Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden RAHMETEN-LİL ALEMİN
Tasavvuf
Birçoklarının 'bâtınî fıkıh' dedikleri tasavvuf; gerek ilmî ve gerekse amelî yönleriyle bugün Müslümanların gündemindedir. Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifler muhteva olarak ele alındığında, üç ana konuda toplandıkları görülür. Bunlar; itikadî, amelî ve ahlâkî konulardır. Bunların hepsi itikadî olmakla beraber son ikisi, yani amelî ve ahlâkî olanlar ayrıca tatbikatı da ilgilendirir. Şöyle de denilebilir: İslâm; inanç ve tatbikattır. Ancak tatbikatın iki ana yolu vardır: Zahirî tatbikat ve batınî tatbikat. İşte bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, tasavvuf, zahirî tatbikatın yanında bâtınî tatbikatı da mecburî kılan bir yoldur ve İslâm'ın tâ kendisidir. Yani tasavvufta, İslâm'ın bütününü kabullenmek ve yaşamak sözkonusudur. Bu bakımdan; tasavvufu tartışma konusu yapmak mümkün değildir.
Tasavvuf, konu olarak; kalbin, ruhun ve nefsin hallerini ele almaktadır. Herkes tarafından bilinmektedir ki, tabiatı icabı insan; şirk, riya, kibir, hased, öfke gibi şeylerden kolay kolay kopamaz. Bu gibi kötü hallerden kurtulmak, nefsi ıslah etmek için gerekli bilgileri öğrenmek ve gereğini yapmak şarttır. Genelde birçok insanın ibadet yapmasına rağmen nefsinin kötü hallerini düzeltme çaresi aramadığından dolayıdır ki, şirkten, riyâdan, kibirden kurtulamamaktadırlar. Yaptıkları ibadetin ve kul olmanın zevkini tadamamaktadırlar.
Kulun istiğfar, tesbih, zikir ve dua gibi ibadetlerini de diğer ibadetler (namaz, oruç, hac, zekat...) gibi kendi başına değil, bu yolun rehber imamlarının koyduğu esaslar dahilinde yapması tamamen dinî bir zarurettir. Yani nasıl ki, itikadî ve amelî vazifelerimizi yapabilmek için itikadda ve amelde birer mezhebe bağlanmak gerekiyorsa, ahlâkî vazifelerimiz için de bu yolda bir meşrebe tâbi olmak gereklidir. Yukarıda belirtildiği gibi itikadî ve amelî mezhep imamlarına tâbi olmakla Resûlullah'a tâbi olmuş olanlar, manevî yolda da bir meşrebe intisâb ile Resûlullah'a olan bağlılıklarını tamamlamış olurlar. Bu yolun rehber imamları, kulu, nefs-i emmareden itibaren nefsin her mertebesinde gerekli olan eğitime tâbi tutarak kemâle erdirirler. Bu hususta kulun teslimiyeti ve gayreti büyük önem taşır.
Görüldüğü gibi, kulun bu manevî yolda da bilgisi ve tatbikatı olması gerekir. Aksi halde manevî eğitimini tamamlamamış olanlar, nefsin mahkûmiyetinden kurtulup kemâle eremezler. Kalbin, ruhun ve nefsin önemi, böyle bir manevî eğitimi zaruri kılmaktadır.
Bütün bunları özetleyecek olursak; insan, İslâm'ı bir bütün olarak yaşamalıdır. İnanıp gereğini yapmamak veya eksik yapmak, istenilen ve özlenen Müslümanı meydana getirmez. İstenilen ve özlenen Müslüman olmadıkça da maddî ve manevî çöküntülerin önüne geçilmez. Böylece, bu çöküntü bütün insanlığı enkaz haline getirir.
Çare; itikadî, amelî ve ahlâkî bütünlüğe talip olmak ve gereğini yapmaktır. Her üç hususta da Resûlullah'a ulaştıran rehber ve örnek insanlarla bir ve beraber olmaktır.
VEDâ HACCI ve HUTBESİ
(Zilhicce -10 H.; Şubat-632 M.)
İslâmiyet'in, şirki temizlemek hususundaki kat'î kararı karşısında, bütün Arap kabileleri Müslüman oldular. İslâmiyet'in nûru her tarafa yayıldı. Dîn, kemâle erdi. Artık İslâm talimatının esaslarını, İslâm ahlâkının temellerini, umumi bir kongre huzurunda büyük bir cemaate, İslâm ülkelerinin her tarafından gelen murahhaslara ilân ederek cihanı tenvir etmek gerekiyordu. Bunun için de, hac'dan daha münasip bir zaman ve mekan olamazdı. Zaten haccın en büyük hikmeti de bu idi. Hicretin 10. senesi, Zilkâde ayında Hz. Peygamberin, hacca gideceği ilân olundu. Hz. Peygamberle beraber haccetmek şerefine nail olmak isteyenler, kafile kafile yollara döküldüler. Medine'nin etrafına çadırlar kuruldu. Yüzbin kişi Medine sokaklarını dolduruyor, bunlar, din kardeşliğinin verdiği samimiyet ve heyecanla kucaklaşıyorlardı.Zilkâde ayının 25'i Cumartesi günü Hz. Peygamber, yıkandıktan sonra ihrama girmiş, öğle namazını kıldıktan sonra bu muazzam kafile ile Mekke yolunu tutmuştu. Bütün zevcelerini ve hayatta kalan tek kızı Fatıma'yı da, beraberinde hacca götürüyordu. Harem-i Şerif hududuna gelince, "Lebbeyk" sedâları yükselmeye başladı. Her taraftan yollara dökülen hacılar, etrafı doldurmuştu. Peygamberimiz "Lebbeyk" dedikçe, her taraftan bu ses yükseliyor, dağlar taşlar bu sedâ ile çınlıyordu.
Tasavvuf
Birçoklarının 'bâtınî fıkıh' dedikleri tasavvuf; gerek ilmî ve gerekse amelî yönleriyle bugün Müslümanların gündemindedir. Kur'ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerifler muhteva olarak ele alındığında, üç ana konuda toplandıkları görülür. Bunlar; itikadî, amelî ve ahlâkî konulardır. Bunların hepsi itikadî olmakla beraber son ikisi, yani amelî ve ahlâkî olanlar ayrıca tatbikatı da ilgilendirir. Şöyle de denilebilir: İslâm; inanç ve tatbikattır. Ancak tatbikatın iki ana yolu vardır: Zahirî tatbikat ve batınî tatbikat. İşte bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, tasavvuf, zahirî tatbikatın yanında bâtınî tatbikatı da mecburî kılan bir yoldur ve İslâm'ın tâ kendisidir. Yani tasavvufta, İslâm'ın bütününü kabullenmek ve yaşamak sözkonusudur. Bu bakımdan; tasavvufu tartışma konusu yapmak mümkün değildir.
Tasavvuf, konu olarak; kalbin, ruhun ve nefsin hallerini ele almaktadır. Herkes tarafından bilinmektedir ki, tabiatı icabı insan; şirk, riya, kibir, hased, öfke gibi şeylerden kolay kolay kopamaz. Bu gibi kötü hallerden kurtulmak, nefsi ıslah etmek için gerekli bilgileri öğrenmek ve gereğini yapmak şarttır. Genelde birçok insanın ibadet yapmasına rağmen nefsinin kötü hallerini düzeltme çaresi aramadığından dolayıdır ki, şirkten, riyâdan, kibirden kurtulamamaktadırlar. Yaptıkları ibadetin ve kul olmanın zevkini tadamamaktadırlar.
Kulun istiğfar, tesbih, zikir ve dua gibi ibadetlerini de diğer ibadetler (namaz, oruç, hac, zekat...) gibi kendi başına değil, bu yolun rehber imamlarının koyduğu esaslar dahilinde yapması tamamen dinî bir zarurettir. Yani nasıl ki, itikadî ve amelî vazifelerimizi yapabilmek için itikadda ve amelde birer mezhebe bağlanmak gerekiyorsa, ahlâkî vazifelerimiz için de bu yolda bir meşrebe tâbi olmak gereklidir. Yukarıda belirtildiği gibi itikadî ve amelî mezhep imamlarına tâbi olmakla Resûlullah'a tâbi olmuş olanlar, manevî yolda da bir meşrebe intisâb ile Resûlullah'a olan bağlılıklarını tamamlamış olurlar. Bu yolun rehber imamları, kulu, nefs-i emmareden itibaren nefsin her mertebesinde gerekli olan eğitime tâbi tutarak kemâle erdirirler. Bu hususta kulun teslimiyeti ve gayreti büyük önem taşır.
Görüldüğü gibi, kulun bu manevî yolda da bilgisi ve tatbikatı olması gerekir. Aksi halde manevî eğitimini tamamlamamış olanlar, nefsin mahkûmiyetinden kurtulup kemâle eremezler. Kalbin, ruhun ve nefsin önemi, böyle bir manevî eğitimi zaruri kılmaktadır.
Bütün bunları özetleyecek olursak; insan, İslâm'ı bir bütün olarak yaşamalıdır. İnanıp gereğini yapmamak veya eksik yapmak, istenilen ve özlenen Müslümanı meydana getirmez. İstenilen ve özlenen Müslüman olmadıkça da maddî ve manevî çöküntülerin önüne geçilmez. Böylece, bu çöküntü bütün insanlığı enkaz haline getirir.
Çare; itikadî, amelî ve ahlâkî bütünlüğe talip olmak ve gereğini yapmaktır. Her üç hususta da Resûlullah'a ulaştıran rehber ve örnek insanlarla bir ve beraber olmaktır.
VEDâ HACCI ve HUTBESİ
(Zilhicce -10 H.; Şubat-632 M.)
İslâmiyet'in, şirki temizlemek hususundaki kat'î kararı karşısında, bütün Arap kabileleri Müslüman oldular. İslâmiyet'in nûru her tarafa yayıldı. Dîn, kemâle erdi. Artık İslâm talimatının esaslarını, İslâm ahlâkının temellerini, umumi bir kongre huzurunda büyük bir cemaate, İslâm ülkelerinin her tarafından gelen murahhaslara ilân ederek cihanı tenvir etmek gerekiyordu. Bunun için de, hac'dan daha münasip bir zaman ve mekan olamazdı. Zaten haccın en büyük hikmeti de bu idi. Hicretin 10. senesi, Zilkâde ayında Hz. Peygamberin, hacca gideceği ilân olundu. Hz. Peygamberle beraber haccetmek şerefine nail olmak isteyenler, kafile kafile yollara döküldüler. Medine'nin etrafına çadırlar kuruldu. Yüzbin kişi Medine sokaklarını dolduruyor, bunlar, din kardeşliğinin verdiği samimiyet ve heyecanla kucaklaşıyorlardı.Zilkâde ayının 25'i Cumartesi günü Hz. Peygamber, yıkandıktan sonra ihrama girmiş, öğle namazını kıldıktan sonra bu muazzam kafile ile Mekke yolunu tutmuştu. Bütün zevcelerini ve hayatta kalan tek kızı Fatıma'yı da, beraberinde hacca götürüyordu. Harem-i Şerif hududuna gelince, "Lebbeyk" sedâları yükselmeye başladı. Her taraftan yollara dökülen hacılar, etrafı doldurmuştu. Peygamberimiz "Lebbeyk" dedikçe, her taraftan bu ses yükseliyor, dağlar taşlar bu sedâ ile çınlıyordu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.