Bir vatansever yazdığı kitaptan sonra ölüm tehditleri almış; "Kendini değil aileni düşünüyorsan sus!" M.Bayraktar'ın yazısı...
VATANINIZI SEVERSENİZ...
Sadık Albayrak, uzun süre Milli Gazete'de yazı yazmış bir kişi. Ancak şu sıralar, yazarlığından çok "dünürlüğü" ile tanınıyor. Malumunuz, Sayın Albayrak, Başbakan Erdoğan'ın dünürü. Sadık Bey'in oğlu, Erdoğan'ın kızı ile evli.Konumuz Albayrak'ın dünürlüğü değil elbet. Allah mesut etsin. Konumuz farklı ve acınası bir önem arzediyor. Gazetelere yansıyan haberlere göre, Sadık Albayrak'ın evi can güvenliği gerekçesiyle 24 saat boyunca polis memuru tarafından korunuyormuş. Polis memurları 8'er saat vardiya ile 3 ayrı grup halinde evin önünde nöbet tutuyorlar. 100 metrelik bir sokakta bulunan evin önünde ayrıca resmi bir polis otosu hazır bekliyor. Sadık bey elbette ki can güvenliği gibi önemli bir sebeple koruma altına alınmalıydı, yapılan uygulama gayet doğaldı. Biraz abartılıydı ama, doğaldı. Şimdi başka bir isim vereyim sizlere Atilla Atar. Atilla beyi ben üç yıl kadar önce Büyük Ortadoğu Projesi adlı kitabıyla tanıdım. Amerika'ya, Avrupa Birliği'ne, küresel emperyalizme kökten karşı bir vatansever. Bu duruşundan dolayı, kendisini iki kez Diyalog programında konuk ettim. On beşten fazla kitabı olan bu değerli Türk aydını gerçekten çok önemli konulara temas etmişti. Geçtiğimiz yılın ortalarında tekrar telefon ederek, televizyon programına davet ettim. Donuk ve titrek bir sesle "gelemem!" dedi. Neden? diye sordum. Önce cevap vermedi, ısrar edince söyledi: "Son yazdığım kitaptan sonra ölüm tehditleri alıyorum. En son bana gönderilen bir e-mail'de "aileni düşünüryorsan artık bu konuları yazma" diye bir tehdit vardı. Bir müddet, konuşmamaya ve yazmamaya karar verdim." Gerçekten üzgün ve moralsizdi. Kendisini teselli ettim. Böyle şeylere kafanı takma dedim. Bu görüşmeden sonra, birkaç kez daha telefonla görüştük. Aynı tedirginlik ve endişe devam ediyordu. Bir araya gelsek de bazı konuları özel olarak konuşsak, diyordu. İki hafta kadar önce, bir arkadaş ziyareti için gittiğim Üsküdar'da Atilla Bey'e bir kafeteryada simit yerken rastladım. Kucaklaştık. Ayak üstü içini dökmeye başladı. Konuşmanın uzayacağını anlayınca, Üsküdar'daki büyük bir kitabevinin kafeterya kısmına gittik. Cebinden bir bilgisayar çıktısını çıkardı bana uzattı. "O meşhur ölüm tehdidi" olan maildi bu. "Kendini değil aileni düşünüyorsan sus!" diye yazıyordu. Atilla Bey başından geçenleri bir bir anlattı: Tehdit alınca hemen emniyete koşmuş. Durumu bildirmiş. Hem tehdidin nereden geldiğinin bulunmasını, hem de koruma verilmesini talep etmiş. Aradan aylar geçmiş. Ne arayan, ne de soran var. Türkiye gibi bilgisayar cenneti bir ülkede, emniyet mensupları mailin atıldığı yeri bulamamışlar! Daha acısı, Valilik kendisine koruma tahsis edilemeyeceğini bildirmiş. "Şaşırdım kaldım" diyor, Atilla Bey. Ölüm tehdidi almış bir Türk aydınına "seni kimin tehdit ettiğini bulamıyoruz. Koruma da veremeyiz" denir mi? Bu kez "bari kendi kendimi kouyayım" diyerek silah ruhsatı için müracaatta bulunmuş, istenen bütün evrakları teslim etmiş. Aradan aylar geçmiş silah ruhsatı için yaptığı müracaata da cevap gelmemiş. Sonunda "olumsuz" bir cevap almış. Türkiye'de mafya mensuplarının bile ceplerinde ruhsatlı silah taşıdığı bir ortamda on beş kitaba imza atmış ulusalcı bir Türk aydınına, üstelik ölüm tehdidi almış bir Türk aydınına neden silah ruhsatı verilmez? Araya adam sokup öğrenmiş ki; ruhsat verilmemesinin nedeni 30 yıl önce yani 1978 yılında 16 yaşlarında bir delikanlı iken sol bir örgüt adına dağıttığı el ilanları imiş! Hani "siciller siliniyor diyorlar ya, tam palavra. Otuz yıl önce neyin ne olduğunu bilmeden, lise talebesi iken dağıttığımız ilanlar, tam otuz yıl sonra önüme konuldu, şok oldum" diyor Atilla Bey. Bitmedi, dahası acısı var. Olup biteni detaylı olarak konuşmak üzere İstanbul Vali Yardımcılarından biriyle (ismini vermiyorum) koruma tahsis edilmemesinin ve silah ruhsatı verilmemesinin sebeplerini konuşmak için Valiliğe gitmiş Atilla Atar.İki saat, Valilik sekreterinin yanında oturmuş. İçeri almamışlar. Israrla beklemiş. "Tam o sırada İbrahim Tatlıses'le kavgalı olan dansöz Asena valilik binasına girdi" diyor Tatlıses'le ilgili bir şikayette bulunacakmış. Bir çok valilik bürokratı elinde çikolata kutularıyla Asena'yı karşıladı, "hoşgeldin dedi" ve şikayetini hemen işleme koydular. Ben ise "bu ülkede itibar görmek için vatansever bir Türk aydını değil, dansöz olmak lazımmış" diye iç çekerek Valilikten ayrıldım, dedi Atilla Bey. Son durum: Cumhurbaşkanı, A. Necdet Sezer, Atilla Atar'ın durumuna el koymasına rağmen hala ne silah, ne de koruması var. Türkiye'nin durumu bu işte. Hükümet yanlısı bir yazar olursanız, hele de başbakana dünür olursanız 9 polisle korumaya alınırsınız. Ama küresel emperyalizme karşı çıkarsanız, AB'yi reddederseniz, Türkiye üzerindeki oyunları bir bir anlatırsanız ölüm tehtidi bile alsanız, size koruma vermez.
Muharrem BAYRAKTAR
VATANINIZI SEVERSENİZ...
Sadık Albayrak, uzun süre Milli Gazete'de yazı yazmış bir kişi. Ancak şu sıralar, yazarlığından çok "dünürlüğü" ile tanınıyor. Malumunuz, Sayın Albayrak, Başbakan Erdoğan'ın dünürü. Sadık Bey'in oğlu, Erdoğan'ın kızı ile evli.Konumuz Albayrak'ın dünürlüğü değil elbet. Allah mesut etsin. Konumuz farklı ve acınası bir önem arzediyor. Gazetelere yansıyan haberlere göre, Sadık Albayrak'ın evi can güvenliği gerekçesiyle 24 saat boyunca polis memuru tarafından korunuyormuş. Polis memurları 8'er saat vardiya ile 3 ayrı grup halinde evin önünde nöbet tutuyorlar. 100 metrelik bir sokakta bulunan evin önünde ayrıca resmi bir polis otosu hazır bekliyor. Sadık bey elbette ki can güvenliği gibi önemli bir sebeple koruma altına alınmalıydı, yapılan uygulama gayet doğaldı. Biraz abartılıydı ama, doğaldı. Şimdi başka bir isim vereyim sizlere Atilla Atar. Atilla beyi ben üç yıl kadar önce Büyük Ortadoğu Projesi adlı kitabıyla tanıdım. Amerika'ya, Avrupa Birliği'ne, küresel emperyalizme kökten karşı bir vatansever. Bu duruşundan dolayı, kendisini iki kez Diyalog programında konuk ettim. On beşten fazla kitabı olan bu değerli Türk aydını gerçekten çok önemli konulara temas etmişti. Geçtiğimiz yılın ortalarında tekrar telefon ederek, televizyon programına davet ettim. Donuk ve titrek bir sesle "gelemem!" dedi. Neden? diye sordum. Önce cevap vermedi, ısrar edince söyledi: "Son yazdığım kitaptan sonra ölüm tehditleri alıyorum. En son bana gönderilen bir e-mail'de "aileni düşünüryorsan artık bu konuları yazma" diye bir tehdit vardı. Bir müddet, konuşmamaya ve yazmamaya karar verdim." Gerçekten üzgün ve moralsizdi. Kendisini teselli ettim. Böyle şeylere kafanı takma dedim. Bu görüşmeden sonra, birkaç kez daha telefonla görüştük. Aynı tedirginlik ve endişe devam ediyordu. Bir araya gelsek de bazı konuları özel olarak konuşsak, diyordu. İki hafta kadar önce, bir arkadaş ziyareti için gittiğim Üsküdar'da Atilla Bey'e bir kafeteryada simit yerken rastladım. Kucaklaştık. Ayak üstü içini dökmeye başladı. Konuşmanın uzayacağını anlayınca, Üsküdar'daki büyük bir kitabevinin kafeterya kısmına gittik. Cebinden bir bilgisayar çıktısını çıkardı bana uzattı. "O meşhur ölüm tehdidi" olan maildi bu. "Kendini değil aileni düşünüyorsan sus!" diye yazıyordu. Atilla Bey başından geçenleri bir bir anlattı: Tehdit alınca hemen emniyete koşmuş. Durumu bildirmiş. Hem tehdidin nereden geldiğinin bulunmasını, hem de koruma verilmesini talep etmiş. Aradan aylar geçmiş. Ne arayan, ne de soran var. Türkiye gibi bilgisayar cenneti bir ülkede, emniyet mensupları mailin atıldığı yeri bulamamışlar! Daha acısı, Valilik kendisine koruma tahsis edilemeyeceğini bildirmiş. "Şaşırdım kaldım" diyor, Atilla Bey. Ölüm tehdidi almış bir Türk aydınına "seni kimin tehdit ettiğini bulamıyoruz. Koruma da veremeyiz" denir mi? Bu kez "bari kendi kendimi kouyayım" diyerek silah ruhsatı için müracaatta bulunmuş, istenen bütün evrakları teslim etmiş. Aradan aylar geçmiş silah ruhsatı için yaptığı müracaata da cevap gelmemiş. Sonunda "olumsuz" bir cevap almış. Türkiye'de mafya mensuplarının bile ceplerinde ruhsatlı silah taşıdığı bir ortamda on beş kitaba imza atmış ulusalcı bir Türk aydınına, üstelik ölüm tehdidi almış bir Türk aydınına neden silah ruhsatı verilmez? Araya adam sokup öğrenmiş ki; ruhsat verilmemesinin nedeni 30 yıl önce yani 1978 yılında 16 yaşlarında bir delikanlı iken sol bir örgüt adına dağıttığı el ilanları imiş! Hani "siciller siliniyor diyorlar ya, tam palavra. Otuz yıl önce neyin ne olduğunu bilmeden, lise talebesi iken dağıttığımız ilanlar, tam otuz yıl sonra önüme konuldu, şok oldum" diyor Atilla Bey. Bitmedi, dahası acısı var. Olup biteni detaylı olarak konuşmak üzere İstanbul Vali Yardımcılarından biriyle (ismini vermiyorum) koruma tahsis edilmemesinin ve silah ruhsatı verilmemesinin sebeplerini konuşmak için Valiliğe gitmiş Atilla Atar.İki saat, Valilik sekreterinin yanında oturmuş. İçeri almamışlar. Israrla beklemiş. "Tam o sırada İbrahim Tatlıses'le kavgalı olan dansöz Asena valilik binasına girdi" diyor Tatlıses'le ilgili bir şikayette bulunacakmış. Bir çok valilik bürokratı elinde çikolata kutularıyla Asena'yı karşıladı, "hoşgeldin dedi" ve şikayetini hemen işleme koydular. Ben ise "bu ülkede itibar görmek için vatansever bir Türk aydını değil, dansöz olmak lazımmış" diye iç çekerek Valilikten ayrıldım, dedi Atilla Bey. Son durum: Cumhurbaşkanı, A. Necdet Sezer, Atilla Atar'ın durumuna el koymasına rağmen hala ne silah, ne de koruması var. Türkiye'nin durumu bu işte. Hükümet yanlısı bir yazar olursanız, hele de başbakana dünür olursanız 9 polisle korumaya alınırsınız. Ama küresel emperyalizme karşı çıkarsanız, AB'yi reddederseniz, Türkiye üzerindeki oyunları bir bir anlatırsanız ölüm tehtidi bile alsanız, size koruma vermez.
Muharrem BAYRAKTAR
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.