Râbia-i Adviyye
Bir gün, Râbia-i Adviyye'ye yemek yapmak istediler, fakat soğan yoktu. Komşudan alalım dediler. O da; "Kırk senedir, Allah-u Teala'dan başkasından bir şey istememek üzere söz verdim. Zararı yok soğansız olsun" buyurdu. Sözünü yeni bitirmişti ki, bir kuş ayaklarındaki soğanları oraya bırakıp gitti. Bunu gören Hazret-i Rabia; "Bu ilahi bir imtihandır, Allah-û Teala'nın azabından emin değilim, korkuyorum!" deyip yemek yerine kuru ekmeği yedi.
Bir gün Hasan-ı Basrî Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. O sırada evin damında bulunan Hasan-ı Basrî, Allah-û Teâlânın muhabbetinden pek çok ağlamış, gözyaşlarını rüzgâr, aşağıdan geçmekte olan Râbia-i Adviyyenin yüzüne düşürmüştü. Damlanın nereden geldiğini araştırıp, yukarıda ağlamakta olan Hasan-ı Basrî'yi görünce; "Ey hasan! Sakın gözyaşların nefsinin arzusuyla akmış olmasın!. Bu gözyaşlarını içinde muhafaza et ki, içerde bir derya olsun. Allah-û Teâlanın muhabbeti ile kaynasın" dedi.
Bir defâsında kendisini sevenler ziyârete gelmişlerdi. Evde, odayı aydınlatacak bir kandil yoktu. Gelenlere ise ışık lâzımdı. Râbia-i Adviyye Hazretleri parmaklarına üfledi. Bunun üzerine Allah-û Teâlânın izniyle sabaha kadar parmaklarından ışık yayıldı ve onda aydınlandı.
Bir kimse, kendisine, cebinden çıkardığı parayı vermek istedi. Hazret-i Râbia elini havaya doğru uzattı. Avucu altınla dolu olduğu halde o kimseye; "Sen cebinden alıyorsun, bana böyle veriyorlar" dedi.
Bir gün iki kişi, Râbia-i Adviyye'yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia Hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia Hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: "Ekmekler yirmi olsa gerektir". Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi.
Bir gün, Râbia-i Adviyye'ye yemek yapmak istediler, fakat soğan yoktu. Komşudan alalım dediler. O da; "Kırk senedir, Allah-u Teala'dan başkasından bir şey istememek üzere söz verdim. Zararı yok soğansız olsun" buyurdu. Sözünü yeni bitirmişti ki, bir kuş ayaklarındaki soğanları oraya bırakıp gitti. Bunu gören Hazret-i Rabia; "Bu ilahi bir imtihandır, Allah-û Teala'nın azabından emin değilim, korkuyorum!" deyip yemek yerine kuru ekmeği yedi.
Bir gün Hasan-ı Basrî Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. O sırada evin damında bulunan Hasan-ı Basrî, Allah-û Teâlânın muhabbetinden pek çok ağlamış, gözyaşlarını rüzgâr, aşağıdan geçmekte olan Râbia-i Adviyyenin yüzüne düşürmüştü. Damlanın nereden geldiğini araştırıp, yukarıda ağlamakta olan Hasan-ı Basrî'yi görünce; "Ey hasan! Sakın gözyaşların nefsinin arzusuyla akmış olmasın!. Bu gözyaşlarını içinde muhafaza et ki, içerde bir derya olsun. Allah-û Teâlanın muhabbeti ile kaynasın" dedi.
Bir defâsında kendisini sevenler ziyârete gelmişlerdi. Evde, odayı aydınlatacak bir kandil yoktu. Gelenlere ise ışık lâzımdı. Râbia-i Adviyye Hazretleri parmaklarına üfledi. Bunun üzerine Allah-û Teâlânın izniyle sabaha kadar parmaklarından ışık yayıldı ve onda aydınlandı.
Bir kimse, kendisine, cebinden çıkardığı parayı vermek istedi. Hazret-i Râbia elini havaya doğru uzattı. Avucu altınla dolu olduğu halde o kimseye; "Sen cebinden alıyorsun, bana böyle veriyorlar" dedi.
Bir gün iki kişi, Râbia-i Adviyye'yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia Hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia Hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: "Ekmekler yirmi olsa gerektir". Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.