MİSAFİR KALEM / Emre TÜLAY
11 EYLÜL 2001.Dünyada olayların seyrinin değiştiği tarih.Çağ dışı hareketlenmelerle, güçlünün güçsüzü ezdiği bir dönemin yeniden cereyan ettiği bir tarih. ABD'nin ne kadar güçlü değil, esasında ne kadar menfaatçi ve bir o kadar da zayıf olduğunun belgesi. 11 Eylül, dünyanın en güçlü devletini gözler önüne seriyor. Bir parmağında istediğini oynatan İsrail.
Bu sözlerden sonra biraz şaşıracak, belki de söylediklerime bir mana bulamayacaksınız. Size bu konuyu daha açık bir şekilde ifade etmeye çalışayım. 11 Eylül öncesine kadar ABD Ortadoğu'da İsrail'i istemeyen bir tavır çiziyordu. Ancak o günden sonra tamamen Kasap Şaron'u destekleyen bir politika içerisine girdi. Peki neden? Cevap kesin ve net. Çünkü İsrail'den korkuyorlar. Acaba insanlar düşünebiliyorlar mı? ABD'nin reytingli 80 büyük televizyon kanalından 70'i İsrail'in. Dünyanın en gelişmiş istihbarat teşkilatı yine İsrail'in. Ortadoğu'da, yani Nil'den Fırat'a kadar olan topraklarda kurulmuş sanayiinin % 90'nı yine İsrail'in.
Bu çift üçgenli ülkenin maddi ve bir o kadar da kamuoyunu etkileme gücünü gördük. Bir de bu ülkenin 'Politik Gücü'nü sergileyelim. Yıl 1963. Başkan John F. Kennedy Bir suikast sonucu öldürüldü. Kimlerce ve niçin? Adını andığımız başkan o yıllarda Yahudi Mason üyesiydi ve ayrıldı. Sen misin ayrılan? Bunun bedelini hayatıyla ödedi. Yaklaşık 3-4 yıl önce Bill Clinton-Monica Lewiski olayını hatırlayacaksınız. ABD neredeyse yıkılma aşamasına gelmişti. Acaba Monica'nın Yahudi, yani İsrail kökenli olduğunu biliyor muydunuz? Böyle karışıklıklar meydana getirebilen bir ülkeden ABD korkmasın da ne yapsın? Bunca şeyin ardından, şahsen benim kafamda İkiz Kuleler ile ilgili soru işareti kalmıyor değil ama bu bizi aşar.
Gelelim son zamanların iki ayıbına. Eski ayıp Afganistan ve yeni, aslında daha eski ayıp Filistin. Önce Afganistan'ı inceleyelim. Bu ülkenin kendine bakacak mecali yok ki ABD'yi vuracak gücü olsun. Diyelim ki vurdu. Amerika gibi sağda solda barış yanlısı olarak geçinen bir ülkenin masum insanları katletmeye hakkı var mı? 'Biz o ülkeye barış getirdik' sözünü utanmadan söyleyebilen bir ülke karşımıza çıkıyor. Yahu akıl var, mantık var. Onbinlerce masum insanın canına kıymak barış getirmek midir? Yine 11 Eylül öncesi, Afganistan'da parçalanan Buda heykellerini şiddetle protesto eden ABD, kendisine sorma cesaretini gösterebiliyor mu? Kendileri Müslüman mabedlerini yıkmadı mı? Peki madem soramıyor, yine aynı cesareti gösterebilen İsrail'e, ABD ile beraber, Avrupa ve BM niçin tepki göstermiyor? Bunca soru ve mantıken verilen cevaplar, bu ülke ile kuruluşların ne kadar yanlı bir taraf sergilediklerinin belgesi değil mi?
Gelelim Irak'a. Amerika Irak ile İran'ı birbirine düşürüp buradaki petrol yataklarına konmak istedi. Çevresindeki ülkelere de yalan vaatler vererek destek topladı. ABD biliyor ki 20 yıl sonra petrol tükenecek, bahsettiğimiz üzere yaptırım uygulamaya çalıştı. İşin sonunda da yersiz bahanelerle bu ülkeye de girildi. Sonra gelindi Somali'ye. Orası Güney Afrika. Bu da ne demek? Dünyanın altın merkezi demek. Ayrıca sömürücü ülkeler için sanayii anlamına geliyor. Sonunda senaryo hiç değişmiyor ve bu ülkede 300000 insanın ölümüne sebep olunuyor. Son durak Yugoslavya. Bu örneği almamın sebebi tamamen farklı. Dünya buraya yaptığı baskıda çok isabetli bir adım atmış oldu. Ancak bilinmeyen veyahut bilinmemezlikten gelinen bir nokta var. Barışçı dünya ülkeleri, insan katliamı uygulanıyor diye buraya darbe vurmadılar. Sebep, Rusya'nın 'Panislavizm' politikasından korkulması ile Miloseviç'in II. Hitler olabilmesinden şüphe edilmesiydi. Peki aynı karşılaştırmayı Kasap Şaron ve İsrail arasında uygulayamaz mıyız? Onların çıkarları biraz farklı.
1907'de Yahudi Konseyi'nin aldığı kararlardan bazıları şunlardı:
-En geç 1948'de devletimiz kurulacak
-Devletimiz, şimdiki Filistin'de olacak
-Kudüs bizim olacak
-Ortadoğu'da sadece Yahudiler kalacak
-100 yıl sonra (1997) Fırat ile Nil arası bizim olmuş olacak.
Görüldüğü gibi İsrail, büyük hedeflerinden sonuncusu hariç diğerlerini gerçekleştirdi. Zamanımızdaki çabasının sebebi, kalan maddenin gerçekleşmemiş olmasının verdiği boşluktan dolayıdır. Sorumuz neydi? Niçin aynı baskılar uygulanmıyor? Cevap; korkuyorlar. Kanıt ise ortada. Eğer tüm dünya ülkeleri Şaron'un kasapçılık faaliyetlerine bir şey demezken, Arafat'a 'Terörist' diyebiliyor, Filistin şehidlerine de 'Şehid değil, katil bunlar' sözünü sarfedebiliyorsa, bunlar korkudan başka nasıl bir duygu içerisinde olabilirler ki?
Gerçi bana bunca şeyi yazmak boş gibi geliyor. Bir günde iki defa İsrail'e karşı kullandığı doğru terimden dolayı özür dileyen bir ülkede, bunları yazmanın bir faydası olmayacağını düşünüyorum. Sözün özü; asıl ayıbı İsrail, ABD, Avrupa veya BM değil, biz yapıyoruz.
11 EYLÜL 2001.Dünyada olayların seyrinin değiştiği tarih.Çağ dışı hareketlenmelerle, güçlünün güçsüzü ezdiği bir dönemin yeniden cereyan ettiği bir tarih. ABD'nin ne kadar güçlü değil, esasında ne kadar menfaatçi ve bir o kadar da zayıf olduğunun belgesi. 11 Eylül, dünyanın en güçlü devletini gözler önüne seriyor. Bir parmağında istediğini oynatan İsrail.
Bu sözlerden sonra biraz şaşıracak, belki de söylediklerime bir mana bulamayacaksınız. Size bu konuyu daha açık bir şekilde ifade etmeye çalışayım. 11 Eylül öncesine kadar ABD Ortadoğu'da İsrail'i istemeyen bir tavır çiziyordu. Ancak o günden sonra tamamen Kasap Şaron'u destekleyen bir politika içerisine girdi. Peki neden? Cevap kesin ve net. Çünkü İsrail'den korkuyorlar. Acaba insanlar düşünebiliyorlar mı? ABD'nin reytingli 80 büyük televizyon kanalından 70'i İsrail'in. Dünyanın en gelişmiş istihbarat teşkilatı yine İsrail'in. Ortadoğu'da, yani Nil'den Fırat'a kadar olan topraklarda kurulmuş sanayiinin % 90'nı yine İsrail'in.
Bu çift üçgenli ülkenin maddi ve bir o kadar da kamuoyunu etkileme gücünü gördük. Bir de bu ülkenin 'Politik Gücü'nü sergileyelim. Yıl 1963. Başkan John F. Kennedy Bir suikast sonucu öldürüldü. Kimlerce ve niçin? Adını andığımız başkan o yıllarda Yahudi Mason üyesiydi ve ayrıldı. Sen misin ayrılan? Bunun bedelini hayatıyla ödedi. Yaklaşık 3-4 yıl önce Bill Clinton-Monica Lewiski olayını hatırlayacaksınız. ABD neredeyse yıkılma aşamasına gelmişti. Acaba Monica'nın Yahudi, yani İsrail kökenli olduğunu biliyor muydunuz? Böyle karışıklıklar meydana getirebilen bir ülkeden ABD korkmasın da ne yapsın? Bunca şeyin ardından, şahsen benim kafamda İkiz Kuleler ile ilgili soru işareti kalmıyor değil ama bu bizi aşar.
Gelelim son zamanların iki ayıbına. Eski ayıp Afganistan ve yeni, aslında daha eski ayıp Filistin. Önce Afganistan'ı inceleyelim. Bu ülkenin kendine bakacak mecali yok ki ABD'yi vuracak gücü olsun. Diyelim ki vurdu. Amerika gibi sağda solda barış yanlısı olarak geçinen bir ülkenin masum insanları katletmeye hakkı var mı? 'Biz o ülkeye barış getirdik' sözünü utanmadan söyleyebilen bir ülke karşımıza çıkıyor. Yahu akıl var, mantık var. Onbinlerce masum insanın canına kıymak barış getirmek midir? Yine 11 Eylül öncesi, Afganistan'da parçalanan Buda heykellerini şiddetle protesto eden ABD, kendisine sorma cesaretini gösterebiliyor mu? Kendileri Müslüman mabedlerini yıkmadı mı? Peki madem soramıyor, yine aynı cesareti gösterebilen İsrail'e, ABD ile beraber, Avrupa ve BM niçin tepki göstermiyor? Bunca soru ve mantıken verilen cevaplar, bu ülke ile kuruluşların ne kadar yanlı bir taraf sergilediklerinin belgesi değil mi?
Gelelim Irak'a. Amerika Irak ile İran'ı birbirine düşürüp buradaki petrol yataklarına konmak istedi. Çevresindeki ülkelere de yalan vaatler vererek destek topladı. ABD biliyor ki 20 yıl sonra petrol tükenecek, bahsettiğimiz üzere yaptırım uygulamaya çalıştı. İşin sonunda da yersiz bahanelerle bu ülkeye de girildi. Sonra gelindi Somali'ye. Orası Güney Afrika. Bu da ne demek? Dünyanın altın merkezi demek. Ayrıca sömürücü ülkeler için sanayii anlamına geliyor. Sonunda senaryo hiç değişmiyor ve bu ülkede 300000 insanın ölümüne sebep olunuyor. Son durak Yugoslavya. Bu örneği almamın sebebi tamamen farklı. Dünya buraya yaptığı baskıda çok isabetli bir adım atmış oldu. Ancak bilinmeyen veyahut bilinmemezlikten gelinen bir nokta var. Barışçı dünya ülkeleri, insan katliamı uygulanıyor diye buraya darbe vurmadılar. Sebep, Rusya'nın 'Panislavizm' politikasından korkulması ile Miloseviç'in II. Hitler olabilmesinden şüphe edilmesiydi. Peki aynı karşılaştırmayı Kasap Şaron ve İsrail arasında uygulayamaz mıyız? Onların çıkarları biraz farklı.
1907'de Yahudi Konseyi'nin aldığı kararlardan bazıları şunlardı:
-En geç 1948'de devletimiz kurulacak
-Devletimiz, şimdiki Filistin'de olacak
-Kudüs bizim olacak
-Ortadoğu'da sadece Yahudiler kalacak
-100 yıl sonra (1997) Fırat ile Nil arası bizim olmuş olacak.
Görüldüğü gibi İsrail, büyük hedeflerinden sonuncusu hariç diğerlerini gerçekleştirdi. Zamanımızdaki çabasının sebebi, kalan maddenin gerçekleşmemiş olmasının verdiği boşluktan dolayıdır. Sorumuz neydi? Niçin aynı baskılar uygulanmıyor? Cevap; korkuyorlar. Kanıt ise ortada. Eğer tüm dünya ülkeleri Şaron'un kasapçılık faaliyetlerine bir şey demezken, Arafat'a 'Terörist' diyebiliyor, Filistin şehidlerine de 'Şehid değil, katil bunlar' sözünü sarfedebiliyorsa, bunlar korkudan başka nasıl bir duygu içerisinde olabilirler ki?
Gerçi bana bunca şeyi yazmak boş gibi geliyor. Bir günde iki defa İsrail'e karşı kullandığı doğru terimden dolayı özür dileyen bir ülkede, bunları yazmanın bir faydası olmayacağını düşünüyorum. Sözün özü; asıl ayıbı İsrail, ABD, Avrupa veya BM değil, biz yapıyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.