Hz. Abdulmuttalip ya da ikinci İbrahim
Hz. Abdülmuttalib efendimiz Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.a)’nin dedesidir
14.12.2024 07:20:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Hz. Abdülmuttalib efendimiz Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.a)'nin dedesidir. Altı yaşındayken annesi Hakka yürüyen Hz. Muhammed'e sekiz yaşına kadar bakmış ve ölmeden önce emaneti, oğlu Ebu Talib'e devretmiştir.
Künyesi Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdülmenaf bin Kuseyy şeklindedir.
Mekke'nin lideri olarak, Kâbe'nin anahtarını elinde bulunduran ve hizmetkârı olan Hz. Abdulmuttalib efendimiz Hanif dini üzere idi.
Hz. Peygamber efendimizin pak soyu günahtan nasibini almamış tertemiz ve seçilmiş insanlardan oluşuyordu. Kur'an'da Fil Suresi'nde geçen Fil Vakası'nda Kâbe'yi yıkmaya gelen Habeş kralı Ebrehe'ye Hz. Abdulmuttalib'in tarihi cevabı çok yerinde, manidar ve buram buram iman kokmaktadır.
Ebrehe Mekke'ye yaklaştığı zaman süvari birliğini teftiş için gönderir. Süvari birliği yolda önüne ne çıkarsa toplayıp Ebrehe'ye getirir. Bu gasp edilen mallar arasında Hz. Peygamber (s.a.a)'ın dedesine ait 100 adet deve vardır.
Ebrehe Kâbe'ye tam yaklaştığı bir sıra elçisini Abdulmuttalib'e göndererek, niyetlerinin kan dökmek olmadığını, sadece Kâbe'yi yıkmak istediğini bunun için de bir zorluk çıkarılmamasını ister.
Onun Kâbe'nin yıkılmaması için ricada bulunmak yerine yalnız develerini istemesini garipseyen Ebrehe'nin gözü o kadar dönmüştü ki, gasp edilen develerini geri istemeye gelen Abdülmuttalib'e şaşarak: Ben Kâbe'yi yıkmaya geldim. Sen ise develerini düşünüyorsun der.
Abdülmuttalib ise Ebrehe'ye, kendisinin develerin sahibi olduğunu Kâbe'yi de sahibinin koruyacağını söylemekle yetinir ve develerini alarak Mekke'ye döner. Kâbe duvarına, Hacerü'l-Esved'e yüz sürüp ve ağlayarak şöyle dua eder;
"Allah'ım! Bu gün bizim, senin mukaddes beytini koruyacak gücümüz yok! İbrahim'in hürmetine, sen, bu çapulcu sürüsünden beytini, hizmetini, himmetini, gayretini koru!"
Duasının ardından Mekke'deki fakir halka sadaka verir ve halka şehrin dışına çıkmalarını, dağlara ve vadilere çekilmelerini emreder.
Ertesi gün Ebrehe ordusuna hücum emri verir. Fakat kaynaklara göre, askerin önünde bulunan fil Mekke'ye doğru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran Ebâbîl kuşları tarafından kurt yemiş yaprağa çevrilir.
Böylece planları boşa çıkan ve ordusu perişan olan Ebrehe kendisi gibi kurtulabilen askerleriyle birlikte Yemen'e dönmek zorunda kaldır ve kısa bir süre sonra da geberir.
Kureyş'in reisi Hz. Abdûlmuttâlib efendimiz; sabırlı, akıllı, anlayışlı, heybetli, mert ve cömert idi. Yoksul insanların karınlarını doyurmaktan büyük zevk alırdı. Bu cömertliğini ve bu yardımseverliğini hayvanlardan bile esirgemezdi. Dağ başlarında aç susuz kalan kurdu kuşu da düşünürdü. Cömertliğinden dolayı ona "Şeybetü'l-Hamd" lakabını verilmiştir.
Câhiliyye karanlıkları arasında aydınlık yoldan ayrılmayan bahtiyarlardan biri idi. Câhiliyye devrinin çirkin âdetlerinden uzak durduğu gibi, başkalarını da bunları yapmaktan men ederdi. O zamanın zalim bir âdeti olan kız çocuklarını diri diri gömmekten halkı sakındırırdı. Mekke'de zulme, haksızlığa bütün gücüyle meydan vermemeye çalışırdı.
Misafir ağırlamaktan da büyük haz duyardı. Akrabalarıyla yakından ilgilenir, onlara şefkat ve merhamet gösterirdi. Bu büyük vasfı sebebiyle Kureyşliler ona "İkinci İbrahim" derlerdi.
Ramazan ayı girince Hira mağarasında inzivaya çekilip ibâdetle meşgul olurdu. Bunu ilk defa âdet edinen de kendisi idi.
Abdulmuttalib'in torunu Muhammed'e sonsuz sevgisi
Hz. Abdûlmuttâlib, etrafa nur saçan torununu canı gibi seviyor, şefkatli kanatları arasında onu nazlı bir yavru gibi barındırıyordu. Onsuz hiçbir yere gitmek istemiyordu.
Bu yaşında bile Peygamber Efendimizin davranışları, kâmil bir insanın hareket ve davranışlarından farksızdı. Gittiği her yerde bu fevkalâde durumu herkes tarafından derhâl fark ediliyordu.
Hatta zaman zaman toplantılarda ve sohbetlerde sorulan sorulara Abdûlmuttâlib, onunla istişare ettikten sonra cevap veriyordu. Peygamberimiz, o yaşında yaşlı dedesinin âdeta samimî bir arkadaşı, içten dert ortağı ve emin bir müsteşarı idi.
Bütün bunlara rağmen o, dedesine karşı hürmetinde asla kusur etmiyordu. Hz. Abdûlmuttâlib, vefatına kadar nur torununu adeta bir gölge gibi takip etmekten de hiç geri kalmıyordu.
Kuraklık yüzünden Mekke ve etrafı dehşetli bir sıkıntı ve kıtlık içinde kıvranıp duruyordu. Abdûlmuttâlib, minik torunu Efendimizi yanına alarak, oğlu Ebû Tâlib'le birlikte Ebû Kubeys Dağına çıkardı. Onları peşi sıra da Kureyşliler izlerdi.
Abdûlmuttâlib, yüzünü Kabe'ye çevirip Peygamber Efendimizi üç sefer gökyüzüne doğru kaldırarak, "Allah'ım!.. Bu çocuk hakkı için, bizi bereketli bir yağmurla sevindir" diye yalvarırdı.
Kâinatın Efendisinin yüzü suyu hürmetine yapılan dua kabul olup, anında yağmur damlalarıyla halkın ve Kureyş eşrafının sevinç gözyaşları birbirine karışırdı…
Abdulmuttalib'in vefatı
Yaşı epeyce ilerlemiş bulunan Abdûlmuttâlib efendimiz son anlarında sevgili Peygamberimizi teslim edecek emin bir kişi olarak evladı Ebû Tâlib'i seçmiş ve Muhammed'i (s.a.a.) ona teslim etmişti. Abdûlmuttâlib, onun da görüşünü almayı ihmâl etmedi. "Amcalarından hangisinin himayesine girmek istersin?" diye sordu.
Sevgili Peygamberimiz, dedesinin sorusuna haliyle cevap verdi. Yerinden kalkarak amcası Ebû Tâlib'in boynuna sarıldı. O, babasıyla anne baba bir kardeş olan amcasının himayesini kabul ettiğini, böylece ifade etmiş oluyordu.
Abdûlmuttâlib de, tercihinde isabet ettiğine sevindi. Sonra Ebû Tâlib'e dönerek, "Onu sana emanet ediyorum! O, İlâhî bir emanettir. Onu her şeye rağmen, can, baş pahasına da olsa koruyacağına dair bana açıkça söz ver ki, gözlerim arkada kalmadan gönlüm rahat etsin." dedi.
Abdûlmuttâlib efendimiz gözlerini 80 yaşını aşkın bir ihtiyar olarak kapadı. Fil vakasından sekiz sene sonra Mekke çarşısı, Abdûlmuttâlib'in vefatı dolayısıyla günlerce kapalı tutuldu. Kureyşliler, sevdikleri ve hürmet ettikleri bu zatın ölümü dolayısıyla günlerce yas tuttular, cenazesini el üstünde dolaştırdılar. Sonra Hacun (Cennet-i Mualla) kabristanına dedesi Kusay'ın yanına gömdüler.
Sevgili Peygamberimiz, dedesini kaybetmekten derin üzüntüler içindeydi. Çünkü bu kaybediş ona baba ve annesinin de ebedî âleme göçünü hatırlatıyordu…
Seneler sonra bir gün kendilerine, dedesinin ölümünü hatırlayıp hatırlamadığı sorulduğunda, "Evet, hatırlıyorum! Ben, o sırada sekiz yaşında bulunuyordum" cevabını vermişlerdi.
Allah şefaatlerinden mahrum eylemesin. Yazımızın sonunda bir hatırlatma yapmadan geçmeyelim. Hacca veya Umre'ye gittiğinizde yapmanız gereken ilk iş; Kâbe'nin anahtarının sahibi, hadimi, koruyucusu ve hizmetçisi olan Abdulmuttalib efendimizin kabrine gidip izin ve müsaadeden sonra ibadetlere başlayınız… İnanın farklı lezzetler tadacaksınız…
Son söz Abdulmuttalib efendimizin olsun: "Biz, Allah'ın dokunulmaz kıldığı memleketin halkı, Beytullah'ın hizmetkârıyız!" Adem Birinci
Künyesi Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdülmenaf bin Kuseyy şeklindedir.
Mekke'nin lideri olarak, Kâbe'nin anahtarını elinde bulunduran ve hizmetkârı olan Hz. Abdulmuttalib efendimiz Hanif dini üzere idi.
Hz. Peygamber efendimizin pak soyu günahtan nasibini almamış tertemiz ve seçilmiş insanlardan oluşuyordu. Kur'an'da Fil Suresi'nde geçen Fil Vakası'nda Kâbe'yi yıkmaya gelen Habeş kralı Ebrehe'ye Hz. Abdulmuttalib'in tarihi cevabı çok yerinde, manidar ve buram buram iman kokmaktadır.
Ebrehe Mekke'ye yaklaştığı zaman süvari birliğini teftiş için gönderir. Süvari birliği yolda önüne ne çıkarsa toplayıp Ebrehe'ye getirir. Bu gasp edilen mallar arasında Hz. Peygamber (s.a.a)'ın dedesine ait 100 adet deve vardır.
Ebrehe Kâbe'ye tam yaklaştığı bir sıra elçisini Abdulmuttalib'e göndererek, niyetlerinin kan dökmek olmadığını, sadece Kâbe'yi yıkmak istediğini bunun için de bir zorluk çıkarılmamasını ister.
Onun Kâbe'nin yıkılmaması için ricada bulunmak yerine yalnız develerini istemesini garipseyen Ebrehe'nin gözü o kadar dönmüştü ki, gasp edilen develerini geri istemeye gelen Abdülmuttalib'e şaşarak: Ben Kâbe'yi yıkmaya geldim. Sen ise develerini düşünüyorsun der.
Abdülmuttalib ise Ebrehe'ye, kendisinin develerin sahibi olduğunu Kâbe'yi de sahibinin koruyacağını söylemekle yetinir ve develerini alarak Mekke'ye döner. Kâbe duvarına, Hacerü'l-Esved'e yüz sürüp ve ağlayarak şöyle dua eder;
"Allah'ım! Bu gün bizim, senin mukaddes beytini koruyacak gücümüz yok! İbrahim'in hürmetine, sen, bu çapulcu sürüsünden beytini, hizmetini, himmetini, gayretini koru!"
Duasının ardından Mekke'deki fakir halka sadaka verir ve halka şehrin dışına çıkmalarını, dağlara ve vadilere çekilmelerini emreder.
Ertesi gün Ebrehe ordusuna hücum emri verir. Fakat kaynaklara göre, askerin önünde bulunan fil Mekke'ye doğru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran Ebâbîl kuşları tarafından kurt yemiş yaprağa çevrilir.
Böylece planları boşa çıkan ve ordusu perişan olan Ebrehe kendisi gibi kurtulabilen askerleriyle birlikte Yemen'e dönmek zorunda kaldır ve kısa bir süre sonra da geberir.
Kureyş'in reisi Hz. Abdûlmuttâlib efendimiz; sabırlı, akıllı, anlayışlı, heybetli, mert ve cömert idi. Yoksul insanların karınlarını doyurmaktan büyük zevk alırdı. Bu cömertliğini ve bu yardımseverliğini hayvanlardan bile esirgemezdi. Dağ başlarında aç susuz kalan kurdu kuşu da düşünürdü. Cömertliğinden dolayı ona "Şeybetü'l-Hamd" lakabını verilmiştir.
Câhiliyye karanlıkları arasında aydınlık yoldan ayrılmayan bahtiyarlardan biri idi. Câhiliyye devrinin çirkin âdetlerinden uzak durduğu gibi, başkalarını da bunları yapmaktan men ederdi. O zamanın zalim bir âdeti olan kız çocuklarını diri diri gömmekten halkı sakındırırdı. Mekke'de zulme, haksızlığa bütün gücüyle meydan vermemeye çalışırdı.
Misafir ağırlamaktan da büyük haz duyardı. Akrabalarıyla yakından ilgilenir, onlara şefkat ve merhamet gösterirdi. Bu büyük vasfı sebebiyle Kureyşliler ona "İkinci İbrahim" derlerdi.
Ramazan ayı girince Hira mağarasında inzivaya çekilip ibâdetle meşgul olurdu. Bunu ilk defa âdet edinen de kendisi idi.
Abdulmuttalib'in torunu Muhammed'e sonsuz sevgisi
Hz. Abdûlmuttâlib, etrafa nur saçan torununu canı gibi seviyor, şefkatli kanatları arasında onu nazlı bir yavru gibi barındırıyordu. Onsuz hiçbir yere gitmek istemiyordu.
Bu yaşında bile Peygamber Efendimizin davranışları, kâmil bir insanın hareket ve davranışlarından farksızdı. Gittiği her yerde bu fevkalâde durumu herkes tarafından derhâl fark ediliyordu.
Hatta zaman zaman toplantılarda ve sohbetlerde sorulan sorulara Abdûlmuttâlib, onunla istişare ettikten sonra cevap veriyordu. Peygamberimiz, o yaşında yaşlı dedesinin âdeta samimî bir arkadaşı, içten dert ortağı ve emin bir müsteşarı idi.
Bütün bunlara rağmen o, dedesine karşı hürmetinde asla kusur etmiyordu. Hz. Abdûlmuttâlib, vefatına kadar nur torununu adeta bir gölge gibi takip etmekten de hiç geri kalmıyordu.
Kuraklık yüzünden Mekke ve etrafı dehşetli bir sıkıntı ve kıtlık içinde kıvranıp duruyordu. Abdûlmuttâlib, minik torunu Efendimizi yanına alarak, oğlu Ebû Tâlib'le birlikte Ebû Kubeys Dağına çıkardı. Onları peşi sıra da Kureyşliler izlerdi.
Abdûlmuttâlib, yüzünü Kabe'ye çevirip Peygamber Efendimizi üç sefer gökyüzüne doğru kaldırarak, "Allah'ım!.. Bu çocuk hakkı için, bizi bereketli bir yağmurla sevindir" diye yalvarırdı.
Kâinatın Efendisinin yüzü suyu hürmetine yapılan dua kabul olup, anında yağmur damlalarıyla halkın ve Kureyş eşrafının sevinç gözyaşları birbirine karışırdı…
Abdulmuttalib'in vefatı
Yaşı epeyce ilerlemiş bulunan Abdûlmuttâlib efendimiz son anlarında sevgili Peygamberimizi teslim edecek emin bir kişi olarak evladı Ebû Tâlib'i seçmiş ve Muhammed'i (s.a.a.) ona teslim etmişti. Abdûlmuttâlib, onun da görüşünü almayı ihmâl etmedi. "Amcalarından hangisinin himayesine girmek istersin?" diye sordu.
Sevgili Peygamberimiz, dedesinin sorusuna haliyle cevap verdi. Yerinden kalkarak amcası Ebû Tâlib'in boynuna sarıldı. O, babasıyla anne baba bir kardeş olan amcasının himayesini kabul ettiğini, böylece ifade etmiş oluyordu.
Abdûlmuttâlib de, tercihinde isabet ettiğine sevindi. Sonra Ebû Tâlib'e dönerek, "Onu sana emanet ediyorum! O, İlâhî bir emanettir. Onu her şeye rağmen, can, baş pahasına da olsa koruyacağına dair bana açıkça söz ver ki, gözlerim arkada kalmadan gönlüm rahat etsin." dedi.
Abdûlmuttâlib efendimiz gözlerini 80 yaşını aşkın bir ihtiyar olarak kapadı. Fil vakasından sekiz sene sonra Mekke çarşısı, Abdûlmuttâlib'in vefatı dolayısıyla günlerce kapalı tutuldu. Kureyşliler, sevdikleri ve hürmet ettikleri bu zatın ölümü dolayısıyla günlerce yas tuttular, cenazesini el üstünde dolaştırdılar. Sonra Hacun (Cennet-i Mualla) kabristanına dedesi Kusay'ın yanına gömdüler.
Sevgili Peygamberimiz, dedesini kaybetmekten derin üzüntüler içindeydi. Çünkü bu kaybediş ona baba ve annesinin de ebedî âleme göçünü hatırlatıyordu…
Seneler sonra bir gün kendilerine, dedesinin ölümünü hatırlayıp hatırlamadığı sorulduğunda, "Evet, hatırlıyorum! Ben, o sırada sekiz yaşında bulunuyordum" cevabını vermişlerdi.
Allah şefaatlerinden mahrum eylemesin. Yazımızın sonunda bir hatırlatma yapmadan geçmeyelim. Hacca veya Umre'ye gittiğinizde yapmanız gereken ilk iş; Kâbe'nin anahtarının sahibi, hadimi, koruyucusu ve hizmetçisi olan Abdulmuttalib efendimizin kabrine gidip izin ve müsaadeden sonra ibadetlere başlayınız… İnanın farklı lezzetler tadacaksınız…
Son söz Abdulmuttalib efendimizin olsun: "Biz, Allah'ın dokunulmaz kıldığı memleketin halkı, Beytullah'ın hizmetkârıyız!" Adem Birinci