Yahya Efendi
Baba Tarık adlı bir balıkçı zor günler yaşar. Nedendir bilinmez her gün balığa çıkar, ama denizden dişe dokunur bir şey alamaz. Karısı açar ağzını yumar gözünü. "Miskin herif!" der, "sen dergâh dergâh dolaş bakalım. Kızının düğünü yaklaştı, daha çeyizi bile yapılmadı." Yahya Efendi, Tarık Babanın sıkıntısını hisseder, işini gücünü bırakıp onunla denize açılır. Balıkçı "Aman efendim deryada balık mı kaldı?" dese de Halık'a güvenir, ağ salar. Eh onun attığı ağlar elbette balık dolar.
Günün birinde, Rum çocuğunun biri soluk soluğa dergahın bahçesine girer. Kan ter içinde "Koyunlarım..." der "koyunlarım bu tarafa kaçtılar" Dervişler arar, tarar, ama bulamazlar. Çocukcağız bitkin ve ağlamaklıdır. Tam bu esnada Yahya Efendi görünür. "Bu delikanlı yorulmuş" der, "sanırım acıkmıştır da. Koşun ekmek, yağ, bal getirin!" Garibim hâlâ ürkektir. Mübarek sofraya katılır ve ona cesaret verir.
"İşte sana tereyağı, bal, taze nan (ekmek)
Dilersen yağa ban, dilersen bala ban!"
...Balaban! İşte bu son kelime çocuğu şaşırtır. Çünkü adı Balaban'dır. Bu şiirli ikram çok hoşuna gider. Tam o sıra dervişler küçük çobana koyunlarının bulunduğunu müjdelerler. Sonraki günlerde Balaban ve babası tekkenin müdavimlerinden olurlar.
"Şimdi bunlar iyi, güzel de konumuzla ne alâkası var?" dediğinizi duyar gibiyim. Öyle ya, Yahya Efendi'nin gölgesine sığınan padişahlar kimdir acaba? Mübarek hangi ufukları açmıştır onlara? Peki oraya gelelim. Yahya Efendi, Trabzon Kadısı Ömer Efendi'nin oğludur. O Kanuni Süleyman ile aynı günlerde doğar. Hatta minik şehzadeyi Yahya Efendi'nin annesi Afife Hanım emzirir. Hasılı ikisi süt kardeş olurlar.
Yahya Efendi balıkçıya, kayıkçıya bile kıymet verir, çoluk çocuğu muhatap edinir. Hâlimdir, selimdir, ama yeri geldiğinde Kanuni gibi bir cihan imparatoruna "Bakasın bre süt kardeş!" diye çıkışacak kadar yüreklidir. Nitekim günün birinde papazın biri atının yularına yapışır. "Bu da adalet mi yani?" der, "Doğru dürüst defter tutulmuyor, ölülerimizden bile haraç istiyorlar!" Yahya Efendi derhal sultana çıkar. "Yazıklar olsun" der, "Böyle ele geçen mal helâl değildir. Yediğin, içtiğin, sarayın, saltanatın, haram sana!" Kânuni ağlamaklıdır. "Ağabey; halimi Allah biliyor ki bunlardan haberim yok!" diye sızlanır ve ikinci azarı yer "O halde gaflettesin. Allahü teâlâ'nın huzuruna çıktığında ne cevap vereceksin? Korkarım yakanı kafirlerin eline verecekler. Sürüm sürüm sürünecek, cehenneme itileceksin. Unutma tacın, tahtın, burada kalır, seni şöhretin değil, adaletin kurtarır!"
Baba Tarık adlı bir balıkçı zor günler yaşar. Nedendir bilinmez her gün balığa çıkar, ama denizden dişe dokunur bir şey alamaz. Karısı açar ağzını yumar gözünü. "Miskin herif!" der, "sen dergâh dergâh dolaş bakalım. Kızının düğünü yaklaştı, daha çeyizi bile yapılmadı." Yahya Efendi, Tarık Babanın sıkıntısını hisseder, işini gücünü bırakıp onunla denize açılır. Balıkçı "Aman efendim deryada balık mı kaldı?" dese de Halık'a güvenir, ağ salar. Eh onun attığı ağlar elbette balık dolar.
Günün birinde, Rum çocuğunun biri soluk soluğa dergahın bahçesine girer. Kan ter içinde "Koyunlarım..." der "koyunlarım bu tarafa kaçtılar" Dervişler arar, tarar, ama bulamazlar. Çocukcağız bitkin ve ağlamaklıdır. Tam bu esnada Yahya Efendi görünür. "Bu delikanlı yorulmuş" der, "sanırım acıkmıştır da. Koşun ekmek, yağ, bal getirin!" Garibim hâlâ ürkektir. Mübarek sofraya katılır ve ona cesaret verir.
"İşte sana tereyağı, bal, taze nan (ekmek)
Dilersen yağa ban, dilersen bala ban!"
...Balaban! İşte bu son kelime çocuğu şaşırtır. Çünkü adı Balaban'dır. Bu şiirli ikram çok hoşuna gider. Tam o sıra dervişler küçük çobana koyunlarının bulunduğunu müjdelerler. Sonraki günlerde Balaban ve babası tekkenin müdavimlerinden olurlar.
"Şimdi bunlar iyi, güzel de konumuzla ne alâkası var?" dediğinizi duyar gibiyim. Öyle ya, Yahya Efendi'nin gölgesine sığınan padişahlar kimdir acaba? Mübarek hangi ufukları açmıştır onlara? Peki oraya gelelim. Yahya Efendi, Trabzon Kadısı Ömer Efendi'nin oğludur. O Kanuni Süleyman ile aynı günlerde doğar. Hatta minik şehzadeyi Yahya Efendi'nin annesi Afife Hanım emzirir. Hasılı ikisi süt kardeş olurlar.
Yahya Efendi balıkçıya, kayıkçıya bile kıymet verir, çoluk çocuğu muhatap edinir. Hâlimdir, selimdir, ama yeri geldiğinde Kanuni gibi bir cihan imparatoruna "Bakasın bre süt kardeş!" diye çıkışacak kadar yüreklidir. Nitekim günün birinde papazın biri atının yularına yapışır. "Bu da adalet mi yani?" der, "Doğru dürüst defter tutulmuyor, ölülerimizden bile haraç istiyorlar!" Yahya Efendi derhal sultana çıkar. "Yazıklar olsun" der, "Böyle ele geçen mal helâl değildir. Yediğin, içtiğin, sarayın, saltanatın, haram sana!" Kânuni ağlamaklıdır. "Ağabey; halimi Allah biliyor ki bunlardan haberim yok!" diye sızlanır ve ikinci azarı yer "O halde gaflettesin. Allahü teâlâ'nın huzuruna çıktığında ne cevap vereceksin? Korkarım yakanı kafirlerin eline verecekler. Sürüm sürüm sürünecek, cehenneme itileceksin. Unutma tacın, tahtın, burada kalır, seni şöhretin değil, adaletin kurtarır!"