Sofu Baba
Fetih ordusundaki Mutlu Askerlerden.
Anlatılır: Kore harbinin bütün şiddetiyle cereyan ettiği yıllarda, bir kış günü, Fındıklı yokuşunun hemen alt tarafındaki bir köşede bulunan bir kahvehanede, herkes toplanmış radyo dinliyorlarmış. O sırada içeri bir asker girer. Etrafa bir göz attıktan sonra gidip, boş bir masaya oturmuş. Elindeki torbasını masanın üzerine bıraktıktan sonra, yandaki masada oturanlara sormuş:
"Ben, Sofu Baba isimli bir zatı arıyorum. Bu civarda oturuyormuş. Evini bilen var mı?" Askerin bu sorusunu duyanlar şaşırmış. İçlerinden yaşlı bir zat:
"Evladım, aradığın Sofu Baba hayatta değil ki! O, bizim evliyamızdır, türbesi de şuradadır. Nasıl oldu da sana adres verdi?" demiş. Bu sözler üzerine genç asker donup kalmış; başını ellerinin arasına alıp masaya koymuş ve dakikalarca öylece kalmış. Bir süre sonra heyecanla anlatmaya başlamış:
"Ben Kore'den geliyorum, Diyarbakırlıyım. Vapurdan daha yeni indik. Hazır buraya gelmişken, Sofu Baba'yı da görmeden memleketime gitmeyeyim, dedim.
Kore'de pek çok çarpışmaya katıldım; Kunuri çarpışmalarında da bulundum. Pek çoğumuz şehadet şerbetini içti, bir kısmımız yaralandı, gazi oldu. Elhamdülillah, ben sağ salim kurtuldum. Sofu Baba'yı da Kunuri çarpışmaları sırasında tanıdım. Kunuri çarpışmalarının bütün şiddetiyle devam ettiği günlerdeydi. Düşman tarafından ablukaya alınmıştık. Ablukayı yarıp çıkmaktan başka da çaremiz yoktu. Ölüm, burnumuzun ucundaydı. Bir ümitsizlik dalgası esiyordu içimizde. Tam o sırada; nur yüzlü, ak sakallı bir ihtiyar beliriverdi. Bana doğru gülerek yaklaştı:
"Niye bu kadar telaş içindesin? Neden korkuyorsun, sana korkmak yakışır mı" dedi?
Sonra da iyice yanıma yaklaştı, elleriyle sırtımı sıvazladı. O, sırtımı sıvazladıkça, içimi tarifi imkansız bir sıcaklığın kapladığını hissettim. Sonra;
"Hadi bakalım, saldır düşmana, hiç korkma!" dedi.
O sırada, cesaretim de kat kat arttı. Sordum:
"Siz kimsiniz, burada ne arıyorsunuz?"
"Benim adım Sofu Baba'dır. İstanbul'dan geldim. Fındıklı'da oturuyorum. Savaştan döndüğüm zaman bana uğra. Beni orada herkes tanır, kime sorsan sana yerimi gösterir," dedi. Sonra bir anda gözümün önünden kayboldu. Ben de olanca cesaretimle düşman saflarına doğru hücum ettim. Akşam olunca, başımdan geçenleri arkadaşlarıma anlattım. Onlar da, aynı ihtiyarı gördüklerini söylediler. Meğer Sofu Baba hepsine de görünmüş; hepsinin de sırtını sıvazlayıp, moral vermiş. O'nun sırtıma elini koyduğu ve, "Haydi aslanım çarpışmaya!" dediği zamanki sıcaklığı hâlâ vücudumda hissediyorum. İşte bunun için Onu görmeye geldim!"
Kabri Fındıklı yokuşundadır.
Fetih ordusundaki Mutlu Askerlerden.
Anlatılır: Kore harbinin bütün şiddetiyle cereyan ettiği yıllarda, bir kış günü, Fındıklı yokuşunun hemen alt tarafındaki bir köşede bulunan bir kahvehanede, herkes toplanmış radyo dinliyorlarmış. O sırada içeri bir asker girer. Etrafa bir göz attıktan sonra gidip, boş bir masaya oturmuş. Elindeki torbasını masanın üzerine bıraktıktan sonra, yandaki masada oturanlara sormuş:
"Ben, Sofu Baba isimli bir zatı arıyorum. Bu civarda oturuyormuş. Evini bilen var mı?" Askerin bu sorusunu duyanlar şaşırmış. İçlerinden yaşlı bir zat:
"Evladım, aradığın Sofu Baba hayatta değil ki! O, bizim evliyamızdır, türbesi de şuradadır. Nasıl oldu da sana adres verdi?" demiş. Bu sözler üzerine genç asker donup kalmış; başını ellerinin arasına alıp masaya koymuş ve dakikalarca öylece kalmış. Bir süre sonra heyecanla anlatmaya başlamış:
"Ben Kore'den geliyorum, Diyarbakırlıyım. Vapurdan daha yeni indik. Hazır buraya gelmişken, Sofu Baba'yı da görmeden memleketime gitmeyeyim, dedim.
Kore'de pek çok çarpışmaya katıldım; Kunuri çarpışmalarında da bulundum. Pek çoğumuz şehadet şerbetini içti, bir kısmımız yaralandı, gazi oldu. Elhamdülillah, ben sağ salim kurtuldum. Sofu Baba'yı da Kunuri çarpışmaları sırasında tanıdım. Kunuri çarpışmalarının bütün şiddetiyle devam ettiği günlerdeydi. Düşman tarafından ablukaya alınmıştık. Ablukayı yarıp çıkmaktan başka da çaremiz yoktu. Ölüm, burnumuzun ucundaydı. Bir ümitsizlik dalgası esiyordu içimizde. Tam o sırada; nur yüzlü, ak sakallı bir ihtiyar beliriverdi. Bana doğru gülerek yaklaştı:
"Niye bu kadar telaş içindesin? Neden korkuyorsun, sana korkmak yakışır mı" dedi?
Sonra da iyice yanıma yaklaştı, elleriyle sırtımı sıvazladı. O, sırtımı sıvazladıkça, içimi tarifi imkansız bir sıcaklığın kapladığını hissettim. Sonra;
"Hadi bakalım, saldır düşmana, hiç korkma!" dedi.
O sırada, cesaretim de kat kat arttı. Sordum:
"Siz kimsiniz, burada ne arıyorsunuz?"
"Benim adım Sofu Baba'dır. İstanbul'dan geldim. Fındıklı'da oturuyorum. Savaştan döndüğüm zaman bana uğra. Beni orada herkes tanır, kime sorsan sana yerimi gösterir," dedi. Sonra bir anda gözümün önünden kayboldu. Ben de olanca cesaretimle düşman saflarına doğru hücum ettim. Akşam olunca, başımdan geçenleri arkadaşlarıma anlattım. Onlar da, aynı ihtiyarı gördüklerini söylediler. Meğer Sofu Baba hepsine de görünmüş; hepsinin de sırtını sıvazlayıp, moral vermiş. O'nun sırtıma elini koyduğu ve, "Haydi aslanım çarpışmaya!" dediği zamanki sıcaklığı hâlâ vücudumda hissediyorum. İşte bunun için Onu görmeye geldim!"
Kabri Fındıklı yokuşundadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.