2005'te ölen Papa II. John Paul, Hıristiyanlığı Avrupa'nın anadili olarak tanımlamıştı. Lizbon Anlaşması ise Hıristiyanlık ve Yahudilği kastederek 'dini miras'tan sözediyor. Güncel gelişmeler ise İslam'a Avrupa'da yer olmadığını ortaya koyuyor.
"Avrupa Birliği (AB), dinin özel alana hapsedildiği katı laik bir yapıya sahip olmamalı". Bu yaklaşım hem yürürlüğe giremeyen Avrupa Anayasası, hem de akabinde kaleme alınan Lizbon Antlaşması'nda ortaya koyuluyor. Bir ekonomik topluluk olarak kurulan Avrupa Birliği yıllar içinde 27 üyeli bir siyasi birliğe dönüştü. Peki, Avrupa'yı ve birliğe üye ülkeleri özünde bir arada tutan ortak değerler hangileri? Bu soruyu cevaplayan Köln Üniversitesi'nde Uluslararası Hukuk Profesörü olan Bernhard Kempen, Avrupa Birliği'nin öncelikle kamusal açıdan kurumsallaştırılmış, insan onurunun güvence altına alındığı, bireysel ve temel medeni hakların en önemli değerler olarak benimsendiği bir yapı olduğuna dikkat çekiyor. Bununla birlikte Kempen, birliğin dini özgürlüklerin korunduğu ve kiliselerin kendilerini yönetebilmelerine izin verilen bir zemini olduğuna işare ediyor. Hukukçu Kempen, "Tanrısız bir topluluk benim düşünemeyeceğim bir durum. Gayet tabi ki birlik içindeki semavi bağı korumak durumundayız. Aksi takdirde birlik içerden çöker" diyor.
Dini mirasla ne kastediliyor?Tanrı sözcüğü Avrupa Anayasası'na girmedi. 26 AB üyesi tarafından onaylanan (İrlanda 2. oylamayı yapacak) Lizbon Antlaşması'nda da bunun yerine 'dini mirastan' söz edildi. Bu muğlâk bir ifade olarak değerlendiriliyor. Hiçbir şeyi dışlamadığı gibi ne içerdiği de belirsiz. Ancak hukukçular, burada kastedilenin "Hıristiyanlık ve Yahudilik" olduğunda birleşiyor. Hıristiyanlar, Lizbon Antlaşması'nda Tanrı'ya atıf yapılmasının yanı sıra Avrupa'nın Hıristiyan temellerine dikkat çekilmesini istemişlerdi. Papa II. John Paul, Hıristiyanlığı Avrupa'nın anadili olarak tanımlamıştı. Köln Üniversitesi'nde kilise hukukçusu olan Profesör Stefan Muckel, Hıristiyanların Avrupa Birliği'nden beklentilerini şu sözlerle aktarıyor: "Avrupa'nın yeni antlaşmasının giriş bölümü Hıristiyanların beklentisine cevap vermiyor. Ancak şu da kabul edilmeli. Lizbon sonrası, bugüne kadar olduğundan çok daha farklı olarak, Avrupa hukukunda kilise ve dini toplulukların hukuki statüleri kadar bireysel dini haklarını da çok kapsamlı bir şekilde korumaya dönük çok çeşitli karar alma süreçleri olacaktır."
"Avrupa Birliği (AB), dinin özel alana hapsedildiği katı laik bir yapıya sahip olmamalı". Bu yaklaşım hem yürürlüğe giremeyen Avrupa Anayasası, hem de akabinde kaleme alınan Lizbon Antlaşması'nda ortaya koyuluyor. Bir ekonomik topluluk olarak kurulan Avrupa Birliği yıllar içinde 27 üyeli bir siyasi birliğe dönüştü. Peki, Avrupa'yı ve birliğe üye ülkeleri özünde bir arada tutan ortak değerler hangileri? Bu soruyu cevaplayan Köln Üniversitesi'nde Uluslararası Hukuk Profesörü olan Bernhard Kempen, Avrupa Birliği'nin öncelikle kamusal açıdan kurumsallaştırılmış, insan onurunun güvence altına alındığı, bireysel ve temel medeni hakların en önemli değerler olarak benimsendiği bir yapı olduğuna dikkat çekiyor. Bununla birlikte Kempen, birliğin dini özgürlüklerin korunduğu ve kiliselerin kendilerini yönetebilmelerine izin verilen bir zemini olduğuna işare ediyor. Hukukçu Kempen, "Tanrısız bir topluluk benim düşünemeyeceğim bir durum. Gayet tabi ki birlik içindeki semavi bağı korumak durumundayız. Aksi takdirde birlik içerden çöker" diyor.
Dini mirasla ne kastediliyor?Tanrı sözcüğü Avrupa Anayasası'na girmedi. 26 AB üyesi tarafından onaylanan (İrlanda 2. oylamayı yapacak) Lizbon Antlaşması'nda da bunun yerine 'dini mirastan' söz edildi. Bu muğlâk bir ifade olarak değerlendiriliyor. Hiçbir şeyi dışlamadığı gibi ne içerdiği de belirsiz. Ancak hukukçular, burada kastedilenin "Hıristiyanlık ve Yahudilik" olduğunda birleşiyor. Hıristiyanlar, Lizbon Antlaşması'nda Tanrı'ya atıf yapılmasının yanı sıra Avrupa'nın Hıristiyan temellerine dikkat çekilmesini istemişlerdi. Papa II. John Paul, Hıristiyanlığı Avrupa'nın anadili olarak tanımlamıştı. Köln Üniversitesi'nde kilise hukukçusu olan Profesör Stefan Muckel, Hıristiyanların Avrupa Birliği'nden beklentilerini şu sözlerle aktarıyor: "Avrupa'nın yeni antlaşmasının giriş bölümü Hıristiyanların beklentisine cevap vermiyor. Ancak şu da kabul edilmeli. Lizbon sonrası, bugüne kadar olduğundan çok daha farklı olarak, Avrupa hukukunda kilise ve dini toplulukların hukuki statüleri kadar bireysel dini haklarını da çok kapsamlı bir şekilde korumaya dönük çok çeşitli karar alma süreçleri olacaktır."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.