‘O din ve devlet güneşi, O millet ve devletin hidayetçisidir’
O din ve devlet güneşi, O millet ve devletin hidayetçisi, o Ahmed’in pâk Kâim’i Ebu'l-Kâsım Muhammed b. Hasan el-Mehdî (Allah O'ndan râzı olsun) Ehl-i Beyt imamlarının on ikincisidir
26.06.2024 08:28:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Abdurrahman es-Sûfî: Farsça olan "Mir'atu'l-Esrâr" kitabının yazarıdır. "Tuhfet-u İsnâ Aşeriyye" kitabının yazarı Abdulaziz Dehlevî'nin babası Şah Veliyullah Dehlevî, "el-İntibah fi Selâsil-i Evliyaullah ve Esânid-i Vâris-i Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve âlih)" adlı kitapta ondan naklederek, İmam-ı Zaman hakkında şöyle yazıyor:
"O din ve devlet güneşi, O millet ve devletin hidayetçisi, o Ahmed'in pâk Kâim'i Ebu'l-Kâsım Muhammed b. Hasan el-Mehdî (Allah O'ndan râzı olsun) Ehl-i Beyt imamlarının on ikincisidir.
Annesi ümmü veled idi (Ümm-ü veled: Kocasından çocuğu olan cariyeye denir) ve onun ismi Nergis'ti.
255. yılın Şaban ayının ortasında Cuma akşamı dünyaya gelmiştir. 'Şevâhidu'n-Nübüvve'nin rivâyetine göre 258 yılında Ramazan ayının 23'ünde Surremenrea'da dünyaya gelmiştir.
On ikinci İmam Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve âlih) ile aynı künye ve isme sahiptir. Lakapları ise Mehdî, Hüccet, Kâim, Muntazar, Sahibu'z-Zaman ve Hatem-u İsnâ Aşer'dir.
Sâhibu'z-Zaman babası İmam Hasan Askerî (aleyhi's-selâm) vefat edince beş yaşındaydı ve o yaşta imamet makamına ulaştı. Allah Teâlâ, Yahya b. Zekeriya'ya çocuk yaşta hikmet ve keramet verdiği, İsa b. Meryem'i küçük yaşta yüce makama ulaştırdığı gibi, O'nu da küçük yaşta İmam kıldı. O'nun kemâlâtı ve harikulade işleri buraya sığmayacak kadar çoktur."
Daha sonra Muhyiddin Arabî'nin daha önce naklettiğimiz sözünü delil olarak getiriyor.
FazI b. Ruzbahan Honcî-i Zende (h. 905): Tanınmış mutaassıp bir âlimdir. O, Tirmizî'nin "eş-Şemâil" adlı kitabına şerh yazmış ve kitabın başında şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ'ya muhtaç Fazl b. Ruzbehan Ebu'l-Hayr... Aslen ensarî olup, Fars beldesinin Honc bölgesindenim. Şiraz'da dünyaya gelmiş ve İsfahan'da ikâmet etmekteyim."
"O, Emiduddin-i Şirazî'nin, Cemaluddin Erdistanî'nin ve İsfahan kadısının öğrencilerinden idi. Kahire'ye giderek Beytu'l-Mukaddes'i ziyaret etti ve sonra Medine'ye giderek birkaç ay orada kaldı.
Medine'de benim yanımda 887 yılında Sahih-i Buhârî'den ders aldı ve onun için genişçe bir icâzet yazdım. Daha sonra Mekke'de de beni görmeye geldi. Bu yılda (897) onun Sultan Yâkub'un (Bayındırlı) sarayında kâtip olduğunu duydum. Evet; Şah İsmail Safevî başa gelince kaçtı ve Kaşan'da Maveraunnehreyn'de vefat etti."
O, büyük Ehl-i Beyt âlimi Allame Iillî'nin "Keşfu'l-Iak" adlı kitabına "İbtalu'l-Bâtıl" kitabıyla reddiye yazmış, İmamîyye Ehl-i Beyt Ekolü'nün bütün itikadatını eleştirmiş, anlatılmayacak bir inat ve düşmanlıkla red ve inkârda bulunmuştur.
Şehid Kadı Nûrullah Şusterî "İhkâku'l-Iak" kitabını onun temelsiz eleştirilerini reddetmek ve cevap vermek için yazmıştır.
Aynı zât, "Vesiletu'l-Iadim ile'l-Mahdum" diye bir kitap yazarak Hz. Ali'den Hz. Mehdî'ye kadar on iki Ehl-i Beyt İmam'ının her birinin ismini ayrı ayrı zikredip onların mâsum olduklarını ve faziletlerini şiir şeklinde açıklamıştır.
Fazl b. Ruzbehanî'nin bu derece ısrarla kitabında muttakîlerin mevlâsı Hz. Ali'nin hilafet makamı ve faziletlerini, Ehl-i Beyt'in akidesini reddetmek için O'nun ve soyundan gelen İmamların hakkını reddetmesi gerçekten manidar bir olaydır.
Nasıl olur da, burada onları bir bir överek hatta vaad edilen Mehdî'yi, Ehl-i Beyt takipçilerinin inancına göre Âl-i Muhammed'in Kâim'i Muhammed b. Hasani'l-Askerî olarak tanıtıyor.
Bu kutlu zâtları On iki İmam, nübüvvet ve vilâyet semaının yıldızları bilen bir kimsenin onların izleyicilerine sırf halifelerin hilafetlerini kabul etmedikleri için niçin bu kadar düşmanlık beslediğini bilmiyoruz. Ehl-i Beyt takipçileri de, onun On iki İmam hakkında söylediklerini söylüyor. Onun şiirlerini açıklamaya gerek yoktur.
Celaluddin Muhammed Devânî (h. 908): Hicret'in dokuzuncu asrının meşhur filozof ve hekimidir. Bütün Ehl-i Sünnet uleması Celaluddin'i kendi âlimleri bilmektedirler.
Onun elimizde olan kitapları, özellikle en son ilmî eseri olan "Şerh-u Akaid-i Azdî" adlı kitabı da bunu göstermektedir. Çünkü o, bu kitapta Eş'arî mezhebine "kurtuluşa eren fırka" demektedir.
Bununla birlikte, Celaluddin, Tabâkât-i Celalî diye meşhur olan Hâce Nasiruddin et-Tûsî'nin "Tecridu'l-İtikad" adlı eserine eski ve yeni haşiye gibi eserlerinde, tertemiz imamları andığı her yerde, o kutlu zâtları Ehl-i Beyt takipçilerinin andığı gibi anmaktadır.
O, özellikle gizlice Farsça yazmış olduğu "Fezâil-i İbn-i Bitrik"e ve daha sonra onun hayatına ek olarak basılan "Nûru'l-Hidaye fi İs- bâti'l-Vilâye" adlı eserinde, "mâsumluk", Peygamberin ve O'ndan sonraki önderin mâsum olmasının aklen gerekliliği çerçevesinde bir önsözde genişçe bahsettikten sonra şöyle yazıyor:
"Delilli önsözden sonra, Muhammed (sallallâhu aleyhi ve âlih) ümmetinin ulemâsı her ne kadar Resûlullah'tan sonra ümmet arasında ilmî ve amelî meseleleri öğretecek, dinî ve dünyevî hükümleri açıklayacak, Resûlullah'ın dinini yayacak ve koruyacak bir İmam'ın gerekliliğinde ittifak etmiş olsalar da, bunun kimde gerçekleşmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Bir grup da, Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve âlih) sonra hak halifenin Ebubekr b. Ebi Kuhafe, ondan sonra Ömer b. Hattab, ondan sonra Osman b. Affan ve ondan sonra da Ali b. Ebi Tâlib olduğuna inandı.
Diğer bir grupsa Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve âlih) sonra hak halifenin vasıtasız olarak Ali b. Ebi Tâlib'den başka kimsenin olmadığına ve O'ndan sonra İmam Hasan, O'ndan sonra İmam Hüseyin, O'ndan sonra İmam Zeynulabidin, O'ndan sonra İmam Muhammed Bâkır, O'ndan sonra İmam Ca'fer-i Sâdık, O'ndan sonra Mûsâ Kâzım, sonra Ali b. Mûsâ, sonra Muhammed Takî, sonra Ali Nakî, sonra Hasan Askerî ve daha sonra da Mehdî el-Hâdî el-Kâim-i bi'l-hak (aleyhumu's-selâm) olduğuna inandı."
Ve iki sayfa sonra Ali b. Ebi Tâlib'in diğer halifelere nispeten özelliğini sayarken şöyle yazıyor: "Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve âlih) sonra hak halifenin İmam Mehdî el-Hâdî'ye kadar Emî- rü'l-Mü'minîn Ali b. Ebi Tâlib (aleyhi's-selâm) ve O'ndan sonra İmam Hasan, sonra İmam Hüseyin'in olduğuna yakîn ettim.
Onların mâsum olduklarını hiç kimse inkâr edemez. Mâsum oldukları için Resûlullah'ın halifeliğine hak kazanmış olurlar. Onlar olmaksızın, Muhammed'in dininin bekâsı olan hilafetin maksadı gerçekleşmez. Dolayısıyla, taklitten kurtularak araştırmaya kavuştum." (Prof. Dr. Haydar Baş Hasan el-Askeri ve İmam Mehdi eserinden)
"O din ve devlet güneşi, O millet ve devletin hidayetçisi, o Ahmed'in pâk Kâim'i Ebu'l-Kâsım Muhammed b. Hasan el-Mehdî (Allah O'ndan râzı olsun) Ehl-i Beyt imamlarının on ikincisidir.
Annesi ümmü veled idi (Ümm-ü veled: Kocasından çocuğu olan cariyeye denir) ve onun ismi Nergis'ti.
255. yılın Şaban ayının ortasında Cuma akşamı dünyaya gelmiştir. 'Şevâhidu'n-Nübüvve'nin rivâyetine göre 258 yılında Ramazan ayının 23'ünde Surremenrea'da dünyaya gelmiştir.
On ikinci İmam Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve âlih) ile aynı künye ve isme sahiptir. Lakapları ise Mehdî, Hüccet, Kâim, Muntazar, Sahibu'z-Zaman ve Hatem-u İsnâ Aşer'dir.
Sâhibu'z-Zaman babası İmam Hasan Askerî (aleyhi's-selâm) vefat edince beş yaşındaydı ve o yaşta imamet makamına ulaştı. Allah Teâlâ, Yahya b. Zekeriya'ya çocuk yaşta hikmet ve keramet verdiği, İsa b. Meryem'i küçük yaşta yüce makama ulaştırdığı gibi, O'nu da küçük yaşta İmam kıldı. O'nun kemâlâtı ve harikulade işleri buraya sığmayacak kadar çoktur."
Daha sonra Muhyiddin Arabî'nin daha önce naklettiğimiz sözünü delil olarak getiriyor.
FazI b. Ruzbahan Honcî-i Zende (h. 905): Tanınmış mutaassıp bir âlimdir. O, Tirmizî'nin "eş-Şemâil" adlı kitabına şerh yazmış ve kitabın başında şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ'ya muhtaç Fazl b. Ruzbehan Ebu'l-Hayr... Aslen ensarî olup, Fars beldesinin Honc bölgesindenim. Şiraz'da dünyaya gelmiş ve İsfahan'da ikâmet etmekteyim."
"O, Emiduddin-i Şirazî'nin, Cemaluddin Erdistanî'nin ve İsfahan kadısının öğrencilerinden idi. Kahire'ye giderek Beytu'l-Mukaddes'i ziyaret etti ve sonra Medine'ye giderek birkaç ay orada kaldı.
Medine'de benim yanımda 887 yılında Sahih-i Buhârî'den ders aldı ve onun için genişçe bir icâzet yazdım. Daha sonra Mekke'de de beni görmeye geldi. Bu yılda (897) onun Sultan Yâkub'un (Bayındırlı) sarayında kâtip olduğunu duydum. Evet; Şah İsmail Safevî başa gelince kaçtı ve Kaşan'da Maveraunnehreyn'de vefat etti."
O, büyük Ehl-i Beyt âlimi Allame Iillî'nin "Keşfu'l-Iak" adlı kitabına "İbtalu'l-Bâtıl" kitabıyla reddiye yazmış, İmamîyye Ehl-i Beyt Ekolü'nün bütün itikadatını eleştirmiş, anlatılmayacak bir inat ve düşmanlıkla red ve inkârda bulunmuştur.
Şehid Kadı Nûrullah Şusterî "İhkâku'l-Iak" kitabını onun temelsiz eleştirilerini reddetmek ve cevap vermek için yazmıştır.
Aynı zât, "Vesiletu'l-Iadim ile'l-Mahdum" diye bir kitap yazarak Hz. Ali'den Hz. Mehdî'ye kadar on iki Ehl-i Beyt İmam'ının her birinin ismini ayrı ayrı zikredip onların mâsum olduklarını ve faziletlerini şiir şeklinde açıklamıştır.
Fazl b. Ruzbehanî'nin bu derece ısrarla kitabında muttakîlerin mevlâsı Hz. Ali'nin hilafet makamı ve faziletlerini, Ehl-i Beyt'in akidesini reddetmek için O'nun ve soyundan gelen İmamların hakkını reddetmesi gerçekten manidar bir olaydır.
Nasıl olur da, burada onları bir bir överek hatta vaad edilen Mehdî'yi, Ehl-i Beyt takipçilerinin inancına göre Âl-i Muhammed'in Kâim'i Muhammed b. Hasani'l-Askerî olarak tanıtıyor.
Bu kutlu zâtları On iki İmam, nübüvvet ve vilâyet semaının yıldızları bilen bir kimsenin onların izleyicilerine sırf halifelerin hilafetlerini kabul etmedikleri için niçin bu kadar düşmanlık beslediğini bilmiyoruz. Ehl-i Beyt takipçileri de, onun On iki İmam hakkında söylediklerini söylüyor. Onun şiirlerini açıklamaya gerek yoktur.
Celaluddin Muhammed Devânî (h. 908): Hicret'in dokuzuncu asrının meşhur filozof ve hekimidir. Bütün Ehl-i Sünnet uleması Celaluddin'i kendi âlimleri bilmektedirler.
Onun elimizde olan kitapları, özellikle en son ilmî eseri olan "Şerh-u Akaid-i Azdî" adlı kitabı da bunu göstermektedir. Çünkü o, bu kitapta Eş'arî mezhebine "kurtuluşa eren fırka" demektedir.
Bununla birlikte, Celaluddin, Tabâkât-i Celalî diye meşhur olan Hâce Nasiruddin et-Tûsî'nin "Tecridu'l-İtikad" adlı eserine eski ve yeni haşiye gibi eserlerinde, tertemiz imamları andığı her yerde, o kutlu zâtları Ehl-i Beyt takipçilerinin andığı gibi anmaktadır.
O, özellikle gizlice Farsça yazmış olduğu "Fezâil-i İbn-i Bitrik"e ve daha sonra onun hayatına ek olarak basılan "Nûru'l-Hidaye fi İs- bâti'l-Vilâye" adlı eserinde, "mâsumluk", Peygamberin ve O'ndan sonraki önderin mâsum olmasının aklen gerekliliği çerçevesinde bir önsözde genişçe bahsettikten sonra şöyle yazıyor:
"Delilli önsözden sonra, Muhammed (sallallâhu aleyhi ve âlih) ümmetinin ulemâsı her ne kadar Resûlullah'tan sonra ümmet arasında ilmî ve amelî meseleleri öğretecek, dinî ve dünyevî hükümleri açıklayacak, Resûlullah'ın dinini yayacak ve koruyacak bir İmam'ın gerekliliğinde ittifak etmiş olsalar da, bunun kimde gerçekleşmesi konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Bir grup da, Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve âlih) sonra hak halifenin Ebubekr b. Ebi Kuhafe, ondan sonra Ömer b. Hattab, ondan sonra Osman b. Affan ve ondan sonra da Ali b. Ebi Tâlib olduğuna inandı.
Diğer bir grupsa Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve âlih) sonra hak halifenin vasıtasız olarak Ali b. Ebi Tâlib'den başka kimsenin olmadığına ve O'ndan sonra İmam Hasan, O'ndan sonra İmam Hüseyin, O'ndan sonra İmam Zeynulabidin, O'ndan sonra İmam Muhammed Bâkır, O'ndan sonra İmam Ca'fer-i Sâdık, O'ndan sonra Mûsâ Kâzım, sonra Ali b. Mûsâ, sonra Muhammed Takî, sonra Ali Nakî, sonra Hasan Askerî ve daha sonra da Mehdî el-Hâdî el-Kâim-i bi'l-hak (aleyhumu's-selâm) olduğuna inandı."
Ve iki sayfa sonra Ali b. Ebi Tâlib'in diğer halifelere nispeten özelliğini sayarken şöyle yazıyor: "Resûlullah'tan (sallallâhu aleyhi ve âlih) sonra hak halifenin İmam Mehdî el-Hâdî'ye kadar Emî- rü'l-Mü'minîn Ali b. Ebi Tâlib (aleyhi's-selâm) ve O'ndan sonra İmam Hasan, sonra İmam Hüseyin'in olduğuna yakîn ettim.
Onların mâsum olduklarını hiç kimse inkâr edemez. Mâsum oldukları için Resûlullah'ın halifeliğine hak kazanmış olurlar. Onlar olmaksızın, Muhammed'in dininin bekâsı olan hilafetin maksadı gerçekleşmez. Dolayısıyla, taklitten kurtularak araştırmaya kavuştum." (Prof. Dr. Haydar Baş Hasan el-Askeri ve İmam Mehdi eserinden)