Bu hikmete binâen nebîler, kendi vatanlarının dışında bir zamana kadar garîb yaşatılarak gurbet, onlara bütün keyfiyeti ile tattırılmıştır.Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e de Tâif'de gurbet en acı bir şekilde tattırıldı. Taşlandı ve kanlar içinde kaldı. Lâkin O, merhameti sebebiyle en şiddetli bir sabrı yaşayarak bedduâ etmedi, kendisine zulmeden Tâif halkına duâ etti. Bunun ardından mükâfât olarak mi'râc vuslatı tecellî etti.Bunun içindir ki gurbet, elem ve ızdırap meşheri demektir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri'nin bir hikmet deryâsı olan Mesnevî'sine:Dinle neyden çün hikâyet etmede,Ayrılıklardan şikâyet etmede!diye başlayarak, ayrılık ve gurbetin kavurucu ateşini eserine sertâc etmesi, bunun ehemmiyetine binâendir.Diğer taraftan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- da, hayâta başladığı yer olan cennetten ve dolayısıyla Rabbinden ayrılarak dünyâ gurbetine düşmesi sebebiyle uzun seneler gözyaşı dökmüş, hasret ve ızdırapla inlemiştir. Çünkü onun vatan-ı aslîsi cennet ve nezd-i ilâhîdir. Bundan onun nesline de bir hisse vardır. Dolayısıyla bülbülün altın kafeste bile "vatan, vatan" diye feryâd etmesi düşünülürse, insanın ulvî bir âlemden süflî bir yere geldiğinde ağlayıp feryâd eylemesi daha iyi anlaşılmış olur. Hazret-i Mevlânâ, gurbeti, ney'le insan arasında münâsebet kurarak şu şekilde îzâh eder:"Ney der ki: Beni kamışlıktan kopardıklarından beri feryâd ve iniltim, cihândaki herkesi ağlattı.""Ayrılık, bağrımı parça parça eylesin, ki aşk derdini anlatabileyim!"