Nefs, kendisine karşı girişilen mücâhede ile ölmez, ancak kontrol altına alınabilir. Zâten matlûb olan da nefsi yok etmek değil, onu aşırılıklardan sakındırıp arzu ve temayüllerini ilâhî rızâya muvafık düstûrlarla tahdîd ve terbiye edebilmektir. Bu hususta İmâm Gazâlî, insanı bir süvariye benzeterek şöyle der: "Nefs, ruhun bineğidir. Eğer insan, nefsin dizginlerini salıverir ve onun gittiği istikâmete kendini bırakırsa helak olması mukadderdir. (Bazı Hint dinlerinde ve mistik felsefelerde yapıldığı gibi) şayet onu öldürmeye çalışırsa, bu sefer de hakîkat yolunda bineksiz kalır. O hâlde nefsinin dizginlerini elinde tut ve bineğinden istifade et!"
İslam'da ruhbanlık yoktur
Nefsin terbiyesinde bu ölçüye riâyet edilmesi, aynı zamanda Nebevî usûlün muktezâsıdır. Zîrâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yememek, içmemek, aile hayatı yaşamamak üzere kendilerini ibâdete hasretmek isteyenlere manî olmuş; İslâm'da bu çeşit bir tecerrüd ve ruhbanlığın mevcûd olmadığını tâlim ederek, hayatın içinde ve cemiyetle bir arada iken de mümkün olan ruhî terakkînin yolunu göstermiştir. Diğer taraftan pek zorlu bir mücâdele olan bu terbiye esnasında, nefsin hâl ve mertebelerinde birtakım merhalelerle karşılaşılır. Nefsin en büyük âfetlerinden biri ise, geçirdiği değişiklikler ve terakkî esnasında bir varlık vehmine kapılmak ve kendini beğenmişliğe sürüklenmektir. Bu, gizli bir kibir ve ucubdur. Nefse karşı girişilen mücâdelede en ufak bir ihmâl ve gevşeklik meydana gelirse o, derhal eski hâline avdet eder. Zîrâ o, dâima pusuda olduğu için şerrinden hiçbir zaman emîn olunamaz. Bu sebeple her mümin, bağrında taşıdığı bu müthiş müessirin, manevî hayât için öldürücü tehlikelerine karşı daimî bir uyanıklığı zaruret bilmelidir. Nefsin serkeşliklerine, selîm muhakeme ve vahiyle terbiye edilmiş bir irâde ile mukabele edip onu itaat altına almalıdır. İnsanın bineği mevkiinde olan, lâkin fıtratında azgınlık temayülü bulunan nefsin tezkiyesi çok önemlidir. Bu terbiye ve tezkiye neticesinde mümin çok yüce makamlara ulaşabilir.
İslam'da ruhbanlık yoktur
Nefsin terbiyesinde bu ölçüye riâyet edilmesi, aynı zamanda Nebevî usûlün muktezâsıdır. Zîrâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yememek, içmemek, aile hayatı yaşamamak üzere kendilerini ibâdete hasretmek isteyenlere manî olmuş; İslâm'da bu çeşit bir tecerrüd ve ruhbanlığın mevcûd olmadığını tâlim ederek, hayatın içinde ve cemiyetle bir arada iken de mümkün olan ruhî terakkînin yolunu göstermiştir. Diğer taraftan pek zorlu bir mücâdele olan bu terbiye esnasında, nefsin hâl ve mertebelerinde birtakım merhalelerle karşılaşılır. Nefsin en büyük âfetlerinden biri ise, geçirdiği değişiklikler ve terakkî esnasında bir varlık vehmine kapılmak ve kendini beğenmişliğe sürüklenmektir. Bu, gizli bir kibir ve ucubdur. Nefse karşı girişilen mücâdelede en ufak bir ihmâl ve gevşeklik meydana gelirse o, derhal eski hâline avdet eder. Zîrâ o, dâima pusuda olduğu için şerrinden hiçbir zaman emîn olunamaz. Bu sebeple her mümin, bağrında taşıdığı bu müthiş müessirin, manevî hayât için öldürücü tehlikelerine karşı daimî bir uyanıklığı zaruret bilmelidir. Nefsin serkeşliklerine, selîm muhakeme ve vahiyle terbiye edilmiş bir irâde ile mukabele edip onu itaat altına almalıdır. İnsanın bineği mevkiinde olan, lâkin fıtratında azgınlık temayülü bulunan nefsin tezkiyesi çok önemlidir. Bu terbiye ve tezkiye neticesinde mümin çok yüce makamlara ulaşabilir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.