Otelin yemek salonunda açık büfe akşam yemeği veriliyor. Sıranın gelmesini bekliyorum. Servislere dizilmiş yemek kaplarında sebzeler, etli yemekler, balık çeşitleri, adını bilmediğimiz salata ve tatlılar misafirleri bekliyor… Başında dikilmiş olanlar hangisinden alacağını değil, hepsinden nasıl alacağının hesabında…
Çok severim bu manzarayı. Rahmetli dedemin lafı gelir aklıma… "Bir insanı tanımak istiyorsan onunla ya yemek yiyeceksin ya da yolculuk edeceksin" derdi.
Pek çok kimse ile yolculuk da yaptık, yemek de yedik. Buna rağmen dost sandıklarımızı tanımakta yine de yanıldığımız oldu. İyi duygular besleyip, iyi insan olduklarını zannettiklerimizin yanlışlarını fark etmek bir ömür aldı. Onları hayatımızdan çıkartmak, ne kadar yanlış düşünceler beslediğimizi fark etmek bize acı geldi.
Tıpkı rengine ve tazeliğine güvenip, tatlı olduğunu söyleyenlere kanarak ısırdığınız bir yeşil biber gibi ağzımız yandı, başımız derde girdi. Ancak yapacak bir şey yok. Hayat bir deneyimler zinciri…
Yıllar sonra anladık ki, insanda var olan nefis duygusu hem ifrata kaçmadan tatmin edilmeyi hem de terbiye edilmeyi bekliyor. Bu sadece güzel bir kadın gördüğünüz zaman değil, çeşit çeşit yemekle karşılaştığınızda da geçerli…
Tabii zaman zaman yanında öteki dünyaya götüremeyeceği kadar çok mal edinmeyi arzu edenler de, nefsin parçalarından ve insanoğlunun doyumsuzluğundan örnekler sunuyorlar size…
Zenginliklerini hayır için kullanmakla, başkalarını gerek görüntü ve gerekse malının ağırlığı ile ezmek, böbürlenmek, yaptığı iyiliği başa kakmak, kendini övmek için kullanmak, başkasını beğenmemek, beğenmediğini göstermek de maalesef kötü bir haslet.
Mesela yemek standından tabağını dolduran, şişman bir beyefendinin aynı anda birkaç çeşit et yemeği alması, dökecek kadar çok sebze ve tatlı doldurması, sıradakileri düşünmeden ekmek sepetini boşaltması oysa ne önemli bir sınavdır? Ancak bunun farkında bile olmaması seyredenler için ibretlik bir manzaradır.
Maalesef dayanamayıp yemek standının başında ağzına bir şeyler tıkan, taşıyamadığı tabaklar için karısından yardım isteyen çok insan gördüm… Ne giydiği takım elbiseye ne de taktığı altın kaplama saate yakışıyordu. "Boğulacaksın…" diye bağırmak gelmiştir içimden…
Kadınları yemekte tanıyamazsınız. Beyefendilere göre daha seçici ve dikkatli oluyorlar. En büyük lüksleri zayıflıklarının ön plana çıkmasıdır. Şişmanlamaktan ve beğenilmemekten korktukları için her zaman tedbirli davranırlar. Yemedikleri bir tatlıya yüklenmek tek lüksleridir. Bazıları da kocaman tabaklara kuş kadar yemek kondurup etrafa "Bakın ben ne kadar az yiyorum?" havasını atmaktan zevk alırlar. Bu arada, sabah kahvaltılarında sandviç ekmeklerinin arasına peynir koyup, kağıt peçeteye saranları, bir iki elmayı beraberlerinde yanlarında götürenleri de unutmayalım. Onların bahaneleri çoğunlukla, "Bir müddet sonra içim eziliyor…" şeklindedir. Neyse, bulanlara afiyet olsun.
***
Aç gözlülük sonradan öğrenilmez. Genellikle genlerden gelir. Ne yaparsanız yapın terbiye olmaz. Sonradan zenginliğe kavuşanlar iki çeşittir. Bir kısmı yemediği günlerin acısını çıkarır, havasını atar. Diğer bir kısmı da aşırı cimridir. Lokmaları sayar. Bu nedenle daha çok bir kahve içimi kadar birlikte olmaya dikkat ederim. Kahve içerken bile cimriliklerinden kendilerine bir tabak dolusu kurabiye ikram ettirmenin yolunu ararlar.
Bütün bunları niye yazdığımı merak edebilirsiniz.
Etrafınızda mücevherlere, takılara takılan kadınlara da, tabağını kıtlıktan çıkmış gibi dolduran erkeklere de dikkat edin. Her şeyin azı karar, çoğu zarar diyen insanlardan olun.
Aklıma bugün Ramazan sofralarının bereketi geldi. Devlet resepsiyonlarının kuş sütü eksik olmayan ziyafet davetleri yerine, biz Ramazan çadırlarının kokusunu tercih ederdik. Sofranın iftariyelikleri pide, kara zeytin olur, ana yemeği nohutlu bulgur pilavı, etli kuru fasulyesi ve üzüm hoşafını yemekten bıkmazdık. Sonundaki şükür duası en güzel yeri olurdu.
Koca ülkede hüküm süren açlık ve yoksulluğa dayanma gücümü ve akşam eve ekmek götürme derdinde olanları düşünürüm. Bir baba için en acı şey evine boynu bükük, torbası boş gitmektir. Çocuğunun cebine harçlık koyamamak, üşüyen evladına bir çift ayakkabı ve eldiven alamamak, annesinin yanına evde pişirdiği bir parça böreği sarıp, acıkınca yemesini tembih edememektir.
Bir dönem o yoksulluğu yaşamış, buna rağmen çocuklarını yetiştirmiş bir ailenin ferdi olarak ne kadar hüzün duyduğumuzu, okul dönüşü lokantanın önünden geçmemeye dikkat ettiğimizi, dünün kısa pantolonlu çocuğu olarak delik ayakkabılarımızı, kardeşimle nöbetleşe giydiğimiz hırkamızı hatırlarım...
Dedemin lafı idi.
"Kadın altınla, erkek kadınla sınanır…" lafı...
Peki, çocuklar neyle sınanırdı ve niye sınanırdı? Sınanmasalar olmaz mıydı? Anne ve babalar niye yaşardı?
Allah hepimizi zor sınavlardan, gözümüzü boyamaya çalışan altın ve kadın tüccarlarının şerrinden korusun.
- İstikrarlı büyüme / 21.12.2025
- Geçmişin gözyaşları / 20.12.2025
- PAPA l. EFTİM ERENEROL / 01.12.2025
- Para mı sağlık mı? / 05.11.2025
- Melamet hırkası… / 16.10.2025
- Geleceği savunmak… / 12.10.2025
- Çaresizlik… / 06.10.2025
- Düzen ve düzensizlik… / 27.09.2025
- Şehitliklerimiz… / 19.09.2025































































































