Rıza -1-
Allah'ın rızası, kulunun Allah'tan râzı olmasının bir neticesidir. Evvela rızâ makamı kuldadır. Verdiği her şeye kul razı olacak
30.11.2024 18:20:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Allah'ın rızası, kulunun Allah'tan râzı olmasının bir neticesidir. Evvela rızâ makamı kuldadır. Verdiği her şeye kul razı olacak.
Kulun, "Elbette yaparsın ya Rabbi! Sen Allah'sın. Ben mahlûkum. Sen, hâkimsin. Ben mahkûmum, tasarruf Senindir, Benim değildir" itaat tavrı ile Allah'a teslim olması, rızâ göstermesi sonucu, Allah o kulundan razı olur.
Enes'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Büyük mükâfat, büyük belâ ile birlikte olur. Şüphesiz Allah Teâlâ, bir kavmi sevdiğinde onları (belâlara) müptelâ kılar. Kim razı olursa Allah da ondan râzı olur; kim öfkelenirse Allah da ona öfkelenir."
Hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak imanın şartlarından bir tanesidir. Cenâb-ı Hakk kullarını hem iyilikle-güzellikle, hem de şerle dener. Hastalık, dedikodu, iftira, fitne ile kulunu dener.
Mevki, rütbe, mal, çocuk, zenginlik vererek de dener. Bunların tamamı Allah'ın, kullarına ihsanıdır.
Hayır geldiği zaman kul, Allah'a şükretmesini bilecek ki, o zaman kazansın. Şer geldiği zaman da sabredecektir. Bu durumda Müslümanın her iki hâli kazançlı olur. Aksi takdirde, bir insanın kazançlı olması hiç mümkün olamaz.
Allah, çileleri kuluna imtihan amaçlı verdiğinde, "İstemiyorum, bunu bana nereden verdi" diye isyan ederse, "Allah'ı görür gibi ibâdet ediyorum" dese bile demek ki, hâlâ O'nunla barışmamıştır.
Hâris el-Muhâsibî (r.a.) demiştir ki: "Rızâ, Allah-u Teâlâ kulda hükmünü icra ederken, kalbin sükûnet içinde (İlâhî tecelliye teslim) olmasıdır.''
Yine bu mânâda, Zünnûn el-Mısrî (r.a.), şöyle der: "Rızâ, başa gelen İlâhî tecelliler karşısında kalbin sevinç içinde olmasıdır.''
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Mü'minin işi hayret edilmeğe lâyıktır; çünkü onun her işi kendisi için hayırlıdır. Bu, sadece mü'min için böyledir. Mü'min sevinirse (Allah'a) şükreder, bu ise onun için bir hayırdır; belâ ile karşılaşırsa sabreder, bu da onun için bir hayırdır."
İbadeti zevk hâline getiremeyen insanların hep söylediği şey, "Allah'ın ibâdete ne ihtiyacı vardır" olmuştur.
Elbette Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, mutlak gücün, mutlak hakikatin, mutlak mutluluğun, mutlak huzurun kendisidir. Allah Samed'dir; hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan biziz. Huzura, kuvvete, kudrete muhtaç olan biziz. Bizim O'na varmamız için işin kuralı ibâdet etmektir. İbâdet etmeden O'na gidilmez.
Asıl gâye Allah'ın rızasını kazanmaktır. Nitekim hem günümüzde, hem geçmişte hayırlara boğduğu kulları, kulluk yapacağı yerde O'nu hiç tanımamıştır. Ama şer ile denediği kulları hep O'nun kapısında O'nu anıyor. Bazen o şer kulun rıhletinde, vuslatında hayır diye gördüklerinden çok daha faydalı oluyor.
Onun için âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: "Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz."
Bu dünya hayatında işimize gelen oldu mu "kazandık" diyoruz. Belki de kaybediyoruz. "Kazandık" ölçüsü Allah'ın rızası ile birlikte olursa muteberdir. Kazandığımız şey eğer Allah rızasını bize kazandırıyorsa o muteberdir. Onun için niyetlerimiz Allah rızası için olmalı ki, yaptığımız her işte kazançlı çıkalım.
Örnek olarak; "Sabah erken kalkacağım, namazımı kılacağım, o namazı sıhhatli kılabilmem için istirahat etmem lazım" deyip, euzu-besmele çekerek, Allah rızasını kazanmayı arzulayarak uyumak ibâdettir.
Her ne iş olursa olsun, yaparken, "Ben şunu yaparsam şu hayrım olacak. Şu zararları ödeyeceğim. Şu faydalı konulara yardımcı olacağım, Allah da benden razı olacak" gibi bir niyete sahip olursak, o zaman her işimiz ibâdet olur.
Müslümanlık, işleri insanın lehine öyle bir fatura ediyor ki, kaybetmek diye bir endişe, korku yok. İnsanın her ânı ibâdet oluyor. Yeter ki, "O benden râzı olsun. O'nun rızası için ben bu işleri yapmalıyım" diye inanıp niyet edelim.
Kişi, Rabb'iyle beraber olmazsa, O'ndan râzı olmazsa, kim ne derse desin, dıştan ne kadar şatafatlı, şanlı görünürse görünsün onun içi koftur. Cenâb-ı Hakk'tan râzı olmadığı, O'nunla barışmadığı için mutluluğu bulamaz. Bulunması mümkün değildir.
İşte O'na varmanın, O'nunla beraber olmanın, huzurlu olmanın bir tek ve kestirme yolu vardır; o da Allah'ı zikirdir. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Kulun, "Elbette yaparsın ya Rabbi! Sen Allah'sın. Ben mahlûkum. Sen, hâkimsin. Ben mahkûmum, tasarruf Senindir, Benim değildir" itaat tavrı ile Allah'a teslim olması, rızâ göstermesi sonucu, Allah o kulundan razı olur.
Enes'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Büyük mükâfat, büyük belâ ile birlikte olur. Şüphesiz Allah Teâlâ, bir kavmi sevdiğinde onları (belâlara) müptelâ kılar. Kim razı olursa Allah da ondan râzı olur; kim öfkelenirse Allah da ona öfkelenir."
Hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak imanın şartlarından bir tanesidir. Cenâb-ı Hakk kullarını hem iyilikle-güzellikle, hem de şerle dener. Hastalık, dedikodu, iftira, fitne ile kulunu dener.
Mevki, rütbe, mal, çocuk, zenginlik vererek de dener. Bunların tamamı Allah'ın, kullarına ihsanıdır.
Hayır geldiği zaman kul, Allah'a şükretmesini bilecek ki, o zaman kazansın. Şer geldiği zaman da sabredecektir. Bu durumda Müslümanın her iki hâli kazançlı olur. Aksi takdirde, bir insanın kazançlı olması hiç mümkün olamaz.
Allah, çileleri kuluna imtihan amaçlı verdiğinde, "İstemiyorum, bunu bana nereden verdi" diye isyan ederse, "Allah'ı görür gibi ibâdet ediyorum" dese bile demek ki, hâlâ O'nunla barışmamıştır.
Hâris el-Muhâsibî (r.a.) demiştir ki: "Rızâ, Allah-u Teâlâ kulda hükmünü icra ederken, kalbin sükûnet içinde (İlâhî tecelliye teslim) olmasıdır.''
Yine bu mânâda, Zünnûn el-Mısrî (r.a.), şöyle der: "Rızâ, başa gelen İlâhî tecelliler karşısında kalbin sevinç içinde olmasıdır.''
Peygamberimiz buyuruyor ki: "Mü'minin işi hayret edilmeğe lâyıktır; çünkü onun her işi kendisi için hayırlıdır. Bu, sadece mü'min için böyledir. Mü'min sevinirse (Allah'a) şükreder, bu ise onun için bir hayırdır; belâ ile karşılaşırsa sabreder, bu da onun için bir hayırdır."
İbadeti zevk hâline getiremeyen insanların hep söylediği şey, "Allah'ın ibâdete ne ihtiyacı vardır" olmuştur.
Elbette Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, mutlak gücün, mutlak hakikatin, mutlak mutluluğun, mutlak huzurun kendisidir. Allah Samed'dir; hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olan biziz. Huzura, kuvvete, kudrete muhtaç olan biziz. Bizim O'na varmamız için işin kuralı ibâdet etmektir. İbâdet etmeden O'na gidilmez.
Asıl gâye Allah'ın rızasını kazanmaktır. Nitekim hem günümüzde, hem geçmişte hayırlara boğduğu kulları, kulluk yapacağı yerde O'nu hiç tanımamıştır. Ama şer ile denediği kulları hep O'nun kapısında O'nu anıyor. Bazen o şer kulun rıhletinde, vuslatında hayır diye gördüklerinden çok daha faydalı oluyor.
Onun için âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor: "Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz."
Bu dünya hayatında işimize gelen oldu mu "kazandık" diyoruz. Belki de kaybediyoruz. "Kazandık" ölçüsü Allah'ın rızası ile birlikte olursa muteberdir. Kazandığımız şey eğer Allah rızasını bize kazandırıyorsa o muteberdir. Onun için niyetlerimiz Allah rızası için olmalı ki, yaptığımız her işte kazançlı çıkalım.
Örnek olarak; "Sabah erken kalkacağım, namazımı kılacağım, o namazı sıhhatli kılabilmem için istirahat etmem lazım" deyip, euzu-besmele çekerek, Allah rızasını kazanmayı arzulayarak uyumak ibâdettir.
Her ne iş olursa olsun, yaparken, "Ben şunu yaparsam şu hayrım olacak. Şu zararları ödeyeceğim. Şu faydalı konulara yardımcı olacağım, Allah da benden razı olacak" gibi bir niyete sahip olursak, o zaman her işimiz ibâdet olur.
Müslümanlık, işleri insanın lehine öyle bir fatura ediyor ki, kaybetmek diye bir endişe, korku yok. İnsanın her ânı ibâdet oluyor. Yeter ki, "O benden râzı olsun. O'nun rızası için ben bu işleri yapmalıyım" diye inanıp niyet edelim.
Kişi, Rabb'iyle beraber olmazsa, O'ndan râzı olmazsa, kim ne derse desin, dıştan ne kadar şatafatlı, şanlı görünürse görünsün onun içi koftur. Cenâb-ı Hakk'tan râzı olmadığı, O'nunla barışmadığı için mutluluğu bulamaz. Bulunması mümkün değildir.
İşte O'na varmanın, O'nunla beraber olmanın, huzurlu olmanın bir tek ve kestirme yolu vardır; o da Allah'ı zikirdir. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)