Tarih şahittir ki ihanetin bedeli çok ağırdır
O bakımdan kanaatimiz odur ki; dini bütünlüğümüz aynı zamanda milli bütünlüğümüzdür. Veya bunun tersi, milli bütünlüğümüz aynı zamanda dini bütünlüğümüzdür
30.01.2021 00:51:00
Bizim değerlerimizin tamamı temel itibariyle akaidimize oturmuştur. Milli değerlerimizin tamamı akaidimizden kaynaklanıyor. Bayraktı, sancaktı, askerdi, güçtü, kuvvetti, vatandı, devletti vs. bunların hepsi itikat esaslarımızın içerisinde olan değerlerimizdir.
Ama aynı zamanda evamir - i ilahidir. "Vatan sevgisi imandandır." "Bayrak", "sancak"; Sevgili Peygamberimizin, sahabesine işaret ettiği sünnetlerdendir. Hangisine el atarsanız işin temelinde dini bir motif, bir emir buluyorsunuz.
Bunların bir tanesini silkelediğiniz zaman diğeri düşüyor, hepsi birden dökülüyor. Dolayısıyla millet olarak biz bunların tamamına sahip çıkacağız.
O bakımdan kanaatimiz odur ki; dini bütünlüğümüz aynı zamanda milli bütünlüğümüzdür. Veya bunun tersi, milli bütünlüğümüz aynı zamanda dini bütünlüğümüzdür.
Bunların ögeleri ile oynadığınız zaman millet diye bir şeyi karşınızda bulamazsınız. Sizi düşmanınıza karşı güçlü kılan o direnç elinizden yok olur gider; ayağımızın altından çekilir, alınır.
Varlık sebebinizi izah edemezsiniz. Kendi varlık sebebini izah edemeyen insan veya asker nasıl düşmana karşı mukavim olabilir ki? Onun için bu tip tartışmalara girmenin hiçbir zaman ne dini, ne de milli boyutu vardır. Hiçbir şeye faydası yoktur. Tamamen zararı vardır.
Muhterem Hocam! Durup dururken milletimizin sahip olduğu bütün milli- manevi değerler tartışmaya açıldı. Dini değerleri tartışmaya açıldı. Bununla yapılmak istenen nedir?
Ben her şeyden evvel mevzuya bir hususun altını çizerek girmek istiyorum. Hadiseler her ne kadar dini gibi görünüyorsa da haddizatında bu olaylar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı organize bir fiilin tezahürüdür. Yani hedef Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu aziz vatandır.
Bugün savaş şekilleri değişmiştir. Kaldı ki bu savaş tarzı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, l750'1i yıllardan zamanımıza kadar faturasını çokça ödediğimiz bir savaş tarzıdır. Bunu bizim çok iyi görüp, bilmemiz lazım.
Bir milletin manevi ve milli değerleri vardır. Bu değerler o milletin direncidir. Siz bu direnci ortadan kaldırdığınız zaman müdafaa veya taarruz gücünü yok edersiniz. Bu direnç yok olduğu zaman milletin birey olma düşüncesi de yok olur. Tarihte bunun çok örnekleri vardır. Bu oyun Osmanlıdan evvel Endülüs'te oynanmıştır ve tutmuştur.
800 küsur sene süren Endülüs İmparatorluğu'nun hayatı bu anlayışın vahim bir neticesi olarak sona ermiştir. Tartışmalar çok basit müzakere ve mütalaalarla başladı. Tabir-i caizse "şu-bu yense ne olur?" ile başladı. "Biz onların kızını alsak, onlara kızımızı versek ne olur?" mütalaasına kadar iş gitti. Neticede koskocaman bir Endülüs yok oldu.
Tabii zehri size takdim eden insan, süslü tabaklarda takdim ediyor. Bunu görüp, "bu zehirdir" demeniz çok zor oluyor. Aynı oyun imparatorluk döneminde Ortadoğu'da, bugünkü İslam aleminde biz Türklere karşı oynanmıştır.
Çok enteresandır, Ürdün Kralı Hüseyin'in dedesi olan Şerif Hüseyin bin Ali, bilhassa İngiliz misyonerler tarafından kandırıldı. "Neden hilafet sizde değil? Siz, Peygamber soyundan necip bir milletsiniz z. Halife olmak sizin tabii hakkınızdır" gibi sözlerle, suret-i haktan görünmek suretiyle Şerif Hüseyin'i elde ettiler. Oysa bu Şerif Hüseyin'e, Osmanlı'nın yapmadığı iyilik kalmamıştı.
Demek ki koltuk, makam insanın gözünü öyle bir kör ediyor ki, o makam hırsı yapılan iyiliklerin hiç birini ona göstermedi.
Onu, Osmanlı'ya karşı önce kışkırttılar. Sonra da İngilizlerin yaptığı askeri çıkarmayla Şerif Hüseyin'in ittifakı, Osmanlı'nın o topraklardan tecrit edilmesine, çıkarılmasına sebep oldu.
Tarih şahit; İhanetin bedeli çok ağırdır
İlk zamanlar basit iddialarla işe başladılar. Bedevi Arapları devreye koydular. Şehirli Arapları koyamadılar. Zira şehirde oturan Araplar, Osmanlı'ya hayrandı. Medine-i Münevvere 'de Araplara öyle bir hürmet, sevgi besleniyordu ki, Araplar hayret ediyordu.
Osmanlı çok nazik, nezafet ehli bir millettir. "Bu nesilden peygamber çıktı. Onun için ben bunun hakkını korumak ve kollamak mecburiyetindeyim" diyordu. Medine'de yaşayan Araplar bize taraf oldu. Ama çölde yaşayan Araplar bu nezaketten uzak olduğu için çok rahatça misyonerlerin kandırmasına uğradı. Bu iş için İngilizler bir bakanlık tahsis ettiler. O bakanlığın hazırladığı projeleri hayata geçirdiler.
Bu konuyu çok müdellel bir şekilde "Dini ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler" adlı eserimde ele aldım.
Şerif Hüseyin tam başarıya ulaştığı zaman İngiliz diyor ki; "Bu adam kendisini besleyeni yok etti. Bizi de yok etmeye çalışır." Onun için daha evvel hazırladığı ve Vahhabilikle gündeme getirdiği bir kabileyi devreye soktu. Onlarda Şerif Hüseyin'i devreden çıkarttılar. Şerif Hüseyin yaptığı ihanetin vahametini anlıyor ama iş işten geçiyor.
Burada da olaylar çok basit şeylerle gündem edildi. "Bu hadis sahihtir, bu mütevatirdir, bu zayıf tır" tartışmaları yapıldı. O günün şartlarında bu tip mütalaalar, müzakereler ortaya atıldı.
Bunun sonunda ne oldu? O direnç kayboldu. Direnç kaybolunca Osmanlı'nın yanındaki insan niçin savaşacağını bilemedi. Allah korusun! Genç Türk neslinin neden savaşacağını bilemeden cepheye gittiğini düşünün. O direncin kaybolduğunu düşünün. Hiçbir meydan muharebesinde cesur, atılgan, hakkını müdafaa eden, kartal gibi dalışlar yapan bir insan, bir cengaver göremezsin. Refüze edilmiş, adeta eroinle, afyonla uyuşturulmuş bir varlık karşınıza çıkar.
Birinci etapta bu tehlikeyi görüyoruz. Milli ve dini değerlerle oynamanın faturasını hiç kimse ödeyemez." (Prof. Dr. Haydar Baş, Niçin Türkiye eseri 2. Bölümden) H; AknAydn
Ama aynı zamanda evamir - i ilahidir. "Vatan sevgisi imandandır." "Bayrak", "sancak"; Sevgili Peygamberimizin, sahabesine işaret ettiği sünnetlerdendir. Hangisine el atarsanız işin temelinde dini bir motif, bir emir buluyorsunuz.
Bunların bir tanesini silkelediğiniz zaman diğeri düşüyor, hepsi birden dökülüyor. Dolayısıyla millet olarak biz bunların tamamına sahip çıkacağız.
O bakımdan kanaatimiz odur ki; dini bütünlüğümüz aynı zamanda milli bütünlüğümüzdür. Veya bunun tersi, milli bütünlüğümüz aynı zamanda dini bütünlüğümüzdür.
Bunların ögeleri ile oynadığınız zaman millet diye bir şeyi karşınızda bulamazsınız. Sizi düşmanınıza karşı güçlü kılan o direnç elinizden yok olur gider; ayağımızın altından çekilir, alınır.
Varlık sebebinizi izah edemezsiniz. Kendi varlık sebebini izah edemeyen insan veya asker nasıl düşmana karşı mukavim olabilir ki? Onun için bu tip tartışmalara girmenin hiçbir zaman ne dini, ne de milli boyutu vardır. Hiçbir şeye faydası yoktur. Tamamen zararı vardır.
Muhterem Hocam! Durup dururken milletimizin sahip olduğu bütün milli- manevi değerler tartışmaya açıldı. Dini değerleri tartışmaya açıldı. Bununla yapılmak istenen nedir?
Ben her şeyden evvel mevzuya bir hususun altını çizerek girmek istiyorum. Hadiseler her ne kadar dini gibi görünüyorsa da haddizatında bu olaylar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı organize bir fiilin tezahürüdür. Yani hedef Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu aziz vatandır.
Bugün savaş şekilleri değişmiştir. Kaldı ki bu savaş tarzı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, l750'1i yıllardan zamanımıza kadar faturasını çokça ödediğimiz bir savaş tarzıdır. Bunu bizim çok iyi görüp, bilmemiz lazım.
Bir milletin manevi ve milli değerleri vardır. Bu değerler o milletin direncidir. Siz bu direnci ortadan kaldırdığınız zaman müdafaa veya taarruz gücünü yok edersiniz. Bu direnç yok olduğu zaman milletin birey olma düşüncesi de yok olur. Tarihte bunun çok örnekleri vardır. Bu oyun Osmanlıdan evvel Endülüs'te oynanmıştır ve tutmuştur.
800 küsur sene süren Endülüs İmparatorluğu'nun hayatı bu anlayışın vahim bir neticesi olarak sona ermiştir. Tartışmalar çok basit müzakere ve mütalaalarla başladı. Tabir-i caizse "şu-bu yense ne olur?" ile başladı. "Biz onların kızını alsak, onlara kızımızı versek ne olur?" mütalaasına kadar iş gitti. Neticede koskocaman bir Endülüs yok oldu.
Tabii zehri size takdim eden insan, süslü tabaklarda takdim ediyor. Bunu görüp, "bu zehirdir" demeniz çok zor oluyor. Aynı oyun imparatorluk döneminde Ortadoğu'da, bugünkü İslam aleminde biz Türklere karşı oynanmıştır.
Çok enteresandır, Ürdün Kralı Hüseyin'in dedesi olan Şerif Hüseyin bin Ali, bilhassa İngiliz misyonerler tarafından kandırıldı. "Neden hilafet sizde değil? Siz, Peygamber soyundan necip bir milletsiniz z. Halife olmak sizin tabii hakkınızdır" gibi sözlerle, suret-i haktan görünmek suretiyle Şerif Hüseyin'i elde ettiler. Oysa bu Şerif Hüseyin'e, Osmanlı'nın yapmadığı iyilik kalmamıştı.
Demek ki koltuk, makam insanın gözünü öyle bir kör ediyor ki, o makam hırsı yapılan iyiliklerin hiç birini ona göstermedi.
Onu, Osmanlı'ya karşı önce kışkırttılar. Sonra da İngilizlerin yaptığı askeri çıkarmayla Şerif Hüseyin'in ittifakı, Osmanlı'nın o topraklardan tecrit edilmesine, çıkarılmasına sebep oldu.
Tarih şahit; İhanetin bedeli çok ağırdır
İlk zamanlar basit iddialarla işe başladılar. Bedevi Arapları devreye koydular. Şehirli Arapları koyamadılar. Zira şehirde oturan Araplar, Osmanlı'ya hayrandı. Medine-i Münevvere 'de Araplara öyle bir hürmet, sevgi besleniyordu ki, Araplar hayret ediyordu.
Osmanlı çok nazik, nezafet ehli bir millettir. "Bu nesilden peygamber çıktı. Onun için ben bunun hakkını korumak ve kollamak mecburiyetindeyim" diyordu. Medine'de yaşayan Araplar bize taraf oldu. Ama çölde yaşayan Araplar bu nezaketten uzak olduğu için çok rahatça misyonerlerin kandırmasına uğradı. Bu iş için İngilizler bir bakanlık tahsis ettiler. O bakanlığın hazırladığı projeleri hayata geçirdiler.
Bu konuyu çok müdellel bir şekilde "Dini ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler" adlı eserimde ele aldım.
Şerif Hüseyin tam başarıya ulaştığı zaman İngiliz diyor ki; "Bu adam kendisini besleyeni yok etti. Bizi de yok etmeye çalışır." Onun için daha evvel hazırladığı ve Vahhabilikle gündeme getirdiği bir kabileyi devreye soktu. Onlarda Şerif Hüseyin'i devreden çıkarttılar. Şerif Hüseyin yaptığı ihanetin vahametini anlıyor ama iş işten geçiyor.
Burada da olaylar çok basit şeylerle gündem edildi. "Bu hadis sahihtir, bu mütevatirdir, bu zayıf tır" tartışmaları yapıldı. O günün şartlarında bu tip mütalaalar, müzakereler ortaya atıldı.
Bunun sonunda ne oldu? O direnç kayboldu. Direnç kaybolunca Osmanlı'nın yanındaki insan niçin savaşacağını bilemedi. Allah korusun! Genç Türk neslinin neden savaşacağını bilemeden cepheye gittiğini düşünün. O direncin kaybolduğunu düşünün. Hiçbir meydan muharebesinde cesur, atılgan, hakkını müdafaa eden, kartal gibi dalışlar yapan bir insan, bir cengaver göremezsin. Refüze edilmiş, adeta eroinle, afyonla uyuşturulmuş bir varlık karşınıza çıkar.
Birinci etapta bu tehlikeyi görüyoruz. Milli ve dini değerlerle oynamanın faturasını hiç kimse ödeyemez." (Prof. Dr. Haydar Baş, Niçin Türkiye eseri 2. Bölümden) H; AknAydn