Sonbaharın o rüzgarlı günlerinden bir gündü, titriyordum. Sığınabileceğim küçük bir kulübe buldum kendime, oradan yazıyorum. Yazıyorum, ağlıyorum ve gülümü arıyorum. Bir çok gül gösterdiler bana, beyaz, sarı, pembe... Ama hiçbiri senin gibi değil ey kırmızı gülüm. Kokunla sevdanla sen bir başkasın.
Hatırlar mısın her sabah senin açışını seyretmek için bir bülbül gelir konardı dalına. Heyhat ki her gün sen açmış olurdun, bülbül geç kalmanın üzüntüsüyle ağıtlar yakardı yanı başında. Yine bir gün attı kendini senin kollarına ve kanadı bedeni. Kan ondan gitmişti artık ve sen kırmızı oluvermiştin. O sahibine uçmuştu artık ve sen hikayesi oluvermiştin, yıllar sonrasında bile anlatılan. İşte sen farklısın, sen "al"sın, sen "aşk"sın, sen gül-i-zârın sultanısın. Gözlerimi daraltıp daraltıp bakarım uzaklara. Senden bir koku gelsin hele... Ya da bülbülünden bir ses...
Öyle esiyor ki rüzgar, öylece savuruyor beni. Hayatın tokadı de, ister yaptıklarımın hesabı de, ama çok hızlı esiyor. Beni alıp uçurmasından korkuyorum. Anla artık, seni istiyorum gülüm, seni! Bir başıma kaybolmaktan korkuyorum. Medineli Ensarın Veda Dağı'nda Habibullah'ı (sav) beklemesi gibi, susamış dudakların şerbete duyduğu özlem gibi, bülbülün güle, Mecnun'un Leyla'ya, aşığın maşuğa hasreti gibi...
Bir bilsen sensizlikten nice canlar ağlıyor. Bazen esen rüzgarla dalından ayrılanlar ve yerlere serilmiş yaprakları görüyorum. Hepsi ayaklar altında. Hayır! Çiğnenmek istemiyorum. Milyonlarcası gibi yerlerde ezilip ezilip sürünmek istemiyorum..
Ah bir geçse şu sonbahar ve sensizlikle dolu anlar. İlkbalar gelince açar mısın dalımda, bülbül olsam sever misin beni de? İnan, geçtim herşeyden de bir sen gelsen. İnan geçemem senden. Bir ben değil alem hayran sana. Hadi be gülüm, bekliyorum...
"Kış biter bitmez gel!
Şems'in dönüşü gibi, Yunus'un inişi gibi gel!
Her gün söken şafak gibi dağ gönlüme
Bir ok saplanır gibi gir kalbime".
Fatıma Leyla
Hatırlar mısın her sabah senin açışını seyretmek için bir bülbül gelir konardı dalına. Heyhat ki her gün sen açmış olurdun, bülbül geç kalmanın üzüntüsüyle ağıtlar yakardı yanı başında. Yine bir gün attı kendini senin kollarına ve kanadı bedeni. Kan ondan gitmişti artık ve sen kırmızı oluvermiştin. O sahibine uçmuştu artık ve sen hikayesi oluvermiştin, yıllar sonrasında bile anlatılan. İşte sen farklısın, sen "al"sın, sen "aşk"sın, sen gül-i-zârın sultanısın. Gözlerimi daraltıp daraltıp bakarım uzaklara. Senden bir koku gelsin hele... Ya da bülbülünden bir ses...
Öyle esiyor ki rüzgar, öylece savuruyor beni. Hayatın tokadı de, ister yaptıklarımın hesabı de, ama çok hızlı esiyor. Beni alıp uçurmasından korkuyorum. Anla artık, seni istiyorum gülüm, seni! Bir başıma kaybolmaktan korkuyorum. Medineli Ensarın Veda Dağı'nda Habibullah'ı (sav) beklemesi gibi, susamış dudakların şerbete duyduğu özlem gibi, bülbülün güle, Mecnun'un Leyla'ya, aşığın maşuğa hasreti gibi...
Bir bilsen sensizlikten nice canlar ağlıyor. Bazen esen rüzgarla dalından ayrılanlar ve yerlere serilmiş yaprakları görüyorum. Hepsi ayaklar altında. Hayır! Çiğnenmek istemiyorum. Milyonlarcası gibi yerlerde ezilip ezilip sürünmek istemiyorum..
Ah bir geçse şu sonbahar ve sensizlikle dolu anlar. İlkbalar gelince açar mısın dalımda, bülbül olsam sever misin beni de? İnan, geçtim herşeyden de bir sen gelsen. İnan geçemem senden. Bir ben değil alem hayran sana. Hadi be gülüm, bekliyorum...
"Kış biter bitmez gel!
Şems'in dönüşü gibi, Yunus'un inişi gibi gel!
Her gün söken şafak gibi dağ gönlüme
Bir ok saplanır gibi gir kalbime".
Fatıma Leyla