Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u... Millet bitap ve çaresiz. Osmanlı Cihan Devleti içten yıkılmış, son demlerini yaşıyor. İşgal kuvvetleri İstanbul ve yurdun dört bir yanında. Vatan ve millet kurtarıcı bir el arıyor. Zamanın Padişahının emriyle M. Kemal Atatürk ve dava arkadaşları Kuvayı Milliye Ruhuyla Samsun'da bir milleti uyandıran, dirilten ateşi yakıyorlar. Öyle bir ruhla bu ateş yakılıyor ki, çaresizlik ve ümitsizliğe gark olmuş bu yüce millet haykırırcasına özüne dönüyor ve tekrar milli-manevi değerlerine sahip çıkıyor.
Yıl 2001. Mayıs'ın 20'si... Aradan geçen 82 yıl. Manzara aynı. Merhum M. Akif'in ifadesiyle; "Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdıracak günleri göstermesin" sözü tezahür ediyor. Düşman o yıllardaki gibi topla tüfekle gelmiyor. Savaş yöntem değiştirmiş. Kültürel, iktisadi boyuta taşınmış. Öyle bir tahribat yapılıyor ki; bu dinin bayraktarlığını asırlar boyu yapan yüce Türk milleti hissiyatsızlaştırılmış. Adeta uyuyor. O yüreğindeki iman ateşi küllenmiş. 1919'daki gibi külleri üzerinden atacak, yeniden kendini diriltip, özüne döndürecek bir el arıyor.
...Ve Çağlayan Meydanındaki muhteşem manzara. Adeta umutları yeşerten, gözleri yaşartan o muhteşem görüntü. Türkiye sel olmuş, meydana akmış. "Bu vatan sahipsiz değildir, bu vatanın gerçek sahipleri vardır" diyerek haykırıyor. Kilitlenmiş dilleri, küllenmiş gönülleri yeniden harekete geçiyor. Hiçbir gücün güdümü altında kalmayarak, gücünü sadece ve sadece inanmış halktan alan bu ruh, 1919'un Kuvayı Milliye ruhunu yeniden canlandırıyor. Bir çok hikmetlere vesile olan bu büyük miting, yüce Türk Milletinin silkinerek kendine gelmesine zemin hazırlıyor. Öyle bir kendine geliş ki; meydanı dolduran yüz binler tek bir yürek ve sesle, "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak" diye hayırıyor.
Meydanı dolduran yüz binler o kadar sahip çıkıyordu ki vatana, bir ara arkadaşlarla aramızda şöyle bir diyalog yaşandı:
Miting öncesi İstanbul Emniyeti üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, gerekli güvenlik önlemlerini almıştı. Çevre binalarda keskin nişancılar ve güvenlik kameraları yer alıyordu. Mitingin ilerleyen saatlerinde binaların üzerindeki çevik kuvvet sayısı azalınca bir arkadaş şu benzetmeyi yaptı: Polisimiz; "Bunlar bizden daha fazla vatanı koruyup, sahip çıkıyor" deyip; diğer mitinglerden farklı olduğunu görünce Emniyet tedbirlerini de azalttılar." Gerçekten de alanda görülmemiş bir birlik-beraberlik havası yaşanıyordu.
Çevre yollardan, eline aldığı Türk bayrağıyla meydana akın akın gelen insanların heyecanı gözlerinden okunuyordu. Çünkü kendilerini o meydana koşmaya iten güç; herhangi bir menfaat, makam ve mevkii sevdası değil, sadece ve sadece kökü imana dayanan bir vatan sevgisi... Tabi ki bu sevgiyi o gönüllere nakşeden büyük dava erleri. Öyle bir er ki, herkesin baş olduğu yerde ayak olmaya hazır bir er. Yüce milletimize kendini adamış, ayağının tozu olacak kadar sevdalı bir yürek. Nasıl olsun da akmasın yüz binler oraya...
Biraz önce dedik ya, öyle büyük hikmetlere gebe ki bu miting. Evet evet tam bir ayna mesabesinde. O büyük aynaya bakan herkes kendini görüyor ve safını netleştiriyor. Bu büyük milleti kandırmanın ve O'nun değerleriyle oynamanın vakti geçti artık. Çünkü ufuktan güneş artık farklı doğuyor. Her şey ayan beyan ortada. Sadece ve sadece mitingin medyadaki yansımalarına bakmak acı ile tatlıyı, siyah ile beyazı birbirinden ayırmak kadar her şeyi net olarak gösteriyor. Nerede din sömürücülüğü yapanlar, nerede milliyetçi-mukaddesatçı geçinenler, nerede birlik-beraberlik sevdalıları. Vazgeçin artık şu körü körüne teslimiyet ruhundan. Görün artık hakikati. Türkiye'nin önüne şu en sıkıntılı günlerinde Prof. Dr. Haydar Baş geçmiş, çözüm bizde diyor. Dinleyen yok. Daha önce dedik ya gözler körelmiş. Fakat öyle bir sel olmuş akıyor ki, Üstad N. Fazıl'ın ifadesiyle "Ayağa kalkmış geliyor Sakarya"... Katılın siz de bu kervana. Alın bayrağınızı elinize. Bu büyük Kuvayı Milliye hareketindeki yerinizi alın, vakit çok geç olmadan.
Bu coşku dolu manzara karşısında bu satırları yazmak istemezdim ama, kul olarak vazifemiz; inancımızın gereği kardeşlerimizi uyararak görevimizi yerine getirmek.
Prof. Dr. Haydar Baş, ülkemizin içinde bulunduğu durumu ve çözüm yollarını veciz ifadelerle ortaya koyduktan sonra, bunun nasıl gerçekleşeceğini somut bir örnekle açıkladı. O kadar çok mitinge katıldım. Hiçbirinde rastlamadığım, gönlümün derinliklerine hitap eden bu misal, beni olduğu kadar alanı dolduran yüz binleri de gözyaşlarına boğdu. Çünkü o bir gönül adamıydı. Gönüllerin nasıl ihata edileceğini de en iyi o biliyordu. Ve bunu da büyük Arif Abdülkadir Geylani'den verdiği "Aşk Menkıbesi" ile gösterdi. Artık söylenecek fazla söz kalmamıştı. Veda cümleleriyle sözlerini tamamlayıp, bir dahaki büyük buluşmaya kadar selam ve muhabbetlerini gönderiyordu...
Yusuf Kurt
Yıl 2001. Mayıs'ın 20'si... Aradan geçen 82 yıl. Manzara aynı. Merhum M. Akif'in ifadesiyle; "Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdıracak günleri göstermesin" sözü tezahür ediyor. Düşman o yıllardaki gibi topla tüfekle gelmiyor. Savaş yöntem değiştirmiş. Kültürel, iktisadi boyuta taşınmış. Öyle bir tahribat yapılıyor ki; bu dinin bayraktarlığını asırlar boyu yapan yüce Türk milleti hissiyatsızlaştırılmış. Adeta uyuyor. O yüreğindeki iman ateşi küllenmiş. 1919'daki gibi külleri üzerinden atacak, yeniden kendini diriltip, özüne döndürecek bir el arıyor.
...Ve Çağlayan Meydanındaki muhteşem manzara. Adeta umutları yeşerten, gözleri yaşartan o muhteşem görüntü. Türkiye sel olmuş, meydana akmış. "Bu vatan sahipsiz değildir, bu vatanın gerçek sahipleri vardır" diyerek haykırıyor. Kilitlenmiş dilleri, küllenmiş gönülleri yeniden harekete geçiyor. Hiçbir gücün güdümü altında kalmayarak, gücünü sadece ve sadece inanmış halktan alan bu ruh, 1919'un Kuvayı Milliye ruhunu yeniden canlandırıyor. Bir çok hikmetlere vesile olan bu büyük miting, yüce Türk Milletinin silkinerek kendine gelmesine zemin hazırlıyor. Öyle bir kendine geliş ki; meydanı dolduran yüz binler tek bir yürek ve sesle, "Bu vatan bizimdir, bizim kalacak" diye hayırıyor.
Meydanı dolduran yüz binler o kadar sahip çıkıyordu ki vatana, bir ara arkadaşlarla aramızda şöyle bir diyalog yaşandı:
Miting öncesi İstanbul Emniyeti üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, gerekli güvenlik önlemlerini almıştı. Çevre binalarda keskin nişancılar ve güvenlik kameraları yer alıyordu. Mitingin ilerleyen saatlerinde binaların üzerindeki çevik kuvvet sayısı azalınca bir arkadaş şu benzetmeyi yaptı: Polisimiz; "Bunlar bizden daha fazla vatanı koruyup, sahip çıkıyor" deyip; diğer mitinglerden farklı olduğunu görünce Emniyet tedbirlerini de azalttılar." Gerçekten de alanda görülmemiş bir birlik-beraberlik havası yaşanıyordu.
Çevre yollardan, eline aldığı Türk bayrağıyla meydana akın akın gelen insanların heyecanı gözlerinden okunuyordu. Çünkü kendilerini o meydana koşmaya iten güç; herhangi bir menfaat, makam ve mevkii sevdası değil, sadece ve sadece kökü imana dayanan bir vatan sevgisi... Tabi ki bu sevgiyi o gönüllere nakşeden büyük dava erleri. Öyle bir er ki, herkesin baş olduğu yerde ayak olmaya hazır bir er. Yüce milletimize kendini adamış, ayağının tozu olacak kadar sevdalı bir yürek. Nasıl olsun da akmasın yüz binler oraya...
Biraz önce dedik ya, öyle büyük hikmetlere gebe ki bu miting. Evet evet tam bir ayna mesabesinde. O büyük aynaya bakan herkes kendini görüyor ve safını netleştiriyor. Bu büyük milleti kandırmanın ve O'nun değerleriyle oynamanın vakti geçti artık. Çünkü ufuktan güneş artık farklı doğuyor. Her şey ayan beyan ortada. Sadece ve sadece mitingin medyadaki yansımalarına bakmak acı ile tatlıyı, siyah ile beyazı birbirinden ayırmak kadar her şeyi net olarak gösteriyor. Nerede din sömürücülüğü yapanlar, nerede milliyetçi-mukaddesatçı geçinenler, nerede birlik-beraberlik sevdalıları. Vazgeçin artık şu körü körüne teslimiyet ruhundan. Görün artık hakikati. Türkiye'nin önüne şu en sıkıntılı günlerinde Prof. Dr. Haydar Baş geçmiş, çözüm bizde diyor. Dinleyen yok. Daha önce dedik ya gözler körelmiş. Fakat öyle bir sel olmuş akıyor ki, Üstad N. Fazıl'ın ifadesiyle "Ayağa kalkmış geliyor Sakarya"... Katılın siz de bu kervana. Alın bayrağınızı elinize. Bu büyük Kuvayı Milliye hareketindeki yerinizi alın, vakit çok geç olmadan.
Bu coşku dolu manzara karşısında bu satırları yazmak istemezdim ama, kul olarak vazifemiz; inancımızın gereği kardeşlerimizi uyararak görevimizi yerine getirmek.
Prof. Dr. Haydar Baş, ülkemizin içinde bulunduğu durumu ve çözüm yollarını veciz ifadelerle ortaya koyduktan sonra, bunun nasıl gerçekleşeceğini somut bir örnekle açıkladı. O kadar çok mitinge katıldım. Hiçbirinde rastlamadığım, gönlümün derinliklerine hitap eden bu misal, beni olduğu kadar alanı dolduran yüz binleri de gözyaşlarına boğdu. Çünkü o bir gönül adamıydı. Gönüllerin nasıl ihata edileceğini de en iyi o biliyordu. Ve bunu da büyük Arif Abdülkadir Geylani'den verdiği "Aşk Menkıbesi" ile gösterdi. Artık söylenecek fazla söz kalmamıştı. Veda cümleleriyle sözlerini tamamlayıp, bir dahaki büyük buluşmaya kadar selam ve muhabbetlerini gönderiyordu...
Yusuf Kurt