Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, ailece Konya'ya yerleştikten sonra tahsîlini tamamlamak için Halep ve Şam'a gider. O sırada takrîben otuz yaşlarındadır... Birgün Şam'ın kalabalık çarşısından geçerken değişik kılıklı bir kişi: "-Ver elini öpeyim, ey alemlerin sarrafı!.." der. Celâleddîn-i Rûmî'nin ellerine yapışır ve hararetle öper. Sonra birdenbire kalabalığın içinde kayboluverir. Celâleddîn-i Rûmî şaşırır. "Bu ne iştir?" diye hayretler içinde kalır. Esrarengiz ve garîb hüviyetli kişi, kendisi için adeta bir muamma olur. Celâleddîn-i Rûmî, seneler sonra birgün Konya'daki medresesinde dersden çıkıp talebeleriyle sohbet etmekteyken, daha evvel Şam'da elini öperek kendisini hayrette bırakan kimse ile tekrar karşılaşır. Bu şahıs Tebrizli Şems'dir. O da Celâleddîn-i Rûmî'nin sohbetine dahil olur. Garîb bir heyecanla şu acaib suali sorar: "-Bayezid mi, yoksa Hazret-i Muhammed -sallallahü aleyhi ve sellem- mi daha büyüktür?" Mevlânâ Hazretleri dehşete kapılır ve: "-Bu nasıl sual?!. Hiç âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan yüce bir peygamberle, O'nun bir velisi mukayese edilir mi?!." diye hiddetle bağırır. Tebrizli Şems, hiç sükunetini bozmadan sualini şu şekilde açıklar: "-Öyleyse, neden Bayezîd, Rabbinden cehenneme konulmasını ve vücudunun orada, başka hiçbir mücrime yer kalmayacak derecede büyütülmesini taleb ettiği, lâkin küçük bir ilahi tecellî karşısında da: "Şanım ne yücedir! Kendimi tesbîh ederim!.." dediği halde; Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- sayısız tecellilere rağmen büyük bir mahviyet içerisinde bulunuyor ve nail olduğu nimetlerle yetinmeyerek Rabbinden hala istiyor, istiyor, boyuna istiyordu ?.." der.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.