İnsanoğlunun görünürdeki baş gözünün dışında mecazi manada da olsa iki gözü daha vardır. Bunlar, basiret gözü ve akıl gözüdür. Bir meselenin gerçek boyutlarıyla anlaşılması, basiret gözünün görmesine bağlıdır. Basiret gözü görenler, yaşanan olayın sadece görünen kısmını değil, perde arkası dediğimiz, hikmetini de görür ve anlar. Akıl gözü gören insanlar, sadece gördükleriyle değil, gördüklerini belli bir ölçü dahilinde değerlendirirler. Bu özelliğe sahip kimseler de görmeyi sadece seyretme boyutundan çıkarıp, değerlendirme boyutunu da yaşarlar. Bu gruba girenler kısmi de olsa gerçekleri görür ve idrak ederler.Gelelim olaylara baş gözü ile bakanlara; onlar sadece olayın kendi görme alanı içerisinde cereyan eden kısmına bakar ve geçer.Tahlil etme zahmetine bile katlanmazlar. Bu tip insanlar toplumsal olaylarda her zaman için kullanılmaya müsaittirler. Türk Milleti'nin tarihini incelediğimiz zaman zorlu günler yaşadığını, genellikle başının sürekli belalarla dolu olduğunu görmekteyiz. Ancak her dönemin zorluklarını aşacak basiret gözü açık bir millet olmuşuz ve her türlü tehlikenin üstesinden gelmişiz. İşgaller görmüşüz, yokluklar görmüşüz, aç kalmışız, ama hiçbir zaman başımız eğik kalmamış, onurlu bir millet olarak her zaman tarihteki yerimizi korumuşuz. Millet olarak verilen mücadelelerle özgürlüğümüze tekrar kavuşmuşuzdur. Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra bu duruşumuzu, batı hayranlığı sayesinde kaybetmiş, son kalemiz, misaki milli sınırlarımız, günbegün tehlike çemberine düşürülmüş, millet olarak da gelen tehlikeden haberdar olabilen insan sayımız azalmıştır. Yaşadığımız toplumdaki insanları tahlil etmeye kalkıştığımızda; bırakın basiret gözünü, bırakın akıl gözünü, baş gözüyle bile gördüklerini basit bir süzgeçten geçirmekte pek de mahir olmayan insanların çokluğunu görürsünüz. İşte bu toplumla, güçlü ve mutlu yarınlara ulaşmak mümkün değildir. Toplumlara yön vermeye çalışan, yaşanan olayların boyutlarını anlayan, yarınlarından endişe duyan, toplumsal bilince eren, daha açıkçası basiret gözü açık olan insanların az da olsa varlığı umudumuzdur. Ancak genelleme yaptığımız zaman bu sayısal olarak azın azı konumundadır. Bu azlık asla umutsuzluk olmamalıdır. Yaşadığımız toprakların öz varlığımız olduğunu düşünürsek, her şeye rağmen sahip çıkmak zorunda olduğumuzu idrak ederiz. Yapılacak iş; bu bilince eren insanların sayısını artırmak, mutlaka doğru adreste ve doğru kimselerle birlikte olmalarını temin etmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Uğur Kepekçi / diğer yazıları
- Mü’min yalancı olmaz / 22.04.2025
- İbadetin bize kazandırdıkları -2- / 21.04.2025
- İbadetin bize kazandırdıkları -1- / 20.04.2025
- Dava adamıydı Haydar Hocamız / 19.04.2025
- Gönül adamıydı Haydar Hocamız / 18.04.2025
- Çile adamıydı Haydar Hocamız / 17.04.2025
- Allah adamıydı Haydar Hocamız / 16.04.2025
- Fikir adamıydı Haydar Hocamız / 15.04.2025
- Haydar Baş Hocamızın 5. Şeb-i Aruz yıldönümü / 14.04.2025
- Kıldığımız namaz, bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa? / 12.04.2025
- İbadetin bize kazandırdıkları -2- / 21.04.2025
- İbadetin bize kazandırdıkları -1- / 20.04.2025
- Dava adamıydı Haydar Hocamız / 19.04.2025
- Gönül adamıydı Haydar Hocamız / 18.04.2025
- Çile adamıydı Haydar Hocamız / 17.04.2025
- Allah adamıydı Haydar Hocamız / 16.04.2025
- Fikir adamıydı Haydar Hocamız / 15.04.2025
- Haydar Baş Hocamızın 5. Şeb-i Aruz yıldönümü / 14.04.2025
- Kıldığımız namaz, bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa? / 12.04.2025