FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Kainatın Efendisi bazen gece yarısı ve bazen de öğle sıcağı demeden, adeti olmadığı zamanlarda çeşitli ziyaretlere başlamıştı. Baki Kabristanı, Uhud Şehitliği gibi.
Her zaman her yeri ziyaret eder ve ashabına da ziyaret etmelerini söylerdi. Fakat şimdi bunu çok sıklaştırmıştı. Bunun neye işaret olduğunu hissedenler olduğu gibi, merak edenler de vardı tabi.
Aradan sadece bir kaç gün geçti. Peygamber Efendimiz (sav) hastalandı... Hem de öyle ağır hasta olmuştu ki, mübarek bedenleri ateşler içinde yanıyordu. Medine'ye büyük bir hüzün çökmüştü.
Hz. Fâtıma, Hz. Ali ve çocuklarıyla beraber sevgili babasının ziyaretine gidiyordu yine. Her fırsatta ziyaretine gider, hizmetini görmek ister, bir yandan da sevgili annesi durumunda olan Hz. Aişe'ye yardım ederdi. Bu gaye ile yine çıkmıştı evinden. Bir yandan yürüyor bir yandan da yolda gördüklerinin yüzlerinde Peygamber babasının son durumunu okumaya çalışıyordu.
Bu duygularla babasının evinin önüne kadar geldi. Bir an durup nefeslendi. Seslice selam vererek giriş izni istedi. Hz. Aişe hemen kapıda göründü.
-Babacığımın başının ağrısı geçti mi?
-Üzgünüm, sana sevinçli haber veremiyorum.
Hz. Fâtıma babasını bitkin bir şekilde yatıyor görünce daha fazla dayanamayıp atıldı.
-Babam, sevgili babam!
Hz. Ali bile zor tutuyordu kendini. Hz. Fâtıma, babasına sarılmış ateşler içinde yandığını görünce dayanamamış ve hıçkırmıştı.
-Babam, sevgili babam. Ateşler içindesin babam.
-Sabret kızım! Sabır güzeldir!
Kızı, damadı ve torunlarına karşı gülümsemeye çalışıyordu ama çok takatsizdi. Bitkin olduğu her halinden belli oluyordu. Buna rağmen torunlarını sevip okşamış, bağrına basmıştı. Bu sahne bir kaç kere böyle tekrar etmişti.
Bir gündü. Hasta yatağında, yanı başındakilere şöyle buyurmuştu:
-Namaza... Namaza dikkat ediniz. Namaza devam ediniz.
İyice ağırlaştığı bir günde Fâtıma'yı yanına çağırdı. Hz. Fâtıma babasının başını yokladığında ateşler içinde yandığını bir defa daha gördü.
-Vah babam, vah babam, deyince, Peygamberimiz sevgili kızının kulağına bir şeyler fısıldadı. Hz. Fâtıma "Ah babam, can babam!" diye gözyaşı döktü. Bu kez Hz. Fâtıma'nın kulağına yine bir şeyler fısıldayınca Peygamberimiz sevgili kızı Fatıma bu sefer sevinçle "Can babam" diye söylendi. Bunların sebebini Hz. Aişe sorduğunda:
-Şimdi söylemeyeceğim ey benim güzel annem, kusura kalma.
Ve son anlar geldi çattı. Hicretin on birinci yılı... Rebiülevvel ayının on ikisi... Günlerden Pazartesi... Güneş batıya doğru kaymış, ha battı ha batacak...
Peygamber Efendimiz (sav)'in ateşi ve ağrıları öyle bir artmıştı ki, kimsenin dayanması mümkün değildi. Buram buram terliyordu. Efendimiz ateşin en dayanılmazına dayanıyordu...
Hz. Fâtıma bu manzara karşısında adeta eriyor, hiçbir şey yapamamanın ıstırabı ile o da babası gibi yanıp kavruluyordu.
-Vah babama! Vay babamın çektiği ıstıraba...
-Kızım, sevgili kızım!
-Vay babamın çektiği ıstıraba...
-Bugünden sonra baban hiçbir ıstırap çekmeyecetir!
-Vay babama, vay ki, vay!
-Kızım sakın ağlama!
-Babam, sevgili babam!
-Sevgili kızım! Ben vefat ettiğim zaman İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn de!..
-Babam! Emektar annemin kocası, sevgili ablalarımın babası!
Lâ ilahe illallah diyen Efendimiz (sav) yanındaki kaba ellerini daldırıp yüzüne su serptikten sonra:
- Allah'ım Refık-i A'lâ, Lâ ilahe illallah" buyurduktan sonra mübarek ruhu arş-ı âlâya yükselip giderken, mübarek bedenleri hareketsiz kaldı...
İçerdekiler öyle bir hale geldiler ki, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Şok olmuş kalmışlardı.
-İnna lillahi ve inna ileyhi râciun!
Böyle haykıran Hz Fâtıma, sevgili babasının üzerine kapandı. Hz. Aişe'nin sanki dili tutulmuş, Hz. Safiyye ne yapacağını şaşırmıştı. Hz. Fatıma'nın çığlığı odanın dışına taşmış, dışarda bekleyen Sahâbe-i Kirâm üzerine bomba gibi düşmüştü.
-Ey Allah'ımın davetine koşan babam, ey mekânı Firdevs olan Peygamber Babam, ey ölüm haberini Hz. Cebrail'den alan muhterem babam, Ey Allah'ının huzuruna ulaşan merhametli babam!
Hz. Fâtıma'nın isyana varmayan ağıtı bütün yürekleri yakıp kavurmuş, bütün herkeste gözyaşları sel olup akmıştı.
O canlar canı gidince, kimde can kaldı ki!.. Herkes ruhuna yıldırım çarpmış gibi perişan oldu. Gözler pınar pınar aktı, nehir nehir çağladı... Şimdiye kadar eşi ve benzeri görülmemiş bir ruh fırtınası ortalığı alabora etti... İnsan aklı basit bir bez parçası gibi yırtıldı... Bütün ashab can evlerinden onulmaz ve onarılmaz korkunç bir yara aldı!..
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) 63 yaşında vefat etmişti.
O gün hicretin onbirinci yılı, Rabiülevvel ayının on ikisi, Pazartesiydi...
Miladi 8 Haziran 632...
Kainatın Efendisi bazen gece yarısı ve bazen de öğle sıcağı demeden, adeti olmadığı zamanlarda çeşitli ziyaretlere başlamıştı. Baki Kabristanı, Uhud Şehitliği gibi.
Her zaman her yeri ziyaret eder ve ashabına da ziyaret etmelerini söylerdi. Fakat şimdi bunu çok sıklaştırmıştı. Bunun neye işaret olduğunu hissedenler olduğu gibi, merak edenler de vardı tabi.
Aradan sadece bir kaç gün geçti. Peygamber Efendimiz (sav) hastalandı... Hem de öyle ağır hasta olmuştu ki, mübarek bedenleri ateşler içinde yanıyordu. Medine'ye büyük bir hüzün çökmüştü.
Hz. Fâtıma, Hz. Ali ve çocuklarıyla beraber sevgili babasının ziyaretine gidiyordu yine. Her fırsatta ziyaretine gider, hizmetini görmek ister, bir yandan da sevgili annesi durumunda olan Hz. Aişe'ye yardım ederdi. Bu gaye ile yine çıkmıştı evinden. Bir yandan yürüyor bir yandan da yolda gördüklerinin yüzlerinde Peygamber babasının son durumunu okumaya çalışıyordu.
Bu duygularla babasının evinin önüne kadar geldi. Bir an durup nefeslendi. Seslice selam vererek giriş izni istedi. Hz. Aişe hemen kapıda göründü.
-Babacığımın başının ağrısı geçti mi?
-Üzgünüm, sana sevinçli haber veremiyorum.
Hz. Fâtıma babasını bitkin bir şekilde yatıyor görünce daha fazla dayanamayıp atıldı.
-Babam, sevgili babam!
Hz. Ali bile zor tutuyordu kendini. Hz. Fâtıma, babasına sarılmış ateşler içinde yandığını görünce dayanamamış ve hıçkırmıştı.
-Babam, sevgili babam. Ateşler içindesin babam.
-Sabret kızım! Sabır güzeldir!
Kızı, damadı ve torunlarına karşı gülümsemeye çalışıyordu ama çok takatsizdi. Bitkin olduğu her halinden belli oluyordu. Buna rağmen torunlarını sevip okşamış, bağrına basmıştı. Bu sahne bir kaç kere böyle tekrar etmişti.
Bir gündü. Hasta yatağında, yanı başındakilere şöyle buyurmuştu:
-Namaza... Namaza dikkat ediniz. Namaza devam ediniz.
İyice ağırlaştığı bir günde Fâtıma'yı yanına çağırdı. Hz. Fâtıma babasının başını yokladığında ateşler içinde yandığını bir defa daha gördü.
-Vah babam, vah babam, deyince, Peygamberimiz sevgili kızının kulağına bir şeyler fısıldadı. Hz. Fâtıma "Ah babam, can babam!" diye gözyaşı döktü. Bu kez Hz. Fâtıma'nın kulağına yine bir şeyler fısıldayınca Peygamberimiz sevgili kızı Fatıma bu sefer sevinçle "Can babam" diye söylendi. Bunların sebebini Hz. Aişe sorduğunda:
-Şimdi söylemeyeceğim ey benim güzel annem, kusura kalma.
Ve son anlar geldi çattı. Hicretin on birinci yılı... Rebiülevvel ayının on ikisi... Günlerden Pazartesi... Güneş batıya doğru kaymış, ha battı ha batacak...
Peygamber Efendimiz (sav)'in ateşi ve ağrıları öyle bir artmıştı ki, kimsenin dayanması mümkün değildi. Buram buram terliyordu. Efendimiz ateşin en dayanılmazına dayanıyordu...
Hz. Fâtıma bu manzara karşısında adeta eriyor, hiçbir şey yapamamanın ıstırabı ile o da babası gibi yanıp kavruluyordu.
-Vah babama! Vay babamın çektiği ıstıraba...
-Kızım, sevgili kızım!
-Vay babamın çektiği ıstıraba...
-Bugünden sonra baban hiçbir ıstırap çekmeyecetir!
-Vay babama, vay ki, vay!
-Kızım sakın ağlama!
-Babam, sevgili babam!
-Sevgili kızım! Ben vefat ettiğim zaman İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn de!..
-Babam! Emektar annemin kocası, sevgili ablalarımın babası!
Lâ ilahe illallah diyen Efendimiz (sav) yanındaki kaba ellerini daldırıp yüzüne su serptikten sonra:
- Allah'ım Refık-i A'lâ, Lâ ilahe illallah" buyurduktan sonra mübarek ruhu arş-ı âlâya yükselip giderken, mübarek bedenleri hareketsiz kaldı...
İçerdekiler öyle bir hale geldiler ki, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Şok olmuş kalmışlardı.
-İnna lillahi ve inna ileyhi râciun!
Böyle haykıran Hz Fâtıma, sevgili babasının üzerine kapandı. Hz. Aişe'nin sanki dili tutulmuş, Hz. Safiyye ne yapacağını şaşırmıştı. Hz. Fatıma'nın çığlığı odanın dışına taşmış, dışarda bekleyen Sahâbe-i Kirâm üzerine bomba gibi düşmüştü.
-Ey Allah'ımın davetine koşan babam, ey mekânı Firdevs olan Peygamber Babam, ey ölüm haberini Hz. Cebrail'den alan muhterem babam, Ey Allah'ının huzuruna ulaşan merhametli babam!
Hz. Fâtıma'nın isyana varmayan ağıtı bütün yürekleri yakıp kavurmuş, bütün herkeste gözyaşları sel olup akmıştı.
O canlar canı gidince, kimde can kaldı ki!.. Herkes ruhuna yıldırım çarpmış gibi perişan oldu. Gözler pınar pınar aktı, nehir nehir çağladı... Şimdiye kadar eşi ve benzeri görülmemiş bir ruh fırtınası ortalığı alabora etti... İnsan aklı basit bir bez parçası gibi yırtıldı... Bütün ashab can evlerinden onulmaz ve onarılmaz korkunç bir yara aldı!..
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) 63 yaşında vefat etmişti.
O gün hicretin onbirinci yılı, Rabiülevvel ayının on ikisi, Pazartesiydi...
Miladi 8 Haziran 632...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.