Osman Bedreddin Hz.
Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar. Bunlar birer hikmet ve esrardır. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Fırsat elden kaçar. Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut. Gönül ister ki hoş olalım. Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:
Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle.
Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle.
Bulalım dersen feth-i babın, gel gönüle gir gönüle.
Bulam dersen aşk kenanın, gel gönüle gir gönüle.
Siyahı ko, akı tut, anma işe şer katanı,
Zikret müdam yaradanı, gel gönüle gir gönüle.
Zühd zahid durağıdır, ilim, ilimin bağıdır,
Gönül evi Hak evidir, gel gönüle gir gönüle.
Kaygusuz bu böyle olur, Hakk'a doğru yola varır,
Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle.
Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir halde oturuyorlardı. Asıl muhatab ise, Osman Bedreddin hazretleriydi. O da bunu gayet açık bir şekilde anlamıştı. Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hallerini saymıştı. Bu, hocasının bir kerameti idi. Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı. Osman Bedreddin hazretleri ise sohbetini dinleyince gitmekten vazgeçip tam bir teslimiyetle Mahmud Sâmini hazretlerinin yanında kalmaya kesin karar verdi. Kendi kendine; "Samini hazretleri tütün içebilir bana ne" dedi. Sonra; "Ya Rabbi! Âciz ve bizare kulun Bedri'yi gafletten uyandır. Selamete erdir" diye dua etti.
O gün imamlığı kendisi yaptı. Talebelerden biri, Sâmini hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmed Efendiye; "Hoca efendi mihrabı neden bu Hâfız misafire bıraktı" diye sorunca; "O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlakı ve istidadı ile bir hamlede atlamıştır" cevabını verdi.
Mahmûd Sâmini hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçirdikten sonra, tekrar yanlarına çıktı. Mescidde iken Osman Bedreddin hazretleri de mescide girdi. Bu sırada bir talebesine; "Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!" diye heybetli bir sesle bağırdı. Bu heybetli sesi işitenler heyecana kapıldılar. Osman Bedreddin hazretleri birden bire titremeye başladı. Telaşla hocasına koştu. Vilayet heybeti onu titretiyordu. Huzuruna varınca, onu tutup riyazet odasına soktu. Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti. Sonra; "Burada ne kadar kalacağım" diye sual edince, şöyle cevap verdi: "Allah-ü Teala'nın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl. Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır. Devran da meydan da harmanda senin. Zaman mahsul zamanıdır. Yiğitlik şimdi belli olur, manevi dereceleri katetme zamanıdır. Dikkat lazımdır.
Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar. Bunlar birer hikmet ve esrardır. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Fırsat elden kaçar. Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut. Gönül ister ki hoş olalım. Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:
Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle.
Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle.
Bulalım dersen feth-i babın, gel gönüle gir gönüle.
Bulam dersen aşk kenanın, gel gönüle gir gönüle.
Siyahı ko, akı tut, anma işe şer katanı,
Zikret müdam yaradanı, gel gönüle gir gönüle.
Zühd zahid durağıdır, ilim, ilimin bağıdır,
Gönül evi Hak evidir, gel gönüle gir gönüle.
Kaygusuz bu böyle olur, Hakk'a doğru yola varır,
Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle.
Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir halde oturuyorlardı. Asıl muhatab ise, Osman Bedreddin hazretleriydi. O da bunu gayet açık bir şekilde anlamıştı. Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hallerini saymıştı. Bu, hocasının bir kerameti idi. Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı. Osman Bedreddin hazretleri ise sohbetini dinleyince gitmekten vazgeçip tam bir teslimiyetle Mahmud Sâmini hazretlerinin yanında kalmaya kesin karar verdi. Kendi kendine; "Samini hazretleri tütün içebilir bana ne" dedi. Sonra; "Ya Rabbi! Âciz ve bizare kulun Bedri'yi gafletten uyandır. Selamete erdir" diye dua etti.
O gün imamlığı kendisi yaptı. Talebelerden biri, Sâmini hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmed Efendiye; "Hoca efendi mihrabı neden bu Hâfız misafire bıraktı" diye sorunca; "O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlakı ve istidadı ile bir hamlede atlamıştır" cevabını verdi.
Mahmûd Sâmini hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçirdikten sonra, tekrar yanlarına çıktı. Mescidde iken Osman Bedreddin hazretleri de mescide girdi. Bu sırada bir talebesine; "Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!" diye heybetli bir sesle bağırdı. Bu heybetli sesi işitenler heyecana kapıldılar. Osman Bedreddin hazretleri birden bire titremeye başladı. Telaşla hocasına koştu. Vilayet heybeti onu titretiyordu. Huzuruna varınca, onu tutup riyazet odasına soktu. Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti. Sonra; "Burada ne kadar kalacağım" diye sual edince, şöyle cevap verdi: "Allah-ü Teala'nın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl. Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır. Devran da meydan da harmanda senin. Zaman mahsul zamanıdır. Yiğitlik şimdi belli olur, manevi dereceleri katetme zamanıdır. Dikkat lazımdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.