Mûsâ Kâzım Hz.
Musa Kâzım Hz'nin hayatı, fazilet ve üstünlüklerle doludur. Sevdiklerine ibret veren ve yol gösteren kerâmet ve menkıbeleri çoktur. Ruhlara gıdâ olan sözleri o kadar çoktur ki, bazıları kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönülden gönüle akıp gelmiştir.
Onu seven ve ondan istifade eden alimlerden Şakîk-i Belhî şöyle anlatıyor:
"Hacca gidiyordum. Fariziye'ye vardım, orada, güzel yüzlü, buğday benizli, yün elbiseli, başı sarıklı ve ayağında nalını bulunan bir genç gördüm. İnsanlardan ayrı bir yerde yalnız oturuyordu. Kendi kendime; "Bunun tasavvuf talebesinden olması lazımdır, bu yolda Müslümanlardan ayrı duruyor, gidip biraz ağır konuşayım da bu işten vaçgeçsin" dedim. Yanına yaklaşınca bana: "Ey Şakîk" diye hitap ederek, mealen; "Zandan çok sakınınız, zira bazı zanlar günahtır" buyrulan Hucurât sûresi on ikinci ayet-i kerimesini okudu. Bir tarafa doğru gitti. Kendi kendime; "Bu bir salih kişi olmalı, adımı ve kalbimdekini bildi" dedim. Arkasından, helallaşayım diye gittim. Ne kadar hızlı yürüdüysem yetişemedim. Başka bir konak yerinde onu yine gördüm. Namaz kılıyordu. Bütün azaları titriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. Namazını bitirsin de helâllaşayım dedim. Namazını bitirdi. Yanına yaklaştım. Bana "Ben tövbe eden, imân edip sâlih ameller işleyen ve sonra doğru yolu bulan kimseleri elbette affederim" buyurulan Tâhâ suresi seksen ikinci ayet-i kerimesini okudu. Beni bırakıp uzaklaştı. Kendi kendime; "Bu genç yüksek bir veli olmalı, ikinci defa ismimi ve kalbimdekini bildi" dedim.
Başka bir konak yerinde yine onu gördüm. Bir kuyunun başında, elindeki kısa ipli kova ile su çıkarmak istiyordu. Kova suya düştü. Ellerini kaldırıp; "Ya Rabb'i! Sen benim Rabb'imsin, su aşağıdadır. Kuvvet sendedir, su içmek istiyorum" diye dua etti. Kuyudaki su yükseldi. Elini uzatıp kovasını doldurdu.
Musa Kâzım Hz'nin hayatı, fazilet ve üstünlüklerle doludur. Sevdiklerine ibret veren ve yol gösteren kerâmet ve menkıbeleri çoktur. Ruhlara gıdâ olan sözleri o kadar çoktur ki, bazıları kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönülden gönüle akıp gelmiştir.
Onu seven ve ondan istifade eden alimlerden Şakîk-i Belhî şöyle anlatıyor:
"Hacca gidiyordum. Fariziye'ye vardım, orada, güzel yüzlü, buğday benizli, yün elbiseli, başı sarıklı ve ayağında nalını bulunan bir genç gördüm. İnsanlardan ayrı bir yerde yalnız oturuyordu. Kendi kendime; "Bunun tasavvuf talebesinden olması lazımdır, bu yolda Müslümanlardan ayrı duruyor, gidip biraz ağır konuşayım da bu işten vaçgeçsin" dedim. Yanına yaklaşınca bana: "Ey Şakîk" diye hitap ederek, mealen; "Zandan çok sakınınız, zira bazı zanlar günahtır" buyrulan Hucurât sûresi on ikinci ayet-i kerimesini okudu. Bir tarafa doğru gitti. Kendi kendime; "Bu bir salih kişi olmalı, adımı ve kalbimdekini bildi" dedim. Arkasından, helallaşayım diye gittim. Ne kadar hızlı yürüdüysem yetişemedim. Başka bir konak yerinde onu yine gördüm. Namaz kılıyordu. Bütün azaları titriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. Namazını bitirsin de helâllaşayım dedim. Namazını bitirdi. Yanına yaklaştım. Bana "Ben tövbe eden, imân edip sâlih ameller işleyen ve sonra doğru yolu bulan kimseleri elbette affederim" buyurulan Tâhâ suresi seksen ikinci ayet-i kerimesini okudu. Beni bırakıp uzaklaştı. Kendi kendime; "Bu genç yüksek bir veli olmalı, ikinci defa ismimi ve kalbimdekini bildi" dedim.
Başka bir konak yerinde yine onu gördüm. Bir kuyunun başında, elindeki kısa ipli kova ile su çıkarmak istiyordu. Kova suya düştü. Ellerini kaldırıp; "Ya Rabb'i! Sen benim Rabb'imsin, su aşağıdadır. Kuvvet sendedir, su içmek istiyorum" diye dua etti. Kuyudaki su yükseldi. Elini uzatıp kovasını doldurdu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.