Malıyla yakınını gözetenlere ne mutlu
Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Dünyada, pek çok mala sahip olanlar, öbür âlemde pek az şeylere sahip olacaklardır. Ancak onların içinde, sağken şu şuna, şu da şuna diyerek; sağını solunu, önünü arkasını gözetenler hariç"
03.09.2023 21:00:00 / Güncelleme: 04.09.2023 10:24:35
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle anlatıyor:
Bazı nefsine kapılan ve şekavet hali galip gelenler, Abdurrahman b. Avf'ı bir hüccet olarak ele alıp, kurtuluş yolu aramışlardır. Ashabdan bazıları, Avf'ı hoş görmemişlerdi. Yeri gelmişken buna dair bir hikâyeyi anlatalım.
Abdurrahman bin Avf vefat edince bazıları, geride bıraktığı serveti konusunda, "Bu kadar servet onun hakkında iyi değildir" şeklinde konuşuldu. Kâ'b ise, "Subhanallah! Onun hakkında endişe etmenize sebep ne? Temiz kazandı, sadaka ve zekât verdi, bıraktığı da temizdir" dedi.
Ka'b'ın bu sözünü Ebu Zer (r.a.) duyunca müthiş kızdı. Bir devenin kocaman çene kemiğini ele geçirdi ve Ka'b'ı aramaya başladı. Onun bu halini görenler Ka'b'a haber verdiler, "Seni, celalli halde Ebu Zer şiddetle arıyor" dediler.
Bunu duyan Ka'b bulunduğu yerden kaçtı, Hz. Osman'a sığındı. Halini anlattı. Ebu Zer'in, kendisine malûm sözü için kızıp aradığını bildirdi, yardım istedi. Ebu Zer (r.a.) birçok yeri aradıktan sonra, nihayet Osman'ın evinde olduğunu haber aldı ve oraya gitti. İçeri girince, Ka'b hemen yerinden fırladı, Osman'ın arkasına geçti. Bunu gören Ebu Zer (r.a.) şöyle dedi: "Hıh, şimdi yakaladım seni."
Sonra devamla, "Duydum ki, sen Abdurrahman b. Avf'ın hayatında tam dağıtmadığı malların, ölümünden sonra kalanında bir mahzur olmadığı kanaatini taşıyormuşsun. Anlatacağımı iyi dinle, düşün:
Bir gün Allah'ın Resulü (s.a.v.), Uhud tarafına gitmek üzere yola çıktı. Ben de onunla beraberdim. Bana, 'Ya Eba Zer' diye hitab etti. 'Buyurun, ey Allah'ın Resulü' dedim.
Şöyle buyurdu: 'Dünyada, pek çok mala sahip olanlar, öbür âlemde pek az şeylere sahip olacaklardır. Ancak onların içinde, sağken şu şuna, şu da şuna diyerek; sağını solunu, önünü arkasını gözetenler hariç.'
Daha sonra, 'Ya Eba Zer' buyurunca, 'Anam babam Sana feda, buyur ey Allah'ın Resulü' dedim.
Devam etti: 'Şu Uhud Dağı kadar altına sahip olsaydım, hepsini Allah yoluna bir günde dağıtıp sonra da ölseydim, geride de iki kırat - tahminen on arpa ağırlığı- benden sonraya kalsaydı, o sadakamın çokluğu Beni mesrur etmezdi.'
'İki kırat bir hiç ya Resûlallah, iki kantar -tahminen yüz kırk bin altın- kadar olursa üzülün' deyince, şöyle buyurdu: 'Hayır dediğim gibi iki kırat. Ya Eba Zer, sen çoğu diyorsun, hâlbuki ben azdan bahsediyorum' buyurdu.
Resûlullah Efendimiz bu şekilde buyuruyor, hâlbuki sen, Abdurrahman b. Avf'ın geride bırakıp gittiği dünyalık mallarda bir mahzur yoktur, diyorsun. Peygamber Efendimizin bu emri karşısında sen de, bir çekinme duymadan böyle konuşan kimse de yalancıdır."
Bundan sonra Ebu Zer (r.a.) ayrılıp gitti...
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Bazı nefsine kapılan ve şekavet hali galip gelenler, Abdurrahman b. Avf'ı bir hüccet olarak ele alıp, kurtuluş yolu aramışlardır. Ashabdan bazıları, Avf'ı hoş görmemişlerdi. Yeri gelmişken buna dair bir hikâyeyi anlatalım.
Abdurrahman bin Avf vefat edince bazıları, geride bıraktığı serveti konusunda, "Bu kadar servet onun hakkında iyi değildir" şeklinde konuşuldu. Kâ'b ise, "Subhanallah! Onun hakkında endişe etmenize sebep ne? Temiz kazandı, sadaka ve zekât verdi, bıraktığı da temizdir" dedi.
Ka'b'ın bu sözünü Ebu Zer (r.a.) duyunca müthiş kızdı. Bir devenin kocaman çene kemiğini ele geçirdi ve Ka'b'ı aramaya başladı. Onun bu halini görenler Ka'b'a haber verdiler, "Seni, celalli halde Ebu Zer şiddetle arıyor" dediler.
Bunu duyan Ka'b bulunduğu yerden kaçtı, Hz. Osman'a sığındı. Halini anlattı. Ebu Zer'in, kendisine malûm sözü için kızıp aradığını bildirdi, yardım istedi. Ebu Zer (r.a.) birçok yeri aradıktan sonra, nihayet Osman'ın evinde olduğunu haber aldı ve oraya gitti. İçeri girince, Ka'b hemen yerinden fırladı, Osman'ın arkasına geçti. Bunu gören Ebu Zer (r.a.) şöyle dedi: "Hıh, şimdi yakaladım seni."
Sonra devamla, "Duydum ki, sen Abdurrahman b. Avf'ın hayatında tam dağıtmadığı malların, ölümünden sonra kalanında bir mahzur olmadığı kanaatini taşıyormuşsun. Anlatacağımı iyi dinle, düşün:
Bir gün Allah'ın Resulü (s.a.v.), Uhud tarafına gitmek üzere yola çıktı. Ben de onunla beraberdim. Bana, 'Ya Eba Zer' diye hitab etti. 'Buyurun, ey Allah'ın Resulü' dedim.
Şöyle buyurdu: 'Dünyada, pek çok mala sahip olanlar, öbür âlemde pek az şeylere sahip olacaklardır. Ancak onların içinde, sağken şu şuna, şu da şuna diyerek; sağını solunu, önünü arkasını gözetenler hariç.'
Daha sonra, 'Ya Eba Zer' buyurunca, 'Anam babam Sana feda, buyur ey Allah'ın Resulü' dedim.
Devam etti: 'Şu Uhud Dağı kadar altına sahip olsaydım, hepsini Allah yoluna bir günde dağıtıp sonra da ölseydim, geride de iki kırat - tahminen on arpa ağırlığı- benden sonraya kalsaydı, o sadakamın çokluğu Beni mesrur etmezdi.'
'İki kırat bir hiç ya Resûlallah, iki kantar -tahminen yüz kırk bin altın- kadar olursa üzülün' deyince, şöyle buyurdu: 'Hayır dediğim gibi iki kırat. Ya Eba Zer, sen çoğu diyorsun, hâlbuki ben azdan bahsediyorum' buyurdu.
Resûlullah Efendimiz bu şekilde buyuruyor, hâlbuki sen, Abdurrahman b. Avf'ın geride bırakıp gittiği dünyalık mallarda bir mahzur yoktur, diyorsun. Peygamber Efendimizin bu emri karşısında sen de, bir çekinme duymadan böyle konuşan kimse de yalancıdır."
Bundan sonra Ebu Zer (r.a.) ayrılıp gitti...
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
















































































