Mâlik Bin Dînar Hz.Bir gün hasta ziyaretine giden Mâlik bin Dînar Hazretleri durumu şöyle anlatır: "Hastanın halinden ölüm durumunun yakın olduğu anlaşılıyordu. Kendisine Kelime-i Şehadeti telkin etmek (söyletmek) için uğraştım. Fakat ne kadar uğraştımsa söylettiremedim. O durmadan on, on bir diyordu. Sonra kendisine gelip bana; "Ey üstadım! Önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman şehadet kelimesini söylemeye çalışsam, bu ateş bana hücûm ediyor" dedi. Bunun üzerine mesleğini sorduğumda; malını ribaya veren, faiz yiyen, ölçü ve tartıda hile yapan biri olduğunu anladım."
Mâlik bin Dînar Hazretleri bir hatırasını şöyle anlatır: "Bir gün toprakla oynayıp bazan gülen bazan ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selam vermek istedim. Fakat kibirden selam vermedim. Hemen nefsime; "Ey nefis! Peygamber Efendimiz büyüklere de küçüklere de selam verirdi" diyerek çocuğa selam verdim. Çocuk; "Ve aleyküm selam, ey Mâlik bin Dînar!" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk; "Ruhlar aleminde benim ruhumla senin ruhun karşılaştı. Orada bizi Allah-ü Teala karşılaştırdı" dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefs arasında ne fark var?" diye sorunca, çocuk; "Nefsin seni selamdan men etti. Aklın ise seni selam vermeye teşvik etti" diye cevap verdi. "Sen neden toprakla oynuyorsun diye sordum. Çocuk; "Topraktan yaratıldık, yine toprağa karışacağız" dedi. Ben yine; "Seni bâzan ağlarken, bâzan gülerken görüyorum. Sebebi nedir?" diye sordum. "Rabbimin azab edeceğini hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zamansa tebessüm ediyorum" dedi. "Ey oğul! Senin hangi günahın var ki ağlıyorsun?" diye sorunca, çocuk; "Ey Mâlik! Böyle söyleme, zirâ, ben, anam ateş yakarken, küçük odun olmadan, büyüklerin tutuşmadığını gördüm" diye cevap verdi.
Mâlik bin Dînar zamanında iki mecûsi kardeş vardı. Ateşe taparlardı. Bir gün küçüğü büyüğüne; "Ey ağabey! Sen yetmiş üç sene ben ise otuz beş senedir bu ateşe taparız. Gel bakalım kendisinden başkasına tapmadığımız bu ilahımız bizi yakacak mı? Eğer bizi yakmazsa devamlı ona tapar gideriz. Eğer yakarsa ona tapmayı terk ederiz" dedi. Büyükçe ateş yaktılar. Küçüğü büyüğüne; "İster sen önce elini ateşe koy, ister ben koyayım" dedi. Büyük de; "Sen önce elini koy" diye karşılık verdi. Küçük elini ateşe uzatınca; parmağı yandı ve elini geri çekti. Sonra; "Ah! Sana bu kadar sene ibadet ederim. Sen ise bana eziyet ediyorsun" dedi. Sonra ağabeyine; "Şimdi bizi doğru yola ulaştıracak bir delile gidelim" dedi. İstişâre ile yola çıkıp, Mâlik bin Dînar'a gitmeye karar verdiler. Onu Basra'da bir yerde insanlara vaaz ederken buldular. Onu görünce büyüğü küçüğüne; "Ben Müslüman olmayacağım. Zira ömrümün çoğu ateşe ibadetle geçti gitti. Şayet Müslüman olursam, ev halkımın beni ayıplamalarından korkarım. Ateşe tapmak, ayıplanmadan bana daha sevgilidir" dedi. Küçük olan da ona; "Böyle yapma, onların ayıplamaları bir zaman sonra unutulur gider, yok olur. Ateşe tapman ise kalır" dedi. Fakat büyük olanı bunu dinlemedi. Geri döndü.Küçük kardeş, Mâlik bin Dînar Hazretleri'nin yanına giti. Sonra da çoluğunu çocuğunu getirdi. Onun huzurunda oturdular. Küçük kardeş başından geçenleri anlattı ve kendilerine İslâm'ın anlatılmasını istedi. Mâlik bin Dînar Hazretleri onlara, imanı ve İslâm'ı anlattı. Tesirli sözleriyle hep birlikte Müslümanlığı kabul ettiler. Küçük kardeş ehliyle birlikte huzurundan ayrılmak istedi. Mâlik bin Dînar onlara; "Size yardım olarak Müslümanlar'dan bir şeyler toplayıp vereyim" dedi. Onlar da istemediklerini bildirdiler ve harabe evlerine yöneldiler. Döndüklerinde evlerini güzel, bakımlı buldular. İçeriye girdiler. Sabah olduğunda hanımı; "Çarşıya git çalış. Akşam da kazandığınla süt al getir" dedi. Adamcağız gitti. Lakin ona kimse iş vermedi. O zaman kendi kendine; "Ben da Allah için çalışırım" dedi. Orada harabe bir yerde ibadet etti. Akşam namazını kılınca eli boş olarak evine döndü. Hanımı; "Niye bir şey getirmedin?" deyince; bugün bir Melik için çalıştım. Lakin bir ücret vermedi. Yarın veririm dedi, diye söyledi.
Mâlik bin Dînar Hazretleri bir hatırasını şöyle anlatır: "Bir gün toprakla oynayıp bazan gülen bazan ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selam vermek istedim. Fakat kibirden selam vermedim. Hemen nefsime; "Ey nefis! Peygamber Efendimiz büyüklere de küçüklere de selam verirdi" diyerek çocuğa selam verdim. Çocuk; "Ve aleyküm selam, ey Mâlik bin Dînar!" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk; "Ruhlar aleminde benim ruhumla senin ruhun karşılaştı. Orada bizi Allah-ü Teala karşılaştırdı" dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefs arasında ne fark var?" diye sorunca, çocuk; "Nefsin seni selamdan men etti. Aklın ise seni selam vermeye teşvik etti" diye cevap verdi. "Sen neden toprakla oynuyorsun diye sordum. Çocuk; "Topraktan yaratıldık, yine toprağa karışacağız" dedi. Ben yine; "Seni bâzan ağlarken, bâzan gülerken görüyorum. Sebebi nedir?" diye sordum. "Rabbimin azab edeceğini hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zamansa tebessüm ediyorum" dedi. "Ey oğul! Senin hangi günahın var ki ağlıyorsun?" diye sorunca, çocuk; "Ey Mâlik! Böyle söyleme, zirâ, ben, anam ateş yakarken, küçük odun olmadan, büyüklerin tutuşmadığını gördüm" diye cevap verdi.
Mâlik bin Dînar zamanında iki mecûsi kardeş vardı. Ateşe taparlardı. Bir gün küçüğü büyüğüne; "Ey ağabey! Sen yetmiş üç sene ben ise otuz beş senedir bu ateşe taparız. Gel bakalım kendisinden başkasına tapmadığımız bu ilahımız bizi yakacak mı? Eğer bizi yakmazsa devamlı ona tapar gideriz. Eğer yakarsa ona tapmayı terk ederiz" dedi. Büyükçe ateş yaktılar. Küçüğü büyüğüne; "İster sen önce elini ateşe koy, ister ben koyayım" dedi. Büyük de; "Sen önce elini koy" diye karşılık verdi. Küçük elini ateşe uzatınca; parmağı yandı ve elini geri çekti. Sonra; "Ah! Sana bu kadar sene ibadet ederim. Sen ise bana eziyet ediyorsun" dedi. Sonra ağabeyine; "Şimdi bizi doğru yola ulaştıracak bir delile gidelim" dedi. İstişâre ile yola çıkıp, Mâlik bin Dînar'a gitmeye karar verdiler. Onu Basra'da bir yerde insanlara vaaz ederken buldular. Onu görünce büyüğü küçüğüne; "Ben Müslüman olmayacağım. Zira ömrümün çoğu ateşe ibadetle geçti gitti. Şayet Müslüman olursam, ev halkımın beni ayıplamalarından korkarım. Ateşe tapmak, ayıplanmadan bana daha sevgilidir" dedi. Küçük olan da ona; "Böyle yapma, onların ayıplamaları bir zaman sonra unutulur gider, yok olur. Ateşe tapman ise kalır" dedi. Fakat büyük olanı bunu dinlemedi. Geri döndü.Küçük kardeş, Mâlik bin Dînar Hazretleri'nin yanına giti. Sonra da çoluğunu çocuğunu getirdi. Onun huzurunda oturdular. Küçük kardeş başından geçenleri anlattı ve kendilerine İslâm'ın anlatılmasını istedi. Mâlik bin Dînar Hazretleri onlara, imanı ve İslâm'ı anlattı. Tesirli sözleriyle hep birlikte Müslümanlığı kabul ettiler. Küçük kardeş ehliyle birlikte huzurundan ayrılmak istedi. Mâlik bin Dînar onlara; "Size yardım olarak Müslümanlar'dan bir şeyler toplayıp vereyim" dedi. Onlar da istemediklerini bildirdiler ve harabe evlerine yöneldiler. Döndüklerinde evlerini güzel, bakımlı buldular. İçeriye girdiler. Sabah olduğunda hanımı; "Çarşıya git çalış. Akşam da kazandığınla süt al getir" dedi. Adamcağız gitti. Lakin ona kimse iş vermedi. O zaman kendi kendine; "Ben da Allah için çalışırım" dedi. Orada harabe bir yerde ibadet etti. Akşam namazını kılınca eli boş olarak evine döndü. Hanımı; "Niye bir şey getirmedin?" deyince; bugün bir Melik için çalıştım. Lakin bir ücret vermedi. Yarın veririm dedi, diye söyledi.