'O, birliği yaşayan ve yaşatan insandır'
Meltem TV'de yayınlanan Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt programına konuk olan ilahiyatçı yazar Yavuz Ekim, "Birlik konusunda en çok kim konuşuyor sorusunun cevabını bu millet çok rahatlıkla verebilir: Prof. Dr. Haydar Baş. Haydar Baş Bey birlik beraberliği hep dile getiren insandır, yaşayan insandır" dedi.
26.01.2017 00:00:00
Meltem TV'de yayınlanan Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt programına konuk olan İlahiyatçı yazar Yavuz Ekim, Bizim aslında Ehl-i Beyt ile alakalı olarak bir büyük tarih birikimimiz, bir kültür birikimimiz, bir medeniyet birikimimiz var. Tasavvuf erbabının özellikle Ehl-i Beyt'ten kaynaklanan o sevgi ile toplumları, gönülleri birleştirdiğine şahit oluyoruz. Nitekim bugün toplumda hem kendi ülkemizde hem de İslam coğrafyasında gönül darlıklarına, gönül dargınlıklarına son verebilmenin tek yolu, ilacı, Ehl-i Beyt sevgisinde buluşmak, bu ortak paydada insanımızın ve insanlığın buluşması elzemdir" dedi.
Hep birlik ve beraberlik diyen insan
Ehl-i Beyt ortak paydasında buluşması gereken İslam dünyasında mezhep çatışmalarının yaşandığını ifade eden Ekim, "Bize ne oldu da biz bu kardeşliği kaybediyoruz?" diye sordu. "Bizim bundan başka gidecek bir vatanımız yok. Bu ülkede kardeşçe yaşamanın, o hani geçmişteki tecrübesinin bugün de bizim tekrar ortaya koymamız lazım" diyen Ekim, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın birlik ve beraberliği sağlama konusunda yaptığı çalışmalara dikkat çekti.
Hekimoğlu şunları söyledi: "Bunu Prof. Dr. Haydar Baş Bey yıllardan beri söylüyor. Birlik-beraberlik konusunda yaptığı konferanslarda, Mevlana'yı anlattığı konferanslarında, milli ve dini bütünlüğümüzü anlattığı konferanslarında, Ehl-i Beyt sempozyumlarında, Ehl-i Beyt panellerinde, hâsıl-ı kelam hayatı ile birlikte bu birliktelik konusunda en çok kim konuşuyor derseniz, bu millet bunun cevabını çok rahatlıkla verebilir: Prof. Dr. Haydar Baş. Haydar Baş Bey birlik beraberliği hep dile getiren insandır, yaşayan insandır. Bu konuda ötekileştirme zaten bizim kültürümüzde yok. Ötekileştirme batının bizim üzerimize giydirmeye çalıştığı bir deli gömleğidir. Bu milletin zaten Tevhid inancı olduğu için, bu millet birlemekten anlar, birleştirmekten anlar, birlikte yaşamaktan anlar. Kim ki bu milletin birliğine, beraberliğine, tevhidine yan gözle bakmaya başlarsa, bu milletin içinde hemen bir nefret, bir tepki oluşur. Halbuki tarih boyunca baktığımız zaman, Hocamızın söylediği gibi, bu millet kurduğu bütün devletlerde Tevhidin merkezini hep Ehl-i Beyt olarak şekillendirmiş, gönlünde ilk önce bunu hazmetmiş, bunun sonucunda da, belki görmüyoruz ama büyük bir edebiyat oluşmuştur. Ehl-i Beyt'in bizim kendi mısralarımızda sözcüklerimizde ne kadar çok kullanıldığına şahit oluyoruz" dedi.
Selçuklu ve Osmanlı edebiyatında Ehl-i Beyt
Konuşmasında Ehl-i Beyt'in Osmanlı ve Selçuklu edebiyatında da derin izler bıraktığını ifade eden Ekim şu örnekleri verdi: "Mesela Seyyid Hamza, 'Hz. Ali ile Hz. Fatıma'yı ve onların neslinden gelenleri sevmek farzdır' diyor. Yine Nigari'nin, 'Al-i Aba yolu aşk yoludur, aşk eğer yaşayacaksan Al-i Aba yolunda olacaksın' der. Yine Osmanlı döneminde, Selçuklu döneminde yaşamış olan bütün mutasavvıflar şunu iftiharla söyler: 'Biz Ehl-i Beyt'i seviyorsak, bu büyük bir nasiptir. Ehl-i Beyt'i sevmek Allah'ın büyük bir lütfudur.' Bugünlerde pek konuşulmuyor, tanınmıyor belki ama Sivaslı Şeyh Abdülehadi Nuri'nin
Ehl-i Beyt'i anlattığı çok hoş bir mısraı var: Ey Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'i, sizi sevmeyi, Allah'ın indirdiği Kur'an-ı Kerim'de farz kıldığı Ehl-i Beyt, size kadri yüce olandan bu hediye yeter, sevgisi size ulaşmayanlara da dua yoktur."
Ehl-i Beyt külliyatı büyük bir hediye
Mezhep imamlarının da Ehl-i Beyt'i sevmenin farz olduğuna dikkat çektiğini belirten Ekim, Hz. Muhammed (sav)'in, "Çocuklarınızı üç konuda yetiştiriniz. Bir, benim sevgimi onlara anlatın. İki, Kur'an-ı Kerim'in kıraatını, Kur'an'ı öğretin onlara. Üç, Ehl-i Beyt sevgisi" buyurduğunu aktardı.
"Peki, Ehl-i Beyt sevgisi nasıl aktarılacak, Peygamber sevgisi nasıl aktarılacak" sorusunu soran Ekim şu ifadeleri kulandı: "Kur'an'ın kıraatını elimizden geldiğince öğreniyoruz, Elif Ba'dan başlayarak öğrenmeye başlıyoruz, peki, diğerlerini, Ehl-i Beyt sevgisini nasıl öğreneceğiz? İşte bunu öğrenmek için elimizde Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ehl-i Beyt külliyatı var. Bu külliyat hem ülkemize büyük bir hediyedir, hem de ümmet-i Muhammed'e. Gerçekten Türkiye'den bir İslam aliminin kaleme aldığı Ehl-i Beyt külliyatı yeter. Her yönü ile beraber bizim eksik kaldığımız, yıllardan beri görmediğimiz, ama ecdadımızı da devlet olma sürecinde dimdik ayakta tutabilen o gücü, Ehl-i Beyt sevgisini bugün bizlere tekrar hatırlatan çok muhterem Hocamızın eserlerini okuyalım diyorum."
Atatürk ile yaşlı kadının ağlatan diyaloğu
"Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'inde, Resûlullah Efendimiz bütün hadis-i şeriflerinde ve Türk milleti olarak tarihimizin en kılcal damarlarında bile hep bu sevgiden bahsedilmiştir. Ehl-i Beyt bu toplumu birleştirecek olan mayadır, bu mayaya bugün ihtiyacımız var, başka mayalar hem bu milletin kimliğinden uzaklaşmasına sebep olur, hem yozlaşmamızı sağlar" diyen Yavuz Ekim, Ehl-i Beyt külliyatının sahibi Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Atatürk vatandır" sözlerini hatırlattı ve konuşmasını Mustafa Kemal Atatürk'ten çarpıcı bir anektodla bitirdi.
İşte anektod
Bir gün Gazi, yine çiftliğinde dolaşıp hava alırken, yaşlı bir kadına rastlamışlar, bunu anlatan manevi kızı Sabiha Hanım.
Atatürk attan inmiş ihtiyar kadının yanına kadar sokulmuş. "Merhaba nine demiş." Kadın da "merhaba" demiş. "Nereden geliyorsun böyle?" "Neden sordun ki, buranın sahibi sen misin?" demiş kadın "yoksa bekçisi misin?"
Paşa gülümsemiş, "Ne bekçisiyim, ne sahibiyim anne, bu toprakların sahibi Türk Milleti'dir, buranın bekçisi de yine bu millettir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin" diye yaşlı kadına sormuş. Kadın başını sallamış, "Tabi söyleyeceğim. Ben Sincan'ın köylerindenim Bey. Otun güç bittiği, atın geç yetiştiği kavruk köylerden birindenim. Bizim muhtar bana bir bilet aldı, trene bindirdi, kodum Ankara'ya geldim." "Muhtar seni neden Ankara'ya gönderdi" diye sormuş Mustafa Kemal. "Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da, benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de bunu muhtara anlatınca, O da bilet alıp beni salıverdi. Ankara'ya geceleyin geldim de. Yolu da bilmediğimden akşamdan beri işte böyle kendimi oradan oraya vurup duruyorum Bey"
"Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı Nine?"
Kadın yüzü sertleşmiş: "Tövbe de Bey tövbe. Daha ne isteyebilirim ki? O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi. Daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimi gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavurun iti köpeği olmaktan, onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bi yardım ediver, bana şu Gazi Paşa'yı buluver."
Atatürk'ün gözler doldu, çok duygulandı, Sabiha Hanım'a döndü, "Kızım" dedi, "Görüyorsun ya, işte bizim insanımız böyledir, benim köylüm, benim vefalı Türk annem böyledir." Paşa attan indi, yaşlı kadının elini tuttu, "Anacığım sen gökte aradığını yerde buldun. Rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa var ya işte bu karşındaki adam odur."
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü, elindeki değneği yere fırlattı, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı, biri kurtaran, biri kurtarılan, ana-oğul sarmaş oldular, yaşlı kadın belki on defa öptü Mustafa Kemal'in elini. Mustafa Kemal de onun elini ondan fazla öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkardı yaşlı kadın. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Mustafa Kemal'e uzattı. "Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa. Bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm sana."
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. "Çok lezzetliymiş nine, çok beğendim" dedi. Sonra yanındakilere tembihledi, dedi ki: Bu anamızı alın, burada iki gün konuk edin, sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine benim bütçemden üç inek verin, bu da benim bu nineme armağanım olsun."
KÜLTÜR SERVİSİ
Hep birlik ve beraberlik diyen insan
Ehl-i Beyt ortak paydasında buluşması gereken İslam dünyasında mezhep çatışmalarının yaşandığını ifade eden Ekim, "Bize ne oldu da biz bu kardeşliği kaybediyoruz?" diye sordu. "Bizim bundan başka gidecek bir vatanımız yok. Bu ülkede kardeşçe yaşamanın, o hani geçmişteki tecrübesinin bugün de bizim tekrar ortaya koymamız lazım" diyen Ekim, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın birlik ve beraberliği sağlama konusunda yaptığı çalışmalara dikkat çekti.
Hekimoğlu şunları söyledi: "Bunu Prof. Dr. Haydar Baş Bey yıllardan beri söylüyor. Birlik-beraberlik konusunda yaptığı konferanslarda, Mevlana'yı anlattığı konferanslarında, milli ve dini bütünlüğümüzü anlattığı konferanslarında, Ehl-i Beyt sempozyumlarında, Ehl-i Beyt panellerinde, hâsıl-ı kelam hayatı ile birlikte bu birliktelik konusunda en çok kim konuşuyor derseniz, bu millet bunun cevabını çok rahatlıkla verebilir: Prof. Dr. Haydar Baş. Haydar Baş Bey birlik beraberliği hep dile getiren insandır, yaşayan insandır. Bu konuda ötekileştirme zaten bizim kültürümüzde yok. Ötekileştirme batının bizim üzerimize giydirmeye çalıştığı bir deli gömleğidir. Bu milletin zaten Tevhid inancı olduğu için, bu millet birlemekten anlar, birleştirmekten anlar, birlikte yaşamaktan anlar. Kim ki bu milletin birliğine, beraberliğine, tevhidine yan gözle bakmaya başlarsa, bu milletin içinde hemen bir nefret, bir tepki oluşur. Halbuki tarih boyunca baktığımız zaman, Hocamızın söylediği gibi, bu millet kurduğu bütün devletlerde Tevhidin merkezini hep Ehl-i Beyt olarak şekillendirmiş, gönlünde ilk önce bunu hazmetmiş, bunun sonucunda da, belki görmüyoruz ama büyük bir edebiyat oluşmuştur. Ehl-i Beyt'in bizim kendi mısralarımızda sözcüklerimizde ne kadar çok kullanıldığına şahit oluyoruz" dedi.
Selçuklu ve Osmanlı edebiyatında Ehl-i Beyt
Konuşmasında Ehl-i Beyt'in Osmanlı ve Selçuklu edebiyatında da derin izler bıraktığını ifade eden Ekim şu örnekleri verdi: "Mesela Seyyid Hamza, 'Hz. Ali ile Hz. Fatıma'yı ve onların neslinden gelenleri sevmek farzdır' diyor. Yine Nigari'nin, 'Al-i Aba yolu aşk yoludur, aşk eğer yaşayacaksan Al-i Aba yolunda olacaksın' der. Yine Osmanlı döneminde, Selçuklu döneminde yaşamış olan bütün mutasavvıflar şunu iftiharla söyler: 'Biz Ehl-i Beyt'i seviyorsak, bu büyük bir nasiptir. Ehl-i Beyt'i sevmek Allah'ın büyük bir lütfudur.' Bugünlerde pek konuşulmuyor, tanınmıyor belki ama Sivaslı Şeyh Abdülehadi Nuri'nin
Ehl-i Beyt'i anlattığı çok hoş bir mısraı var: Ey Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'i, sizi sevmeyi, Allah'ın indirdiği Kur'an-ı Kerim'de farz kıldığı Ehl-i Beyt, size kadri yüce olandan bu hediye yeter, sevgisi size ulaşmayanlara da dua yoktur."
Ehl-i Beyt külliyatı büyük bir hediye
Mezhep imamlarının da Ehl-i Beyt'i sevmenin farz olduğuna dikkat çektiğini belirten Ekim, Hz. Muhammed (sav)'in, "Çocuklarınızı üç konuda yetiştiriniz. Bir, benim sevgimi onlara anlatın. İki, Kur'an-ı Kerim'in kıraatını, Kur'an'ı öğretin onlara. Üç, Ehl-i Beyt sevgisi" buyurduğunu aktardı.
"Peki, Ehl-i Beyt sevgisi nasıl aktarılacak, Peygamber sevgisi nasıl aktarılacak" sorusunu soran Ekim şu ifadeleri kulandı: "Kur'an'ın kıraatını elimizden geldiğince öğreniyoruz, Elif Ba'dan başlayarak öğrenmeye başlıyoruz, peki, diğerlerini, Ehl-i Beyt sevgisini nasıl öğreneceğiz? İşte bunu öğrenmek için elimizde Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ehl-i Beyt külliyatı var. Bu külliyat hem ülkemize büyük bir hediyedir, hem de ümmet-i Muhammed'e. Gerçekten Türkiye'den bir İslam aliminin kaleme aldığı Ehl-i Beyt külliyatı yeter. Her yönü ile beraber bizim eksik kaldığımız, yıllardan beri görmediğimiz, ama ecdadımızı da devlet olma sürecinde dimdik ayakta tutabilen o gücü, Ehl-i Beyt sevgisini bugün bizlere tekrar hatırlatan çok muhterem Hocamızın eserlerini okuyalım diyorum."
Atatürk ile yaşlı kadının ağlatan diyaloğu
"Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'inde, Resûlullah Efendimiz bütün hadis-i şeriflerinde ve Türk milleti olarak tarihimizin en kılcal damarlarında bile hep bu sevgiden bahsedilmiştir. Ehl-i Beyt bu toplumu birleştirecek olan mayadır, bu mayaya bugün ihtiyacımız var, başka mayalar hem bu milletin kimliğinden uzaklaşmasına sebep olur, hem yozlaşmamızı sağlar" diyen Yavuz Ekim, Ehl-i Beyt külliyatının sahibi Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Atatürk vatandır" sözlerini hatırlattı ve konuşmasını Mustafa Kemal Atatürk'ten çarpıcı bir anektodla bitirdi.
İşte anektod
Bir gün Gazi, yine çiftliğinde dolaşıp hava alırken, yaşlı bir kadına rastlamışlar, bunu anlatan manevi kızı Sabiha Hanım.
Atatürk attan inmiş ihtiyar kadının yanına kadar sokulmuş. "Merhaba nine demiş." Kadın da "merhaba" demiş. "Nereden geliyorsun böyle?" "Neden sordun ki, buranın sahibi sen misin?" demiş kadın "yoksa bekçisi misin?"
Paşa gülümsemiş, "Ne bekçisiyim, ne sahibiyim anne, bu toprakların sahibi Türk Milleti'dir, buranın bekçisi de yine bu millettir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin" diye yaşlı kadına sormuş. Kadın başını sallamış, "Tabi söyleyeceğim. Ben Sincan'ın köylerindenim Bey. Otun güç bittiği, atın geç yetiştiği kavruk köylerden birindenim. Bizim muhtar bana bir bilet aldı, trene bindirdi, kodum Ankara'ya geldim." "Muhtar seni neden Ankara'ya gönderdi" diye sormuş Mustafa Kemal. "Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da, benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de bunu muhtara anlatınca, O da bilet alıp beni salıverdi. Ankara'ya geceleyin geldim de. Yolu da bilmediğimden akşamdan beri işte böyle kendimi oradan oraya vurup duruyorum Bey"
"Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı Nine?"
Kadın yüzü sertleşmiş: "Tövbe de Bey tövbe. Daha ne isteyebilirim ki? O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi. Daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimi gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavurun iti köpeği olmaktan, onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bi yardım ediver, bana şu Gazi Paşa'yı buluver."
Atatürk'ün gözler doldu, çok duygulandı, Sabiha Hanım'a döndü, "Kızım" dedi, "Görüyorsun ya, işte bizim insanımız böyledir, benim köylüm, benim vefalı Türk annem böyledir." Paşa attan indi, yaşlı kadının elini tuttu, "Anacığım sen gökte aradığını yerde buldun. Rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa var ya işte bu karşındaki adam odur."
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü, elindeki değneği yere fırlattı, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı, biri kurtaran, biri kurtarılan, ana-oğul sarmaş oldular, yaşlı kadın belki on defa öptü Mustafa Kemal'in elini. Mustafa Kemal de onun elini ondan fazla öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkardı yaşlı kadın. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Mustafa Kemal'e uzattı. "Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa. Bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm sana."
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. "Çok lezzetliymiş nine, çok beğendim" dedi. Sonra yanındakilere tembihledi, dedi ki: Bu anamızı alın, burada iki gün konuk edin, sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine benim bütçemden üç inek verin, bu da benim bu nineme armağanım olsun."
KÜLTÜR SERVİSİ
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.