Ali evladına reva görülen zulüm
Halife Harun Reşid’in emriyle Hz. Ali’nin soyundan insanları katleden Hamid bin Kahtabe’ye yaşlı bir adam şöyle dedi: “Lanet olsun sana ey bedbaht! Kıyamet günü seni ceddimiz Resûlullah’ın yanına getirdiklerinde, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın (a.s) evlatlarından altmış kişiyi öldürdüğüne dair ne mazeretin olacaktır?”
28.07.2021 12:20:00





Ubeydullah bin Bezzaz en- Nişaburî şöyle diyor:
Ben Hamid bin Kahtabe-i Tusi ile muamele yaptım. Bir gün onunla görüşmek için yolculuğa çıktım. Oraya yetiştiğimde benim oraya geldiğimden haberi oldu. Yolculuk elbisesini henüz üzerimden çıkarmamışken beni yanına çağırttı. Bu olay Ramazan ayının öğle vakti vuku buldu. Onun yanına gittim, onu içerisinden su geçen bir odada gördüm, selam verdim. Hamid, ibrik ve leğen getirerek ellerini yıkadı. Benim de ellerimi yıkamamı istedi. Daha sonra yemek sofrasını açtılar. Ben Ramazan ayı ve oruçlu olduğumu unutmuştum. Ama az sonra Ramazan ayı olduğunu hatırladım, hemen yemekten el çektim.
Hamid bana; "Ne oldu? Niçin yemek yemiyorsun?" dedi. Ben de cevabında; "Ramazan ayıdır, ben orucumu iftar etmem için ne hastayım, ne de bir mazeretim vardır. Ama siz neden oruçlu değilsiniz?!"
Emir (Hamid), "Orucumu yememin özel bir sebebi yoktur, sağlığım da yerindedir" dedi. Daha sonra gözleri yaşararak ağladı. Yemeği yedikten sonra ona; "Ağlamanın sebebi nedir?" diye sordum. Cevaben şöyle dedi:
"Harun Reşid Tus'ta olduğunda, gecelerin birinde beni istedi, huzuruna gittiğimde, önünde bir mumun yandığını ve yanında kınından çıkarılmış bir kılıcın olduğunu gördüm. Onun hizmetçisi de ayaküstünde durmuştu. Onun karşısında yer aldığımda başını aşağı eğip evine geri dön, diye emretti.
Evime yetiştikten uzun bir zaman geçmeden Harun'un memuru gelerek, 'Halifenin seninle işi vardır' dedi.
Kendi kendime; İnna lillah! Harun beni öldürmek mi istiyor, dedim. Korktuğum halde onun yanına gidip karşısında hazır oldum.
Harun; 'Emirü'l-mü'minine nasıl itaat ediyorsun?' diye sordu.
Ben de; 'Canım, malım, ailem ve evladımla' dedim.
Harun gülümseyip geri dönmemi emretti.
Evime yetiştiğimde yine Harun'un memuru gelerek; 'Emir'in seninle işi vardır' dedi.
Ben yine Harun'un huzuruna gittim, eski halinde oturmuştu. Bana; 'Emirü'l-Mü'minin'e nasıl itaat ediyorsun?' diye sordu. Ben de; 'Canım, malım, ailem, evladım ve dinim ile' dedim. Harun bu sözümden dolayı güldü. Sonra bana; "Bu kılıcı al, bu köle sana ne emrettiyse onu yap!' dedi.
Hizmetçi kılıcı götürüp bana verdi. Beni, kapısı anahtarlı olan bir bahçeye götürdü, kapıyı açtı, bahçenin içerisinde bir kuyu ve kapısı anahtarlı olan üç oda vardı. Hizmetçi o odalardan birinin kapısını açtı, o odada zincirlere vurulmuş ve saçları omuzlarına dökülmüş olan yirmi kişi gördüm. Hizmetçi bana; 'Emirü'l-Mü'minin bunların hepsini öldürmeni emretmiştir' dedi.
Onların hepsi Alevi ve Ali ile Fâtıma'nın (a.s) evlatları idi. Hizmetçi onları teker teker getiriyordu, ben de kılıçla onların boynunu vuruyordum. Nihayet sonuncusunun da boynunu vurdum! Daha sonra hizmetçi cenazeleri ve ölenlerin başlarını o kuyuya döktü. Daha sonra hizmetçi diğer bir odanın kapısını açtı, o odada da Ali (a.s) ve Fâtıma (a.s) neslinden zincirlerle bağlanmış yirmi kişi vardı.
Hizmetçi; 'Emirü'l-Mü'minin, bunları öldürmeni emretmiştir' dedi. Sonra onları bir bir benim yanıma getirip ben de boyunlarını vuruyordum. Nihayet hepsini kılıçtan geçirdim; o da onların cenaze ve başlarını kuyuya döktü.
Daha sonra hizmetçi diğer bir odanın kapısını açtı, o odada da Ali (a.s) ve Fâtıma (a.s) neslinden zincirlerle bağlanmış yirmi kişi vardı.
Hizmetçi; "Emirü'l-Mü'minin, bunları da öldürmeni emretmiştir' dedi. Ben de onlardan yaşlı bir kişi kalana dek hepsinin teker-teker kılıçla boynunu vurdum. Sıra o yaşlıya yetişince bana, 'Lanet olsun sana ey bedbaht! Kıyamet günü seni ceddimiz Resûlullah'ın yanına getirdiklerinde, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma'nın (a.s) evlatlarından altmış kişiyi öldürdüğüne dair ne mazeretin olacaktır?' dedi.
Bu esnada el ve ayaklarım titremeye başladı, hizmetçi bu halimi görünce öfkeyle bana bakıp bu vazifeyi de yapmamı emretti. Ben onun sözüne itaat ederek o yaşlı kişiyi de öldürdüm! Hizmetçi de onun cesedini kuyuya attı. Şimdi işlediğim bu suçla, oruç ve namazımın bana ne faydası olabilir, oysa cehennem ateşinde ebedi kalacağımı biliyorum!" (Biharu'l-Envar, c.48, s.176-177).
Ben Hamid bin Kahtabe-i Tusi ile muamele yaptım. Bir gün onunla görüşmek için yolculuğa çıktım. Oraya yetiştiğimde benim oraya geldiğimden haberi oldu. Yolculuk elbisesini henüz üzerimden çıkarmamışken beni yanına çağırttı. Bu olay Ramazan ayının öğle vakti vuku buldu. Onun yanına gittim, onu içerisinden su geçen bir odada gördüm, selam verdim. Hamid, ibrik ve leğen getirerek ellerini yıkadı. Benim de ellerimi yıkamamı istedi. Daha sonra yemek sofrasını açtılar. Ben Ramazan ayı ve oruçlu olduğumu unutmuştum. Ama az sonra Ramazan ayı olduğunu hatırladım, hemen yemekten el çektim.
Hamid bana; "Ne oldu? Niçin yemek yemiyorsun?" dedi. Ben de cevabında; "Ramazan ayıdır, ben orucumu iftar etmem için ne hastayım, ne de bir mazeretim vardır. Ama siz neden oruçlu değilsiniz?!"
Emir (Hamid), "Orucumu yememin özel bir sebebi yoktur, sağlığım da yerindedir" dedi. Daha sonra gözleri yaşararak ağladı. Yemeği yedikten sonra ona; "Ağlamanın sebebi nedir?" diye sordum. Cevaben şöyle dedi:
"Harun Reşid Tus'ta olduğunda, gecelerin birinde beni istedi, huzuruna gittiğimde, önünde bir mumun yandığını ve yanında kınından çıkarılmış bir kılıcın olduğunu gördüm. Onun hizmetçisi de ayaküstünde durmuştu. Onun karşısında yer aldığımda başını aşağı eğip evine geri dön, diye emretti.
Evime yetiştikten uzun bir zaman geçmeden Harun'un memuru gelerek, 'Halifenin seninle işi vardır' dedi.
Kendi kendime; İnna lillah! Harun beni öldürmek mi istiyor, dedim. Korktuğum halde onun yanına gidip karşısında hazır oldum.
Harun; 'Emirü'l-mü'minine nasıl itaat ediyorsun?' diye sordu.
Ben de; 'Canım, malım, ailem ve evladımla' dedim.
Harun gülümseyip geri dönmemi emretti.
Evime yetiştiğimde yine Harun'un memuru gelerek; 'Emir'in seninle işi vardır' dedi.
Ben yine Harun'un huzuruna gittim, eski halinde oturmuştu. Bana; 'Emirü'l-Mü'minin'e nasıl itaat ediyorsun?' diye sordu. Ben de; 'Canım, malım, ailem, evladım ve dinim ile' dedim. Harun bu sözümden dolayı güldü. Sonra bana; "Bu kılıcı al, bu köle sana ne emrettiyse onu yap!' dedi.
Hizmetçi kılıcı götürüp bana verdi. Beni, kapısı anahtarlı olan bir bahçeye götürdü, kapıyı açtı, bahçenin içerisinde bir kuyu ve kapısı anahtarlı olan üç oda vardı. Hizmetçi o odalardan birinin kapısını açtı, o odada zincirlere vurulmuş ve saçları omuzlarına dökülmüş olan yirmi kişi gördüm. Hizmetçi bana; 'Emirü'l-Mü'minin bunların hepsini öldürmeni emretmiştir' dedi.
Onların hepsi Alevi ve Ali ile Fâtıma'nın (a.s) evlatları idi. Hizmetçi onları teker teker getiriyordu, ben de kılıçla onların boynunu vuruyordum. Nihayet sonuncusunun da boynunu vurdum! Daha sonra hizmetçi cenazeleri ve ölenlerin başlarını o kuyuya döktü. Daha sonra hizmetçi diğer bir odanın kapısını açtı, o odada da Ali (a.s) ve Fâtıma (a.s) neslinden zincirlerle bağlanmış yirmi kişi vardı.
Hizmetçi; 'Emirü'l-Mü'minin, bunları öldürmeni emretmiştir' dedi. Sonra onları bir bir benim yanıma getirip ben de boyunlarını vuruyordum. Nihayet hepsini kılıçtan geçirdim; o da onların cenaze ve başlarını kuyuya döktü.
Daha sonra hizmetçi diğer bir odanın kapısını açtı, o odada da Ali (a.s) ve Fâtıma (a.s) neslinden zincirlerle bağlanmış yirmi kişi vardı.
Hizmetçi; "Emirü'l-Mü'minin, bunları da öldürmeni emretmiştir' dedi. Ben de onlardan yaşlı bir kişi kalana dek hepsinin teker-teker kılıçla boynunu vurdum. Sıra o yaşlıya yetişince bana, 'Lanet olsun sana ey bedbaht! Kıyamet günü seni ceddimiz Resûlullah'ın yanına getirdiklerinde, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma'nın (a.s) evlatlarından altmış kişiyi öldürdüğüne dair ne mazeretin olacaktır?' dedi.
Bu esnada el ve ayaklarım titremeye başladı, hizmetçi bu halimi görünce öfkeyle bana bakıp bu vazifeyi de yapmamı emretti. Ben onun sözüne itaat ederek o yaşlı kişiyi de öldürdüm! Hizmetçi de onun cesedini kuyuya attı. Şimdi işlediğim bu suçla, oruç ve namazımın bana ne faydası olabilir, oysa cehennem ateşinde ebedi kalacağımı biliyorum!" (Biharu'l-Envar, c.48, s.176-177).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.