Serdar CİNEL
Büyük devlet olmanın yolu diplomaside gösterdiği başarılarla ölçülür. Tarihe baktığımızda büyük devlet olmak isteyen devletler başkentlerini diplomasi merkezi haline getirmeye çalışmışlardır. Avrupa tarihinde Fransa Paris'i, İngiltere Londra'yı, Bismark Almanya'sı Berlin'i, Rusya Saint-Petersburg'u diplomasi merkezi yapmak suretiyle dünya siyasetine yön vermeye çalışmışlardır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti de diplomasiye önem vermiş ve mükemmel bir teşkilat oluşturmuştur. Özellikle 19. yüzyılda Avrupa'da ve bir çok ülkede elçilik ve konsolosluk açarak dış gelişmeleri takip etmiştir. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki iç politikada istikrarı sağlayamayan bir devlet dış politikada başarılı ve etkin olamaz.
11 Eylül saldırısından sonra başlayan süreçte gündeme gelen medeniyetler çatışmasını ortadan kaldırıp yerine medeniyetleri buluşturma projeleri gündeme getiriliyor. Tabii ki tarihi iyi bilmeyen kişiler, bu projeyi masumane bir hareket olarak görebilirler. Ancak bir olay değerlendirilirken sebep ve sonuçlarıyla değerlendirilir. Önce olayların öncesini değerlendirelim. 11 Eylül saldırısından sonra sorumlu olarak Afganistan'ın şahsında bütün İslam dünyası sorumlu tutuldu. Terörizm kaynağı olarak İslam dini gösterilerek yapılacak işgal ve savaşlar için gerekçeler hazırlanmış oldu. Savaşlar diyorum çünkü yapılan bu savaşların "crusade" yani Haçlı Seferi olduğu belirtildiği gibi bundan sonra Irak devletine de bir harekat düzenleneceği kamuoyunu en fazla meşgul eden konulardan biri oluyor. Daha sonra batılı devlet adamları İslam dünyasını suçlayıcı açıklamalar yaptılar. Şahıslar ön plana çıkarılarak İslam dünyası terörizm kaynağı ilan edildi. (Taliban, Saddam, Kaddafi vs...) Yabancı devletlerde yaşayan Müslüman halk töhmet altında bırakıldı, tahkir edildi, horlandı ve dışlandı. Dolayısıyla haçlı zihniyeti tekrar canlandı.
İslam dünyasına terör yaftasını vuran Avrupa'ya baktığımızda asıl terörün kaynağının hangi medeniyet olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Ayrıca batı dünyasının terörist olarak suçladığı kişilerin çoğu Avrupa ve Amerika'da eğitim görmüştür. Yine çıkan savaşların kışkırtıcısı da hep Avrupalılar olmuştur. İnsanlık tarihi için bir yıkım sayılan I. ve II. Dünya Savaşlarının kaynağı batı dünyası olduğu gibi belki de dünyanın en büyük katliamları bu savaşlarda yapılmış ve daha çok sivil halk ölmüştür. Ayrıca Rusya'da komünist ihlalden sonra Stalin döneminde KGB'nin resmi açıklamalarına göre kırk milyon insan öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Dahası Sovyetlerin Afganistan'ı işgali süresince on yıl içerisinde tam on beş bin insan vahşi bir şekilde öldürülmüş buna karşı hiçbir medeni devlet (!) bu katliama ses çıkarmamıştır. Avrupa'nın tam ortasında iki yüz bininin üzerinde Müslüman Boşnak öldürülmesine rağmen kimsenin sesi çıkmadı. Orta Doğu'da sınır anlaşmazlıkları gündeme getirilerek savaşa sürüklenmiş bu işten en çok silah tacirleri yararlanmıştı. İran-Irak (1980-1998) savaşında bir ülkeye uçak satarken diğerine uçaksavar sattılar, birine tank satarken diğerine tanksavar sattılar. İşin enteresan tarafı iki devlet de istediği toprakları kazanamadı. Ama silah satan ülkeler kârlı çıktı. Ayrıca silah satan ülkeler göze batmamak için İran ve Irak'ı terörist devlet ilân ederek bütün ekonomik ilişkilerini kestiklerini açıklayarak el altından silah satmaya devam ettiler. Hatta bu alışveriş olayı ortaya çıktığında bu olaya İrangate ismi verildi. Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak burada hepsini zikredemiyoruz.
Şimdilerde İstanbul'da başlatılan Medeniyetler Buluşması toplantısıyla güya çatışmalar engellenmek isteniyormuş. Biz medeniyetlerin çatışmasından yana değiliz. Bu alanda dünyaya örnek olacak bir tarihimiz var. Örneğin tarihçilerin çoğu, Balkanlar ve Ortadoğu barışı için Osmanlı Devletinin uygulamalarını model olarak göstermektedir. Hatta Pax Ottoman yani "Osmanlı Barışı" tabiri kullanılmaktadır. Ancak Avrupa kendisine her zaman bir 'öteki' aramış ve çatışma çıkartarak sömürü sistemini devam ettirmek istemiştir. Dolayısıyla batının samimiyetine inanmak son derce güçtür. Bosna'da, Kosova'da, Makedonya'da, Çeçenistan'da, Flistin'de, Doğu Türkistan'da katliamlar devam ederken ülkemizi bölmeye çalışan PKK'ya destek devam ederken ve PKK halen daha terörist gruplar listesine alınmazken hangi medeniyetler buluşmasından bahsediyorsunuz. İstanbul'da yapılan bu toplantıyı diplomatik bir başarı olarak takdim etmek son derece yanlıştır. Çünkü bizim lehimize hiçbir karar çıkmadığı gibi toplantıda alınacak kararlarda hiçbir etkinliğimiz olmadı. Batı dünyası ile İslam dünyasını buluşturmaya meraklı diplomatlarımız neden Türk dünyasını birleştirme faaliyetlerinde bulunmuyorlar? Dışişlerinin bir tane Orta Asya gezisi yok. Ayrıca İstanbul'da medeniyetler buluşturulurken bir taraftan da İslam dünyasıyla olan ilişkilerimiz bozulmak isteniyor. En son Ecyad Kalesi'nin yıkılması kasıtlı olarak gündeme getirilerek sun'i bir tartışma havası gündeme getirilerek yarın yapılacak bir Irak operasyonu için muhtemel Türk kamuoyunun tepkisi önlenmiş olacaktır. Son derece sinsi bir oyun değil mi? Ama içerideki mandacıların, Osmanlı düşmanlarının bu olaydan sonraki tepkileri son derece ibret vericidir. Hepsi Osmanlı'ya ait bu kalenin yıkılmasına şiddetle tepki gösterdiler. Peki ülkemizdeki yıkılan Osmanlı eserlerinin yok oluşuna, kiliselerin onarımına ses çıkarmayan zihniyet nasıl olur da Ecyad Kalesi için feryat eder (!) Ortada bir samimiyetsizlik ve aldatmaca var: Oyuna gelmeyelim...
Büyük devlet olmanın yolu diplomaside gösterdiği başarılarla ölçülür. Tarihe baktığımızda büyük devlet olmak isteyen devletler başkentlerini diplomasi merkezi haline getirmeye çalışmışlardır. Avrupa tarihinde Fransa Paris'i, İngiltere Londra'yı, Bismark Almanya'sı Berlin'i, Rusya Saint-Petersburg'u diplomasi merkezi yapmak suretiyle dünya siyasetine yön vermeye çalışmışlardır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti de diplomasiye önem vermiş ve mükemmel bir teşkilat oluşturmuştur. Özellikle 19. yüzyılda Avrupa'da ve bir çok ülkede elçilik ve konsolosluk açarak dış gelişmeleri takip etmiştir. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki iç politikada istikrarı sağlayamayan bir devlet dış politikada başarılı ve etkin olamaz.
11 Eylül saldırısından sonra başlayan süreçte gündeme gelen medeniyetler çatışmasını ortadan kaldırıp yerine medeniyetleri buluşturma projeleri gündeme getiriliyor. Tabii ki tarihi iyi bilmeyen kişiler, bu projeyi masumane bir hareket olarak görebilirler. Ancak bir olay değerlendirilirken sebep ve sonuçlarıyla değerlendirilir. Önce olayların öncesini değerlendirelim. 11 Eylül saldırısından sonra sorumlu olarak Afganistan'ın şahsında bütün İslam dünyası sorumlu tutuldu. Terörizm kaynağı olarak İslam dini gösterilerek yapılacak işgal ve savaşlar için gerekçeler hazırlanmış oldu. Savaşlar diyorum çünkü yapılan bu savaşların "crusade" yani Haçlı Seferi olduğu belirtildiği gibi bundan sonra Irak devletine de bir harekat düzenleneceği kamuoyunu en fazla meşgul eden konulardan biri oluyor. Daha sonra batılı devlet adamları İslam dünyasını suçlayıcı açıklamalar yaptılar. Şahıslar ön plana çıkarılarak İslam dünyası terörizm kaynağı ilan edildi. (Taliban, Saddam, Kaddafi vs...) Yabancı devletlerde yaşayan Müslüman halk töhmet altında bırakıldı, tahkir edildi, horlandı ve dışlandı. Dolayısıyla haçlı zihniyeti tekrar canlandı.
İslam dünyasına terör yaftasını vuran Avrupa'ya baktığımızda asıl terörün kaynağının hangi medeniyet olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Ayrıca batı dünyasının terörist olarak suçladığı kişilerin çoğu Avrupa ve Amerika'da eğitim görmüştür. Yine çıkan savaşların kışkırtıcısı da hep Avrupalılar olmuştur. İnsanlık tarihi için bir yıkım sayılan I. ve II. Dünya Savaşlarının kaynağı batı dünyası olduğu gibi belki de dünyanın en büyük katliamları bu savaşlarda yapılmış ve daha çok sivil halk ölmüştür. Ayrıca Rusya'da komünist ihlalden sonra Stalin döneminde KGB'nin resmi açıklamalarına göre kırk milyon insan öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Dahası Sovyetlerin Afganistan'ı işgali süresince on yıl içerisinde tam on beş bin insan vahşi bir şekilde öldürülmüş buna karşı hiçbir medeni devlet (!) bu katliama ses çıkarmamıştır. Avrupa'nın tam ortasında iki yüz bininin üzerinde Müslüman Boşnak öldürülmesine rağmen kimsenin sesi çıkmadı. Orta Doğu'da sınır anlaşmazlıkları gündeme getirilerek savaşa sürüklenmiş bu işten en çok silah tacirleri yararlanmıştı. İran-Irak (1980-1998) savaşında bir ülkeye uçak satarken diğerine uçaksavar sattılar, birine tank satarken diğerine tanksavar sattılar. İşin enteresan tarafı iki devlet de istediği toprakları kazanamadı. Ama silah satan ülkeler kârlı çıktı. Ayrıca silah satan ülkeler göze batmamak için İran ve Irak'ı terörist devlet ilân ederek bütün ekonomik ilişkilerini kestiklerini açıklayarak el altından silah satmaya devam ettiler. Hatta bu alışveriş olayı ortaya çıktığında bu olaya İrangate ismi verildi. Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak burada hepsini zikredemiyoruz.
Şimdilerde İstanbul'da başlatılan Medeniyetler Buluşması toplantısıyla güya çatışmalar engellenmek isteniyormuş. Biz medeniyetlerin çatışmasından yana değiliz. Bu alanda dünyaya örnek olacak bir tarihimiz var. Örneğin tarihçilerin çoğu, Balkanlar ve Ortadoğu barışı için Osmanlı Devletinin uygulamalarını model olarak göstermektedir. Hatta Pax Ottoman yani "Osmanlı Barışı" tabiri kullanılmaktadır. Ancak Avrupa kendisine her zaman bir 'öteki' aramış ve çatışma çıkartarak sömürü sistemini devam ettirmek istemiştir. Dolayısıyla batının samimiyetine inanmak son derce güçtür. Bosna'da, Kosova'da, Makedonya'da, Çeçenistan'da, Flistin'de, Doğu Türkistan'da katliamlar devam ederken ülkemizi bölmeye çalışan PKK'ya destek devam ederken ve PKK halen daha terörist gruplar listesine alınmazken hangi medeniyetler buluşmasından bahsediyorsunuz. İstanbul'da yapılan bu toplantıyı diplomatik bir başarı olarak takdim etmek son derece yanlıştır. Çünkü bizim lehimize hiçbir karar çıkmadığı gibi toplantıda alınacak kararlarda hiçbir etkinliğimiz olmadı. Batı dünyası ile İslam dünyasını buluşturmaya meraklı diplomatlarımız neden Türk dünyasını birleştirme faaliyetlerinde bulunmuyorlar? Dışişlerinin bir tane Orta Asya gezisi yok. Ayrıca İstanbul'da medeniyetler buluşturulurken bir taraftan da İslam dünyasıyla olan ilişkilerimiz bozulmak isteniyor. En son Ecyad Kalesi'nin yıkılması kasıtlı olarak gündeme getirilerek sun'i bir tartışma havası gündeme getirilerek yarın yapılacak bir Irak operasyonu için muhtemel Türk kamuoyunun tepkisi önlenmiş olacaktır. Son derece sinsi bir oyun değil mi? Ama içerideki mandacıların, Osmanlı düşmanlarının bu olaydan sonraki tepkileri son derece ibret vericidir. Hepsi Osmanlı'ya ait bu kalenin yıkılmasına şiddetle tepki gösterdiler. Peki ülkemizdeki yıkılan Osmanlı eserlerinin yok oluşuna, kiliselerin onarımına ses çıkarmayan zihniyet nasıl olur da Ecyad Kalesi için feryat eder (!) Ortada bir samimiyetsizlik ve aldatmaca var: Oyuna gelmeyelim...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.