Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmeten li'l- Alemin Hz. Muhammed (s.a.a.) adlı eserinde, Hz. Peygamber'in, kendine gelen dine, Yahudi ve Hıristiyanlar da dahil bütün insanlığı çağırdığını bahisle aşağıdaki bilgileri
vermiştir:
İnsanları Allah'a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da "İslam"dır. İslam, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile başlayan ilahî dinin adıdır. Hz. Adem Safiyyullah Efendimizden sonra bütün peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimize gelen din yine İslam dinidir. Hz. Adem'le başlayan İslam, bütün zamanlarda itikadî olarak aynı esasları beyan etmiştir. Peygamberlere gelen dinde itikad, ibadet, muamelat hükümleri ile ilgili ahkâm-ı İlahîye yer almaktadır. Hiçbir peygamber döneminde itikad esaslarında değişiklik olmadığına göre, değişen kural ve kaideler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek muamelata ait konular, ibadetin şekillerini belirleyen hükümlerdir.
Peygamberler, hep kendinden evvelkileri doğrulayıcı ve geleceği müjdeleyici olmuşlardır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de; "Hatırla ki; Meryem oğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim; Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı, Benden sonra gelecek, Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim' demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince; 'Bu apaçık bir büyüdür' dediler." (Saf, 6)
Ahkâm-ı Şer'iyye'ye ait hükümlerin değişmesine "nesh" denir. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa'ya gelen ahkâm-ı şer'iyye, Kendinden evvel gelen şeriatların kurallarını neshetmiştir. Bu sebeple, mensuh olmuş olduğundan, geçmiş peygamberlerin şeriatlarına göre amel etmek caiz değildir. Bugün ise, bu meselede şu ayet-i kerime delil gösterilerek Musevî ve İsevîlerin de Cennetlik olduğu iddia edilmektedir: "Şüphesiz ki, mü'minler, Yahudiler, Nasranî ve Sabiilerden her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amelde bulunsa, elbette onların Rableri katında mükâfatları vardır. Hem onlara bir korku da yoktur. Mahzun da olacak değildirler." (Bakara, 62)
Subki'den rivayet olunur ki; bu ayet-i celile, Selman-ı Farisî'nin arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Selman; Hazreti Resulün huzuruna geldiğinde, arkadaşlarının ibadetlerinden ve çalışmalarından bahsetti de; "Ya Resulallah! Onlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar, Sana iman ederler ve Senin hak peygamber olduğuna şehadet ederlerdi" dedi. Selman, onları senâdan fariğ olunca Hz. Peygamber; "Ya Selman! Onlar cehennem ehlindendirler" buyurdu. Bunun üzerine Allah azze ve celle, bu ayet-i celileyi inzal buyurdu. Yukarıdaki hadiseden anlaşıldığına göre, Resulûllah'ı kabul etmiş göründüğü hâlde, dinlerinden vazgeçmeyenler, nifak ehlinden olup, ikiyüzlü olanlardır. Nitekim, İbn-i Hacer-i Askalanî, Ahmed b. Hanbel, İbn-i Ebi Şeybe ve Bezzar-ı Câbir rivayetlerine göre, Hz. Ömer (r.a.) kitap ehli olan bazı kimselerden elde ettiği bir kitabı Peygamber (s.a.v.)'e getirip onu okuyunca (veya okumak isteyince) Hz. Peygamber kızmış ve; "And olsun ki, Ben size bu şeriatı bembeyaz ve tertemiz olarak getirdim. (Din konusunda) onlara hiçbir şey sormayın. Çünkü, onlara sorarsanız, icabında hak olan bir şey söylerler de siz onun yalan olduğunu söylersiniz veya bâtıl bir şey söylerler de siz onu tasdik edersiniz. Nefsim (kudret) elinde olan Allah'a yemin ederim, eğer Musa hayatta olmuş olsaydı, Bana uymaktan başka bir yolu olmazdı" buyurmuştur.
Demek ki, Peygamber Efendimizi kabul etmek O'na tâbi olmakla mümkündür. Resulûllah'ı kabul etmenin tezahürü ise, O'na gelen ahkâm-ı İlâhîyeyi yaşamaktır. Bir ayet-i kerimede; "Namazı dosdoğru (şartlarına, rükünlerine riayet ederek devam üzere) kılın; zekâtı ödeyin ve rükû edenlerle beraber rükû edin" (Bakara, 43) buyurulmaktadır. Bu ayette, İsrailoğullarına, namaz kılmak, zekât ödemek ve rükû edenlerle beraber rükû; yani cemaat hâlinde rükûlu namaz kılma emri verilmektedir. Çünkü, Yahudilerin namazında rükû yoktur ve namazı cemaatla kılmayıp tek tek kılarlar. Burada; Müslümanların cemaati içinde yer alıp onlarla beraber rükûlu namaz kılmaları; yani Son Peygamberin dinine uygun ibadet etmeleri emredilmektedir. Herkesin kendi bildiği gibi namazlarına devam etmeleri söylenmemiştir.
Dolayısıyla bütün insanlık, en son gelen ve aynı olan namaz şekli ve cemaate çağrılmaktadır. Bütün bunlardan çıkarabileceğimiz çarpıcı sonuç da şudur: Hz. Peygamber, kendine gelen dine, bütün insanlığı çağırmıştır. O, davetinde bütün cihanı aynı dine, kendi şeriatına davet etmiştir. Sadece, son dinin kaidelerini kabul için insanları uyarmıştır.
vermiştir:
İnsanları Allah'a ulaştıran tek yol, dindir. Bu dinin adı da "İslam"dır. İslam, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile başlayan ilahî dinin adıdır. Hz. Adem Safiyyullah Efendimizden sonra bütün peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimize gelen din yine İslam dinidir. Hz. Adem'le başlayan İslam, bütün zamanlarda itikadî olarak aynı esasları beyan etmiştir. Peygamberlere gelen dinde itikad, ibadet, muamelat hükümleri ile ilgili ahkâm-ı İlahîye yer almaktadır. Hiçbir peygamber döneminde itikad esaslarında değişiklik olmadığına göre, değişen kural ve kaideler, zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek muamelata ait konular, ibadetin şekillerini belirleyen hükümlerdir.
Peygamberler, hep kendinden evvelkileri doğrulayıcı ve geleceği müjdeleyici olmuşlardır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de; "Hatırla ki; Meryem oğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları! Ben size Allah'ın elçisiyim; Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı, Benden sonra gelecek, Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim' demişti. Fakat o, kendilerine açık deliller getirince; 'Bu apaçık bir büyüdür' dediler." (Saf, 6)
Ahkâm-ı Şer'iyye'ye ait hükümlerin değişmesine "nesh" denir. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa'ya gelen ahkâm-ı şer'iyye, Kendinden evvel gelen şeriatların kurallarını neshetmiştir. Bu sebeple, mensuh olmuş olduğundan, geçmiş peygamberlerin şeriatlarına göre amel etmek caiz değildir. Bugün ise, bu meselede şu ayet-i kerime delil gösterilerek Musevî ve İsevîlerin de Cennetlik olduğu iddia edilmektedir: "Şüphesiz ki, mü'minler, Yahudiler, Nasranî ve Sabiilerden her kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amelde bulunsa, elbette onların Rableri katında mükâfatları vardır. Hem onlara bir korku da yoktur. Mahzun da olacak değildirler." (Bakara, 62)
Subki'den rivayet olunur ki; bu ayet-i celile, Selman-ı Farisî'nin arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Selman; Hazreti Resulün huzuruna geldiğinde, arkadaşlarının ibadetlerinden ve çalışmalarından bahsetti de; "Ya Resulallah! Onlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar, Sana iman ederler ve Senin hak peygamber olduğuna şehadet ederlerdi" dedi. Selman, onları senâdan fariğ olunca Hz. Peygamber; "Ya Selman! Onlar cehennem ehlindendirler" buyurdu. Bunun üzerine Allah azze ve celle, bu ayet-i celileyi inzal buyurdu. Yukarıdaki hadiseden anlaşıldığına göre, Resulûllah'ı kabul etmiş göründüğü hâlde, dinlerinden vazgeçmeyenler, nifak ehlinden olup, ikiyüzlü olanlardır. Nitekim, İbn-i Hacer-i Askalanî, Ahmed b. Hanbel, İbn-i Ebi Şeybe ve Bezzar-ı Câbir rivayetlerine göre, Hz. Ömer (r.a.) kitap ehli olan bazı kimselerden elde ettiği bir kitabı Peygamber (s.a.v.)'e getirip onu okuyunca (veya okumak isteyince) Hz. Peygamber kızmış ve; "And olsun ki, Ben size bu şeriatı bembeyaz ve tertemiz olarak getirdim. (Din konusunda) onlara hiçbir şey sormayın. Çünkü, onlara sorarsanız, icabında hak olan bir şey söylerler de siz onun yalan olduğunu söylersiniz veya bâtıl bir şey söylerler de siz onu tasdik edersiniz. Nefsim (kudret) elinde olan Allah'a yemin ederim, eğer Musa hayatta olmuş olsaydı, Bana uymaktan başka bir yolu olmazdı" buyurmuştur.
Demek ki, Peygamber Efendimizi kabul etmek O'na tâbi olmakla mümkündür. Resulûllah'ı kabul etmenin tezahürü ise, O'na gelen ahkâm-ı İlâhîyeyi yaşamaktır. Bir ayet-i kerimede; "Namazı dosdoğru (şartlarına, rükünlerine riayet ederek devam üzere) kılın; zekâtı ödeyin ve rükû edenlerle beraber rükû edin" (Bakara, 43) buyurulmaktadır. Bu ayette, İsrailoğullarına, namaz kılmak, zekât ödemek ve rükû edenlerle beraber rükû; yani cemaat hâlinde rükûlu namaz kılma emri verilmektedir. Çünkü, Yahudilerin namazında rükû yoktur ve namazı cemaatla kılmayıp tek tek kılarlar. Burada; Müslümanların cemaati içinde yer alıp onlarla beraber rükûlu namaz kılmaları; yani Son Peygamberin dinine uygun ibadet etmeleri emredilmektedir. Herkesin kendi bildiği gibi namazlarına devam etmeleri söylenmemiştir.
Dolayısıyla bütün insanlık, en son gelen ve aynı olan namaz şekli ve cemaate çağrılmaktadır. Bütün bunlardan çıkarabileceğimiz çarpıcı sonuç da şudur: Hz. Peygamber, kendine gelen dine, bütün insanlığı çağırmıştır. O, davetinde bütün cihanı aynı dine, kendi şeriatına davet etmiştir. Sadece, son dinin kaidelerini kabul için insanları uyarmıştır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Gökhan Demir / diğer yazıları
- ABD ve İsrail’i gölgede bıraktılar… / 28.10.2024
- Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağı / 24.10.2024
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-II / 10.12.2020
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020
- Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağı / 24.10.2024
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-II / 10.12.2020
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020