Uhud Savaşı
Bedir Savaşı’ndan sonra kafirler asker toplayıp üç bin silahlı ve tertipli Medine’ye doğru yüz tuttular. Uhud diye tanınan menzile vardılar
22.08.2023 20:51:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Bedir Savaşı'ndan sonra kafirler asker toplayıp üç bin silahlı ve tertipli Medine'ye doğru yüz tuttular. Uhud diye tanınan menzile vardılar.
Bu sırada Hazret-i Risâlet de yedi yüz Muhacir ve Ensar ile onlara karşı çıktı. Karşı karşıya saf bağladılar. Uhud dağı arkada ve Medine karşıda, Ayın dağı solda kaldı. Ayın dağının bir vadisi, bir gediği pusu kurmaya elverişli idi.
Hazreti Resul (s.a.v.), Abdullah Habib'i elli okçu ile o yeri korumaya gönderdi. Onlara: "İslam askeri galip de gelse, mağlup da olsa bu yerden ayrılmayınız! Bu gedikten başka bir yere gitmeyiniz" dedi.
İki taraftan savaş ateşlenince ve muhabere meydanı kızışınca Kureyş cemaatinden Ebu Talha oğlu Talha meydana gelerek Ebu Tâlib oğlu Ali (a.s.)'ın elinde can verdi. Oğlu da cenge başlayınca Hamza'nın elinden ölüm şarabını yudumladı. Kısaca zafer kapıları İslam askerine açıldı. Kafirlerin askerleri birbirine karışıp bozgunluğa uğradı.
(...) Abdullah Habib onları yasakladı ise de başarılı olamadı.
Yağmaya başlarken, kafirler, o yolu boş ve askeri çapulla uğraşır görünce o yola yüz tutup, Abdullah'ı bazı sahabiler ile şehit etti.
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in sözlerine aykırılık eseri, şüphesiz askerin parçalanmasına sebep oldu. Kafirler galip geldi. İslam askeri üçe bölündü.
Ravzatü'l-Ahbab'da yazılmıştır ki: "İslam askeri dağılıp Hz. Resulü (s.a.v.) tenha, yapayalnız bırakınca, O Hazret Ali (a.s.)'dan başka kimseyi hizmetinde görmeyerek dedi ki:
'Ey Ali! Sen niçin öteki topluluklara katılmadın?'
Hz. Murteza: 'Ya Resûlallah, Seninleyim Ben' dedi.
Ansızın bütün kafirler Resûlullah'a yüz tuttu. Hazret-i Resul: 'Ya Ali! Bu topluluğu dağıt, perişan et!' dedi. Hz. Ali (a.s.) o topluluğu dağıttı. Çoğunu öldürdü, cehennem malikine kavuşturdu.
O halde iken Cebrail indi:
'Ya Resulallah' dedi, 'Ali (a.s.)'ın yaptığı bu iş Sana gönülden bağlılığının yüceliğidir!'
Hz. Resul (s.a.v.): 'Evet O Bendendir, Ben de O'ndanım' diye buyurdu.
Cebrail de: 'Ben de Sizdenim!' dedi.
(...) Kummaoğlu, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) doğruluk ve safâ güneşinin parladığı alnını, bir cefa taşı atarak yaraladı. Ve bu yaradan akan kanları Hz. Muhammed bir taraftan temizliyor, bir taraftan da:
'Eğer bir damla bu kandan yeryüzüne dökülse âsumânın belası iner' diyordu.
Şahaboğlu ise, Resul-i Ekrem'in küffara galebe çalacak kuvvetli pençesi bulunan mübarek kolunu gaddar bir okla yaralamıştı.
İbn Ebu Vakkas ise Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in dinî merasimde 'subhanallah' diyerek Hak Teala'yı tesbih eden ve bâtıl ile doğruyu ayıran şeriatın hayat maddesi olan ruh saçıcı dudağını parçalamış, dört ön dişini kırmıştı.
Ve haram yiyenin oğlu Hadim oğlu da, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i yaralar içinde görünce kılıcını kaldırdı, hücuma geçti. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu kılıç darbesinden Kendisini koruyarak bir kaya mağarasına gizlendi.
(...) Hamidoğlu: 'Peygamberlik davası eden Muhammed'i öldürdüm!' diye bağırmaya başladı.
Lanetli Şeytan da mel'un Hamidoğlu gibi haykırdı: 'Muhammed öldü, Muhammed öldü!'
Rivayet edilmiştir ki, Şeytan'ın bu sesi, Medine'ye kadar uzanmış, dost düşman arasına yayılmış, Müslümanlar mahzun olmuş ve düşmanlar sevinmişti.
Bu gazvede Hz. Hamza şehadet şerbetini içmiştir.
(...) Rivayet edilir ki, İslam askeri darmadağın olduğu zaman Hz. Fâtıma (a.s.) yanında bulunan kadınlarla babası Hz. Muhammed (s.a.v.)'den haber beklerken, bir atlı Resûlullah (s.a.v.)'in ölümünden haber vermişti.
Hz. Fâtıma (a.s.)'ın bu haberden aklı başından gitti. Kendisine geldiği zaman Medine kapısından çıktı. Hz. Aişe, Safiye, Hafsa ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ismetli evinin daha birkaç kadınıyla beraber Uhud dağına doğru yol aldılar.
Bu musibetlerden Fâtıma'nın (a.s.) vücudunun yürüyüş kuvveti kalmamıştı. Gayet takatsiz kaldı. O ismet göklerinin güneşi, gölge gibi bir eski duvarın köşesine çekildi ve etrafında bulunan kadınlardan dini bütün birisine yalvardı:
'O savaş meydanına koş. Babam Hz. Muhammed'den (s.a.v.) bir haber getir' dedi.
(...) Sonra ilerledi. Savaş meydanına ayakbastı. Hz. Muhammed (s.a.v.) gizlendiği hendekten çıkıp bayrağının gölgesinde oturduğu yere vardı.
Hemen mübarek ayaklarını öptü. Fâtıma'nın (a.s.) düştüğü hâli de uzun uzun anlatıp, Kendisine karşı duyduğu iştiyakı bildirdi. Hz. Resûlullah (s.a.v.) de:
'Ey mü'mine hatun' dedi. 'Geriye dön. Hayatımdan kızım Fâtıma'ya sevinç haberi götür ve O'nu Benim yanıma getir.'
Kadın geri döndü. Hz. Fâtıma'ya (a.s.) Hz. Muhammed'den (s.a.v.) müjdeler verdi.
Hz. Fâtıma (a.s.) o ıstıraplı hâli ile o muharebe meydanına geldi. Hz. Muhammed (s.a.v.) Kendisini karşıladı. O'nun gönlüne teselli verdikten az sonra kıyamet hatunu Fâtıma (a.s.):
'Ey şefkatli Babacığım, bu kadına şükran borcu ödeyeceğime and içmiştim' dedi.
Hz. Muhammed kadına sordu: 'Ey mü'mine, dileğin nedir?'
Kadın cevap verdi: 'Umduğum şudur ki, kıyamet gününde bana ve evladıma şefaat etmendir.'
Hz. Muhammed (s.a.v.) kadının muradını kabul etti ve Kendisine de izin verdi. Kadıncağız da oradan ayrılarak şehitlerin yanına gitti."
Hz. Fâtıma (a.s.)'ın Babasının yanına gelişinden sonra yaşananlar ise şöyle rivayet edilir:
"Hz. Fâtıma (a.s.) ve Safiye Uhud Savaşı'ndan sonra Resûlullah'ın (s.a.v.) yanına geldiklerinde O'na bakarlar. Peygamberimiz, Ali'ye (a.s.) der ki:
'Halamı Benden uzak tut. Ama Fâtıma'yı bırak gelsin.'
Hz. Fâtıma (a.s.), Resûlullah'a (s.a.v.) yaklaştığında yüzünün yaralandığını ve ağzının kanadığını görür. Bir yandan kanı siler, bir yandan da çığlık atarak şöyle der:
'Resûlullah'ın (s.a.v.) yüzünü kanatanlara Allah'ın gazabı daha da arttı..."
Resûlullah'ın (s.a.v.) yüzünden akan kanı eliyle alıp havaya savuruyordu. Bir damlası yere düşmüyordu."
Sahih-i Müslim'den: "Ebu Hazım'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Sehl ibn Sa'd, Resûlullah'ın Uhud Savaşı'nda aldığı yara hakkında sorulan bir soruya şöyle cevap verdi:
Resûlullah'ın yüzü yaralanmış, azı dişi kırılmış ve başındaki miğferi ezilmişti. Resûlullah'ın kızı Fâtıma O'nun yüzündeki kanı yıkıyor ve Ali ibn Ebi Tâlib (a.s.) kalkanıyla su döküyordu.
Fâtıma suyun kanı daha da arttırdığını görünce bir hasır parçasını yaktı ve külünü alıp yaranın üzerine sürdü, böylece kan kesildi." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
Bu sırada Hazret-i Risâlet de yedi yüz Muhacir ve Ensar ile onlara karşı çıktı. Karşı karşıya saf bağladılar. Uhud dağı arkada ve Medine karşıda, Ayın dağı solda kaldı. Ayın dağının bir vadisi, bir gediği pusu kurmaya elverişli idi.
Hazreti Resul (s.a.v.), Abdullah Habib'i elli okçu ile o yeri korumaya gönderdi. Onlara: "İslam askeri galip de gelse, mağlup da olsa bu yerden ayrılmayınız! Bu gedikten başka bir yere gitmeyiniz" dedi.
İki taraftan savaş ateşlenince ve muhabere meydanı kızışınca Kureyş cemaatinden Ebu Talha oğlu Talha meydana gelerek Ebu Tâlib oğlu Ali (a.s.)'ın elinde can verdi. Oğlu da cenge başlayınca Hamza'nın elinden ölüm şarabını yudumladı. Kısaca zafer kapıları İslam askerine açıldı. Kafirlerin askerleri birbirine karışıp bozgunluğa uğradı.
(...) Abdullah Habib onları yasakladı ise de başarılı olamadı.
Yağmaya başlarken, kafirler, o yolu boş ve askeri çapulla uğraşır görünce o yola yüz tutup, Abdullah'ı bazı sahabiler ile şehit etti.
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in sözlerine aykırılık eseri, şüphesiz askerin parçalanmasına sebep oldu. Kafirler galip geldi. İslam askeri üçe bölündü.
Ravzatü'l-Ahbab'da yazılmıştır ki: "İslam askeri dağılıp Hz. Resulü (s.a.v.) tenha, yapayalnız bırakınca, O Hazret Ali (a.s.)'dan başka kimseyi hizmetinde görmeyerek dedi ki:
'Ey Ali! Sen niçin öteki topluluklara katılmadın?'
Hz. Murteza: 'Ya Resûlallah, Seninleyim Ben' dedi.
Ansızın bütün kafirler Resûlullah'a yüz tuttu. Hazret-i Resul: 'Ya Ali! Bu topluluğu dağıt, perişan et!' dedi. Hz. Ali (a.s.) o topluluğu dağıttı. Çoğunu öldürdü, cehennem malikine kavuşturdu.
O halde iken Cebrail indi:
'Ya Resulallah' dedi, 'Ali (a.s.)'ın yaptığı bu iş Sana gönülden bağlılığının yüceliğidir!'
Hz. Resul (s.a.v.): 'Evet O Bendendir, Ben de O'ndanım' diye buyurdu.
Cebrail de: 'Ben de Sizdenim!' dedi.
(...) Kummaoğlu, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) doğruluk ve safâ güneşinin parladığı alnını, bir cefa taşı atarak yaraladı. Ve bu yaradan akan kanları Hz. Muhammed bir taraftan temizliyor, bir taraftan da:
'Eğer bir damla bu kandan yeryüzüne dökülse âsumânın belası iner' diyordu.
Şahaboğlu ise, Resul-i Ekrem'in küffara galebe çalacak kuvvetli pençesi bulunan mübarek kolunu gaddar bir okla yaralamıştı.
İbn Ebu Vakkas ise Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in dinî merasimde 'subhanallah' diyerek Hak Teala'yı tesbih eden ve bâtıl ile doğruyu ayıran şeriatın hayat maddesi olan ruh saçıcı dudağını parçalamış, dört ön dişini kırmıştı.
Ve haram yiyenin oğlu Hadim oğlu da, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i yaralar içinde görünce kılıcını kaldırdı, hücuma geçti. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu kılıç darbesinden Kendisini koruyarak bir kaya mağarasına gizlendi.
(...) Hamidoğlu: 'Peygamberlik davası eden Muhammed'i öldürdüm!' diye bağırmaya başladı.
Lanetli Şeytan da mel'un Hamidoğlu gibi haykırdı: 'Muhammed öldü, Muhammed öldü!'
Rivayet edilmiştir ki, Şeytan'ın bu sesi, Medine'ye kadar uzanmış, dost düşman arasına yayılmış, Müslümanlar mahzun olmuş ve düşmanlar sevinmişti.
Bu gazvede Hz. Hamza şehadet şerbetini içmiştir.
(...) Rivayet edilir ki, İslam askeri darmadağın olduğu zaman Hz. Fâtıma (a.s.) yanında bulunan kadınlarla babası Hz. Muhammed (s.a.v.)'den haber beklerken, bir atlı Resûlullah (s.a.v.)'in ölümünden haber vermişti.
Hz. Fâtıma (a.s.)'ın bu haberden aklı başından gitti. Kendisine geldiği zaman Medine kapısından çıktı. Hz. Aişe, Safiye, Hafsa ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ismetli evinin daha birkaç kadınıyla beraber Uhud dağına doğru yol aldılar.
Bu musibetlerden Fâtıma'nın (a.s.) vücudunun yürüyüş kuvveti kalmamıştı. Gayet takatsiz kaldı. O ismet göklerinin güneşi, gölge gibi bir eski duvarın köşesine çekildi ve etrafında bulunan kadınlardan dini bütün birisine yalvardı:
'O savaş meydanına koş. Babam Hz. Muhammed'den (s.a.v.) bir haber getir' dedi.
(...) Sonra ilerledi. Savaş meydanına ayakbastı. Hz. Muhammed (s.a.v.) gizlendiği hendekten çıkıp bayrağının gölgesinde oturduğu yere vardı.
Hemen mübarek ayaklarını öptü. Fâtıma'nın (a.s.) düştüğü hâli de uzun uzun anlatıp, Kendisine karşı duyduğu iştiyakı bildirdi. Hz. Resûlullah (s.a.v.) de:
'Ey mü'mine hatun' dedi. 'Geriye dön. Hayatımdan kızım Fâtıma'ya sevinç haberi götür ve O'nu Benim yanıma getir.'
Kadın geri döndü. Hz. Fâtıma'ya (a.s.) Hz. Muhammed'den (s.a.v.) müjdeler verdi.
Hz. Fâtıma (a.s.) o ıstıraplı hâli ile o muharebe meydanına geldi. Hz. Muhammed (s.a.v.) Kendisini karşıladı. O'nun gönlüne teselli verdikten az sonra kıyamet hatunu Fâtıma (a.s.):
'Ey şefkatli Babacığım, bu kadına şükran borcu ödeyeceğime and içmiştim' dedi.
Hz. Muhammed kadına sordu: 'Ey mü'mine, dileğin nedir?'
Kadın cevap verdi: 'Umduğum şudur ki, kıyamet gününde bana ve evladıma şefaat etmendir.'
Hz. Muhammed (s.a.v.) kadının muradını kabul etti ve Kendisine de izin verdi. Kadıncağız da oradan ayrılarak şehitlerin yanına gitti."
Hz. Fâtıma (a.s.)'ın Babasının yanına gelişinden sonra yaşananlar ise şöyle rivayet edilir:
"Hz. Fâtıma (a.s.) ve Safiye Uhud Savaşı'ndan sonra Resûlullah'ın (s.a.v.) yanına geldiklerinde O'na bakarlar. Peygamberimiz, Ali'ye (a.s.) der ki:
'Halamı Benden uzak tut. Ama Fâtıma'yı bırak gelsin.'
Hz. Fâtıma (a.s.), Resûlullah'a (s.a.v.) yaklaştığında yüzünün yaralandığını ve ağzının kanadığını görür. Bir yandan kanı siler, bir yandan da çığlık atarak şöyle der:
'Resûlullah'ın (s.a.v.) yüzünü kanatanlara Allah'ın gazabı daha da arttı..."
Resûlullah'ın (s.a.v.) yüzünden akan kanı eliyle alıp havaya savuruyordu. Bir damlası yere düşmüyordu."
Sahih-i Müslim'den: "Ebu Hazım'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Sehl ibn Sa'd, Resûlullah'ın Uhud Savaşı'nda aldığı yara hakkında sorulan bir soruya şöyle cevap verdi:
Resûlullah'ın yüzü yaralanmış, azı dişi kırılmış ve başındaki miğferi ezilmişti. Resûlullah'ın kızı Fâtıma O'nun yüzündeki kanı yıkıyor ve Ali ibn Ebi Tâlib (a.s.) kalkanıyla su döküyordu.
Fâtıma suyun kanı daha da arttırdığını görünce bir hasır parçasını yaktı ve külünü alıp yaranın üzerine sürdü, böylece kan kesildi." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.






























































































