiye karşı sonsuz bir muhabbet devri açılır. Hz. Mevlana ile Şems arasında da bu muhabbeti çok açık olarak görebiliyoruz.
Şems’in ölümünden sonra Hz. Mevlana, “Şems Konya’ya geldi” diyenleri altınla taltif etmiş, niye böyle yapıyorsunuz diyenlere, onlar bana kimden bahsediyor, en çok sevdiğimden. Yalan haberlerine bu kadar bahşiş verdim, eğer dedikleri gerçek olsa canımı verirdim" diyecektir.
Konya’daki buluşmadan sonra naz ve niyaz halindeki bu iki mana sultanı, her gün ayrı bir Hak tecellisi ile karşılaşmalarına rağmen, vuslatta firkat şart olduğu için, Şems’in Konya’yı terk etmesi gerekiyordu.
Tebrizli Şems, Konya’da haklarında çıkan dedikoduları da bahane ederek, gönlünü Mevlana’ya bırakmış, maddesi ile başka diyarlara uçmuştur.
Daha sonra, öğretmeni Şems’in Şam’da olduğunu öğrenen Mevlana oğlu Sultan Veled’i hediyeler ile beraber Şam’a göndermiştir.
Sultan Veled’in Şems Hazretlerine, "Efendimiz, sizi en az sizin kadar seven babam Mevlana sizi Konya’ya davet ediyor" diyerek, Şems’i Konya’ya geri getirmiştir.
Konya’da tekrar başlayan günler, iki ezeli dostu daha da bağlayacaktır.
Artık Mevlana’nın kemali için her türlü zemin hazırlanmıştır. Mevlana’nın kemale ermesine vesile olan Şems, Mevlana Hazretleri ile derin vahdet sohbetinde iken bir gece medresenin etrafı sarılmış, onları vahşet planları ile deni âleme çekmişlerdir.
Kapı çalınır ve Şems istenir, gece karanlığında kapıyı açarak karanlığa karışan Şems, bir sayha atarak ortadan kaybolur. Yerde birkaç damla kana rastlanılır. Rivayetler şehit olduğu yönündedir.
Şems’in öldüğünü bildiği halde, onu aramak için Şam’a giden Mevlana’nın hali, oğlu Sultan Veled’in ifadesi ile "Şam’a bir keklik gibi giden Hz. Mevlana’nın Konya’ya alıcı bir doğan gibi dönmesine vesiledir. Eğer Şems’i Şam’da bulsa idi, bu Mevlana için bir kayıp olurdu, şimdi ise coşkun ve cezbeliydi. Katre idi, coşup deniz oldu. Aradığı kendinde göründü. Aşk denizi olup, köpürüp, dalgalandı.”
Mevlana’nın bundan sonra ki irşad döneminde kuyumcu Selahaddin isminde büyük bir veliye rastlıyoruz. Diğer yetiştirdikleri arasında oğlu Sultan Veled, Emir Süleyman, Çelebi Hüsamettin gibi büyük zevatın olduğunu da görüyoruz.
"Biz geceleri ta sabaha kadar sevda dalgaları arasında bocalar dururuz. İstersen gel bağışla bizi, istersen gel cefa et bize" diyen aşk ummanı, büyük veli Mevlana’nın bu hale gelmesi, vuslata ermesi işte bu büyük öğreticiler ile geçirdiği manevi terbiye ile gerçekleşmiştir.
Maddi sahadaki vesileyi kabul eden ama maneviyattaki ilerlemeye vesile olacak öğreticiyi, kâmil insanı reddeden batıl kafaların bu hakikati görmesine vesile olacak Hz. Mevlana’yı, Hakk’a yürüdüğü bu günlerde rahmetle anıyoruz. Allah ümmeti şefaatinden mahrum etmesin.
Zira "Kuran’ın bendesiyim" diyen hakikat kölesi, "ölmeden evvel ölünüz gerçeği"nde öteleri seyreden kâmil insan, herkesi hiçbir fark gözetmeden dergâha davet eden bu büyük mana erinin geldiği nokta, manevi terbiyeler ve öğreticiler ile gerçekleşmiştir.
Hz. Mevlana’nın hayatında üç büyük irşad ehlinin olduğunu görürüz.
İlki, çocukluk ve delikanlılık dönemlerinin yanında geçtiği kendi öz babası Sultan’ul Ulema Bahaeddin Veled Hazretleri; ikincisi nefis tezkiyesinde onu çok ciddi bir gönül adamı yapacak, nefis merdivenlerinden yükselmesi için engin bir çileye sokacak olan büyük insan Seyyid Burhaneddin Hazretleri ve üçüncüsü aşk ülkesindeki vuslat kapısı Şems'dir.
Seyyid Burhaneddin Hazretleri, babası Bahaddin Veled’in metoduna göre, devamlı oruç ibadeti ile Hz. Mevlana’nın nefsini tezkiye ettirmiştir.
Ona göre arifin kalbindeki marifet nurunun ortaya çıkıp parlayabilmesi için “açlık” şarttır.
Mevlana o kadar yükselmiştir ki, Konya’dan ayrılıp Kayseri’ye yerleşmek isteyen Seyyid Burhaneddin’e gönül etmiş ve attan düşerek ayağının kırılmasına sebep olmuştur.
Seyyid Burhaneddin Hazretleri de, "Mevlana bizi göndermiyor" diyerek geri dönmüştür.
Ne var ki, Kayseri’ye gitmeye kararlı olan Hazret, bir süre sonra "Bir postta iki aslan oturmaz" diyerek Konya’yı terk edecektir.
Mevlana’nın bundan sonra Şems-i Tebrizi ile karşılaşıncaya kadar hayatı medresede ders vermek, halkı ikaz ve irşad ile geçmiştir. Günlerden mananın bahar, maddenin sonbahar mevsimini yaşadığı bir gündü. Konya’ya alışılmamış tipte meczup bir veli geldi.
Adı Şems-i Tebrizi idi. Kainâtın her zerresinde, mahlukatın her cinsinde, duran ve hareket eden her maddede Allah’ın tecellisini gören bu zat o kadar kendinden geçmişti ki, nazar ettiği her noktanın yanmaması mümkün değildi.
Ve nihayet beklenilen an gelmiş, Mevlana medresesinden çıkmıştı. Kendine doğru ilerleyip, atını yularını tutan o ulu kişi, kendisi kadar güzel soru soruyordu bu mana erine.
"Söyler misin bana, ‘seni tanıdım’ diyen Beyazıd-ı Bestami mi büyük, yoksa "ya Rabbi seni layıkı ile tanıyamadım" diyen Hz. Muhammed mi?"
Hz. Mevlana bu tatlı ve ağır soruyu bir mana padişahı olduğunu ifade edercesine şöyle cevaplandırdı: "Hiç şüphesiz, seni layıkıyla tanıyamadım diyen Hz. Muhammed (sav), ‘seni tanıdım’ diyen Beyazıd’dan çok büyüktür."
Şems, bu tecelli karşısında bir sayha atarak kendinden geçer. Bundan sonra iki ezeli dost, kimin kime hoca olduğu belli olmayacak tarzda vahdet şerbetini içmeye başlar.
Tasavvufta teslimiyetin de en güzel örneklerinden biridir, Mevlana ile Şems’in hali... Maddede her şeyini ona vermesi ve onun yoluna baş koyması, manada ise varlığının her zerresinde onu görmesi demektir.
Öğrencinin öğretmenine teslimiyetinin neticesinde öğreticiye karşı sonsuz bir muhabbet devri açılır. Hz. Mevlana ile Şems arasında da bu muhabbeti çok açık olarak görebiliyoruz.
Şems’in ölümünden sonra Hz. Mevlana, “Şems Konya’ya geldi” diyenleri altınla taltif etmiş, niye böyle yapıyorsunuz diyenlere, onlar bana kimden bahsediyor, en çok sevdiğimden. Yalan haberlerine bu kadar bahşiş verdim, eğer dedikleri gerçek olsa canımı verirdim" diyecektir.
Konya’daki buluşmadan sonra naz ve niyaz halindeki bu iki mana sultanı, her gün ayrı bir Hak tecellisi ile karşılaşmalarına rağmen, vuslatta firkat şart olduğu için, Şems’in Konya’yı terk etmesi gerekiyordu.
Tebrizli Şems, Konya’da haklarında çıkan dedikoduları da bahane ederek, gönlünü Mevlana’ya bırakmış, maddesi ile başka diyarlara uçmuştur.
Daha sonra, öğretmeni Şems’in Şam’da olduğunu öğrenen Mevlana oğlu Sultan Veled’i hediyeler ile beraber Şam’a göndermiştir.
Sultan Veled’in Şems Hazretlerine, "Efendimiz, sizi en az sizin kadar seven babam Mevlana sizi Konya’ya davet ediyor" diyerek, Şems’i Konya’ya geri getirmiştir.
Konya’da tekrar başlayan günler, iki ezeli dostu daha da bağlayacaktır.
Artık Mevlana’nın kemali için her türlü zemin hazırlanmıştır. Mevlana’nın kemale ermesine vesile olan Şems, Mevlana Hazretleri ile derin vahdet sohbetinde iken bir gece medresenin etrafı sarılmış, onları vahşet planları ile deni âleme çekmişlerdir.
Kapı çalınır ve Şems istenir, gece karanlığında kapıyı açarak karanlığa karışan Şems, bir sayha atarak ortadan kaybolur. Yerde birkaç damla kana rastlanılır. Rivayetler şehit olduğu yönündedir.
Şems’in öldüğünü bildiği halde, onu aramak için Şam’a giden Mevlana’nın hali, oğlu Sultan Veled’in ifadesi ile "Şam’a bir keklik gibi giden Hz. Mevlana’nın Konya’ya alıcı bir doğan gibi dönmesine vesiledir. Eğer Şems’i Şam’da bulsa idi, bu Mevlana için bir kayıp olurdu, şimdi ise coşkun ve cezbeliydi. Katre idi, coşup deniz oldu. Aradığı kendinde göründü. Aşk denizi olup, köpürüp, dalgalandı.”
Mevlana’nın bundan sonra ki irşad döneminde kuyumcu Selahaddin isminde büyük bir veliye rastlıyoruz. Diğer yetiştirdikleri arasında oğlu Sultan Veled, Emir Süleyman, Çelebi Hüsamettin gibi büyük zevatın olduğunu da görüyoruz.
"Biz geceleri ta sabaha kadar sevda dalgaları arasında bocalar dururuz. İstersen gel bağışla bizi, istersen gel cefa et bize" diyen aşk ummanı, büyük veli Mevlana’nın bu hale gelmesi, vuslata ermesi işte bu büyük öğreticiler ile geçirdiği manevi terbiye ile gerçekleşmiştir.
Maddi sahadaki vesileyi kabul eden ama maneviyattaki ilerlemeye vesile olacak öğreticiyi, kâmil insanı reddeden batıl kafaların bu hakikati görmesine vesile olacak Hz. Mevlana’yı, Hakk’a yürüdüğü bu günlerde rahmetle anıyoruz. Allah ümmeti şefaatinden mahrum etmesin.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- Hakların verilemeyeceği bir 1 Mayıs daha / 01.05.2025
- Bugün olması gereken de aynı birliktir / 30.04.2025
- Türk Baharı aslında çoktan başlamıştı / 29.04.2025
- Bağımsızlık bir milletin can damarıdır / 28.04.2025
- Türkiye ve NATO / 27.04.2025
- Ortadoğu'da güç savaşları / 26.04.2025
- Bahçeli'nin ve yeni MHP'nin gerçekleri / 25.04.2025
- Ermenilere yapmadığımız soykırımı bırakın da... / 24.04.2025
- Milli iradenin yıldönümü / 23.04.2025
- Atatürk'ün soyağacı / 22.04.2025
- Bugün olması gereken de aynı birliktir / 30.04.2025
- Türk Baharı aslında çoktan başlamıştı / 29.04.2025
- Bağımsızlık bir milletin can damarıdır / 28.04.2025
- Türkiye ve NATO / 27.04.2025
- Ortadoğu'da güç savaşları / 26.04.2025
- Bahçeli'nin ve yeni MHP'nin gerçekleri / 25.04.2025
- Ermenilere yapmadığımız soykırımı bırakın da... / 24.04.2025
- Milli iradenin yıldönümü / 23.04.2025
- Atatürk'ün soyağacı / 22.04.2025