Kul kalben Cenab-ı Hakk'a yürürken, zahir planda da, bu dünyasında onu akamete mahkum edecek hareketlerden, davranışlardan, bakışlardan, konuşmalardan uzak olmaktadır. İstikamet budur. Bu istikamette giden insan zaten hidayettedir. Kime yürümek istiyor? Zat-ı Bari'ye, Cenab-ı Vacibü'l Vücud Hazretlerine... Yani insan kendisini, "Cenab-ı Hakk'ın, insan kalbine tecelli ettiği" gerçeğine, gayesini matuf hâle getirip, o tecellilere mazhar olabilecek bir yaşayış tarzını benimsemesi gerekir. İnsan ne hayvan ne de melektir. "İnsan en güzel surette yaratılmıştır." (T'în, 95/4). Allah'ın kalbine tecelli ettiği varlıktır o. Bir başka ifadeyle Cenab-ı Hakk'ın, o kulunun şahsında Zatını sevdiği varlıktır. Yani, Allah kulunun kalbinde Zâtını, Kendini sever. Yeter ki sen o kalbi, O'na has bir mekan haline getirebilesin. İşte sırat-ı müstakimde olmak budur. Hidayette olmak budur. Bütün bunlar kul olmaya karar veren insan için geçerlidir. Onun maksadı öyle bir hâli yakalamaktır. Bunu hayatına geçirmektir. "Ya Rabbi! Bizi nimet verdiğin kimselerin yoluna hidayet eyle! Sapıkların, dalalet ehlinin yoluna değil." Neden? Çünkü, insanoğlu hayata bir defa geliyor. Bir defa sapıtırsam, ikincisinde kazanırım gibi bir ihtimal yok. Bir kere sapıtanın bir daha hidayet üzere olması mümkün olmuyor. Onun için beş vakit namazımızda okuduğumuz, Kur'an-ı Kerim'in o güzel suresi Fatiha'da: "Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna" diyorsun. Doğru yolu istiyorsun. Bir de nimet verdiği kullarının, yani manen önlerini açıp, kalplerini feyizyab ettiği kullarının yolunda olmak istiyorsun. Bir Müslüman günde beş vakit namazında bunu okuyor, bu duayı yapıyor. Peki bunu okuyan mümin ne olur? Küfrün karanlığından, zulmünden kurtulur. Hidayet üzere olan bu insan, küfre düşmekten kurtulur. Zalim olmaktan uzak olur.