‘Tevhid halinde kendini yok et!’
Hallaç (r.h.), Havas’ı manevî yolculuğu uzatır bulmuştu. Havas, “Halimin iyiye yönelmesi için çalışmamı uzatıyorum” dediğinde, “Sen içini mamur kılayım derken ömrünü tüketiyorsun. Tevhid halinde kendini yok etmek hani, bu halden ne kadar uzaksın” buyurdu
24.10.2023 21:00:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





(…dünden devam)
İmam Gazali Hazretleri şöyle buyurdu:
Hüseyin b. Mansur'la (Hallaç), Havas (r.h.) arasında geçen şu konuşma çok hikmetlidir:
Hallaç (r.h.), Havas'ı manevî yolculuğu uzatır bulmuştu. Duruma işaret için şöyle bir soru sordu: "Manevî halin nasıl, ne durumdasın?"
Havas (r.h.) şu cevabı verdi: "Halimin iyiye yönelmesi için, çalışmamı uzatıyorum."
Bu cevaba karşılık, Hallaç şöyle buyurdu: "Sen içini mamur kılayım derken ömrünü tüketiyorsun. Tevhid halinde kendini yok etmek hani, bu halden ne kadar uzaksın!"
Hallaç (r.h.), Havas'ı üçüncü makamda buluyordu. Son cümleleri ile onu, dördüncü makama almayı arzuluyordu.
Söylediklerimizi kısmen anladın sanırız. Şimdi bize şu suali soracağını tahmin ediyoruz: "Anladık ki, dördüncü makam üzerine konuşma yapamıyorsun. Orası tamamen bizim için bir yokluk âlemidir. Hiç olmazsa bize üçüncü makamı biraz daha açıkla."
Olur, derim. Anlatacaklarımı iyi dinle, belle... Şunu kat'î bilesin ki, Allah Teâlâ'dan gayri yaratıcı yoktur. Allah Teâlâ'nın izni olmadan bir zerre dahi yerinden oynayamaz. Bu kâfidir. Yerde ve göklerde aynı hüküm bakidir. Zenginlik, fakirlik, hayat, ölüm O'nun izni olmadan olmaz. Her şeyi yaratıp icad âlemine getiren O'dur. Bu halleri gerçekten müşahede eden bilir ki, O'ndan başka ilâh yok... Bunu bilince de, O'ndan başkasından ümidini keser, O'nunla zengin olur. Başka şeye bakmaz. Bilir ki, her şeyi O'nun kudreti teşhir etmiştir. Bu halin sahibi bakar, sultandan af çıkıyorsa ona teşekkür eder, şükran duygusunu arz eder.
Kaleme, kâğıda sarılıp öpmez. Gerçekten kâtibi görür. Ona göre kâtip, sultandır.
Durumu böyle göremeyen, sebeplere bakar. Bu da, af sahibini unutup, kaleme, kâğıda, mürekkebe bakıp onlara teşekkür edene benzer. Anlatmak istediğimiz makamın muvahhidi odur ki, sultanın Cemâl sıfatı tecellisi karşısında, dehşete düşer, kalemi göremez. Hatta kalemin ve mürekkebin varlığını dahi aklına getiremez; ne görür, ne de anar. Bunları dinledikten sonra, bir sual daha sorabilirsin ve dersin ki: "Söylediğin şeyler ancak cemadat, bize cansız görünen şeyler için doğru, anladım. Ama yaptığında oldukça hür, serbest, hayrı yapan, gerektiğinde affeden, veren, istediği zaman mâni olabilen insan için saydığın şeyler nasıl tahakkuk eder? Bu durumda, yapılacak işleri aslına nasıl vardırabilirim?"
Derim ki: İnce bir noktaya dokundun. Tehlikeli bir konuyu ele aldın. Pek çok kimsenin ayağı burada kaydı. Ancak, bu kaymadan, şeytanın hükmünü geçiremediği, Allah Teâlâ'nın seçilmiş kulları kurtuldu. Bunlar, basiret nuru ile baktı ve yazı yazan kâtibi, o hal için, kudret sahibinin emrini yapmaya mecbur ve çaresiz gördü. Tıpkı, zayıf imanlıların kalemi, kâtibin elinde yazmak zorunda ve çaresiz gördükleri gibi... Zayıf imanlıların buradaki kısır görüşü, tıpkı sadece yazılı kâğıdı gören bir karıncanın kısır görüşü gibidir. Karınca, yazan kâtibi göremediği gibi, zayıf imanlılar da kâtibin ötesindeki varlığı göremediler. Karınca, kâğıdın üzerine çıktı, en çok görebildiği kalem oldu, yazı yazan onu sandı.
Zayıf imanlıların durumu anlattığımız gibidir.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den…)
İmam Gazali Hazretleri şöyle buyurdu:
Hüseyin b. Mansur'la (Hallaç), Havas (r.h.) arasında geçen şu konuşma çok hikmetlidir:
Hallaç (r.h.), Havas'ı manevî yolculuğu uzatır bulmuştu. Duruma işaret için şöyle bir soru sordu: "Manevî halin nasıl, ne durumdasın?"
Havas (r.h.) şu cevabı verdi: "Halimin iyiye yönelmesi için, çalışmamı uzatıyorum."
Bu cevaba karşılık, Hallaç şöyle buyurdu: "Sen içini mamur kılayım derken ömrünü tüketiyorsun. Tevhid halinde kendini yok etmek hani, bu halden ne kadar uzaksın!"
Hallaç (r.h.), Havas'ı üçüncü makamda buluyordu. Son cümleleri ile onu, dördüncü makama almayı arzuluyordu.
Söylediklerimizi kısmen anladın sanırız. Şimdi bize şu suali soracağını tahmin ediyoruz: "Anladık ki, dördüncü makam üzerine konuşma yapamıyorsun. Orası tamamen bizim için bir yokluk âlemidir. Hiç olmazsa bize üçüncü makamı biraz daha açıkla."
Olur, derim. Anlatacaklarımı iyi dinle, belle... Şunu kat'î bilesin ki, Allah Teâlâ'dan gayri yaratıcı yoktur. Allah Teâlâ'nın izni olmadan bir zerre dahi yerinden oynayamaz. Bu kâfidir. Yerde ve göklerde aynı hüküm bakidir. Zenginlik, fakirlik, hayat, ölüm O'nun izni olmadan olmaz. Her şeyi yaratıp icad âlemine getiren O'dur. Bu halleri gerçekten müşahede eden bilir ki, O'ndan başka ilâh yok... Bunu bilince de, O'ndan başkasından ümidini keser, O'nunla zengin olur. Başka şeye bakmaz. Bilir ki, her şeyi O'nun kudreti teşhir etmiştir. Bu halin sahibi bakar, sultandan af çıkıyorsa ona teşekkür eder, şükran duygusunu arz eder.
Kaleme, kâğıda sarılıp öpmez. Gerçekten kâtibi görür. Ona göre kâtip, sultandır.
Durumu böyle göremeyen, sebeplere bakar. Bu da, af sahibini unutup, kaleme, kâğıda, mürekkebe bakıp onlara teşekkür edene benzer. Anlatmak istediğimiz makamın muvahhidi odur ki, sultanın Cemâl sıfatı tecellisi karşısında, dehşete düşer, kalemi göremez. Hatta kalemin ve mürekkebin varlığını dahi aklına getiremez; ne görür, ne de anar. Bunları dinledikten sonra, bir sual daha sorabilirsin ve dersin ki: "Söylediğin şeyler ancak cemadat, bize cansız görünen şeyler için doğru, anladım. Ama yaptığında oldukça hür, serbest, hayrı yapan, gerektiğinde affeden, veren, istediği zaman mâni olabilen insan için saydığın şeyler nasıl tahakkuk eder? Bu durumda, yapılacak işleri aslına nasıl vardırabilirim?"
Derim ki: İnce bir noktaya dokundun. Tehlikeli bir konuyu ele aldın. Pek çok kimsenin ayağı burada kaydı. Ancak, bu kaymadan, şeytanın hükmünü geçiremediği, Allah Teâlâ'nın seçilmiş kulları kurtuldu. Bunlar, basiret nuru ile baktı ve yazı yazan kâtibi, o hal için, kudret sahibinin emrini yapmaya mecbur ve çaresiz gördü. Tıpkı, zayıf imanlıların kalemi, kâtibin elinde yazmak zorunda ve çaresiz gördükleri gibi... Zayıf imanlıların buradaki kısır görüşü, tıpkı sadece yazılı kâğıdı gören bir karıncanın kısır görüşü gibidir. Karınca, yazan kâtibi göremediği gibi, zayıf imanlılar da kâtibin ötesindeki varlığı göremediler. Karınca, kâğıdın üzerine çıktı, en çok görebildiği kalem oldu, yazı yazan onu sandı.
Zayıf imanlıların durumu anlattığımız gibidir.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den…)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.