‘Ehl-i Beyt dinin dağları gibidir’
Hz. Ali Ehl-i Beyt ile ilgili buyurdu ki: “Bu ümmetten hiç kimse Ehl-i Beyt’le mukayese edilemez. Ehl-i Beyt, ilmin hayatı ve cehaletin ölümü demektir. Onlar Peygamber’in (s.a.a), sırrının bıraktığı yer, emrinin destekçisi, ilminin kabı, hikmetlerinin sığınağı, yazılarının mahzeni ve dininin dağları gibidirler”
28.11.2024 10:36:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurdu:
"Bu ümmetten hiç kimse Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyti'yle mukayese edilemez. Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i, ilmin hayatı ve cehaletin ölümü demektir.
Hakka muhalefet etmezler ve hak noktasında birbirleriyle ayrılığa düşmezler. Onlar İslâm'ın dayanakları ve İslâmî kenetlenmenin giriş kapısıdırlar. Onlarla hak gerçek yerine kavuşmuştur. Bâtıl onlar sayesinde işgal ettiği makamdan alaşağı edilmiştir. Onlar sayesinde bâtılın dili kökünden kesilmiştir.
Onlar, anlayarak ve gözeterek dini aklettiler, sırf dinleyerek ve rivayet ederek değil. Onlar Peygamber'in (s.a.a), sırrının bıraktığı yer, emrinin destekçisi, ilminin kabı, hikmetlerinin sığınağı, yazılarının mahzeni ve dininin dağları gibidirler. Onlar karanlıkları aydınlatan lambalar, hikmetin pınarları, ilmin madenleri ve hilmin yurtlarıdırlar."
Yine buyurdu: "Ben Rabbimden gelen apaçık bir belge ve Peygamber'den miras kalan bir yol üzereyim. Ben apaçık bir yol üzereyim ki, onu açıkça size söylüyorum." (el Mu'cem'ul-Mevduî Li-Nehc'il Belâğa, 42/53,101; Tasnif-u Gurer'ilHikem, s.109-118).
Allah'ın varlığını ispat bağlamında şöyle buyuruyor:
"Varlıkları yaratmasıyla kendi varlığını gösteren, yarattıklarının sonradan oluşlarıyla kendi öncesizliğini kanıtlayan, yarattıklarının benzerliğiyle kendisinin benzerinin olmadığını ortaya koyan Allah'a hamd olsun.
Allah'ın yaratıklarını gördüğü hâlde, Allah'ın varlığından kuşku duyan kimselere hayret ediyorum. Allah, sağlam idaresini ve kesin kaderini ortaya koyan alametler aracılığıyla kendini açık bir şekilde akıllara göstermiştir."
İmam'a (a.s): "Rabbini gördün mü?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir:
"Görmediğim tanrıya nasıl ibadet ederim?" Ardından şunları söylemiştir: "Gözler, O'nu somut bir şekilde görerek algılayamazlar. Ancak kalpler, iman hakikatleriyle onu algılarlar. O'nun rablığı, kalbin veya gözün kuşatacağı şekilde kavranmaktan, ihata edilmekten yücedir."
Ünlü Sabah Duası'nda şöyle diyor:
"Ey zatıyla zatını gösteren! Ey yarattıklarına benzemekten münezzeh olan! Kullarının keyfiyetleriyle uyuşmaktan uzak olan! Ey zihinlerden geçen düşüncelere yakın olan! Ve ey gözlerin ihatasından uzak olan! Olanı olmadan önce bilen!"
İmam'ın (a.s) hutbeleri, ilâhî kudrete delâlet eden gökyüzü ve yeryüzü ayetleriyle doludur. Bu ayetleri bilen ve basiret sahibi biri olarak yorumlamıştır. İlâhî kudretin ve azametin ayetlerini öyle detaylı bir şekilde açıklamıştır ki, bu anlatım, bunları mütalaa edenlere iman aşılamakta, Allah'tan korkmalarını ve azametinin önünde eğilmelerini sağlamaktadır.
Öyle ki, onun hutbelerini dinleyen bir kimse, tam da onun söylediği şu sözün gerçekliğini görür: "Allah'a yemin ederim ki, şayet önümdeki gayb perdesi kalksaydı, bu, benim yakînimde herhangi bir artışa neden olmayacaktı."
"Bu ümmetten hiç kimse Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyti'yle mukayese edilemez. Hz. Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i, ilmin hayatı ve cehaletin ölümü demektir.
Hakka muhalefet etmezler ve hak noktasında birbirleriyle ayrılığa düşmezler. Onlar İslâm'ın dayanakları ve İslâmî kenetlenmenin giriş kapısıdırlar. Onlarla hak gerçek yerine kavuşmuştur. Bâtıl onlar sayesinde işgal ettiği makamdan alaşağı edilmiştir. Onlar sayesinde bâtılın dili kökünden kesilmiştir.
Onlar, anlayarak ve gözeterek dini aklettiler, sırf dinleyerek ve rivayet ederek değil. Onlar Peygamber'in (s.a.a), sırrının bıraktığı yer, emrinin destekçisi, ilminin kabı, hikmetlerinin sığınağı, yazılarının mahzeni ve dininin dağları gibidirler. Onlar karanlıkları aydınlatan lambalar, hikmetin pınarları, ilmin madenleri ve hilmin yurtlarıdırlar."
Yine buyurdu: "Ben Rabbimden gelen apaçık bir belge ve Peygamber'den miras kalan bir yol üzereyim. Ben apaçık bir yol üzereyim ki, onu açıkça size söylüyorum." (el Mu'cem'ul-Mevduî Li-Nehc'il Belâğa, 42/53,101; Tasnif-u Gurer'ilHikem, s.109-118).
Allah'ın varlığını ispat bağlamında şöyle buyuruyor:
"Varlıkları yaratmasıyla kendi varlığını gösteren, yarattıklarının sonradan oluşlarıyla kendi öncesizliğini kanıtlayan, yarattıklarının benzerliğiyle kendisinin benzerinin olmadığını ortaya koyan Allah'a hamd olsun.
Allah'ın yaratıklarını gördüğü hâlde, Allah'ın varlığından kuşku duyan kimselere hayret ediyorum. Allah, sağlam idaresini ve kesin kaderini ortaya koyan alametler aracılığıyla kendini açık bir şekilde akıllara göstermiştir."
İmam'a (a.s): "Rabbini gördün mü?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir:
"Görmediğim tanrıya nasıl ibadet ederim?" Ardından şunları söylemiştir: "Gözler, O'nu somut bir şekilde görerek algılayamazlar. Ancak kalpler, iman hakikatleriyle onu algılarlar. O'nun rablığı, kalbin veya gözün kuşatacağı şekilde kavranmaktan, ihata edilmekten yücedir."
Ünlü Sabah Duası'nda şöyle diyor:
"Ey zatıyla zatını gösteren! Ey yarattıklarına benzemekten münezzeh olan! Kullarının keyfiyetleriyle uyuşmaktan uzak olan! Ey zihinlerden geçen düşüncelere yakın olan! Ve ey gözlerin ihatasından uzak olan! Olanı olmadan önce bilen!"
İmam'ın (a.s) hutbeleri, ilâhî kudrete delâlet eden gökyüzü ve yeryüzü ayetleriyle doludur. Bu ayetleri bilen ve basiret sahibi biri olarak yorumlamıştır. İlâhî kudretin ve azametin ayetlerini öyle detaylı bir şekilde açıklamıştır ki, bu anlatım, bunları mütalaa edenlere iman aşılamakta, Allah'tan korkmalarını ve azametinin önünde eğilmelerini sağlamaktadır.
Öyle ki, onun hutbelerini dinleyen bir kimse, tam da onun söylediği şu sözün gerçekliğini görür: "Allah'a yemin ederim ki, şayet önümdeki gayb perdesi kalksaydı, bu, benim yakînimde herhangi bir artışa neden olmayacaktı."