"Dövizle borçlanmayın, yağmur yağacak" uyarılarının yapıldığı bir ekonomik çöküş tablosuyla baskın bir seçime doğru gidiyoruz. Dolar kurunun 4.30'ları aştığı ve enflasyonun beklentilerin çok üstünde çıktığı konuşuldu, yazıldı. İşsizliğin önlenemez yükselişi artık konuşulmuyor bile, alışkanlık yaptı.
Ekonomi yönetiminin zirvelerde aldığı kararlara, bakanların yaptığı açıklamalara bakıyorum, adeta ekonomiyi yönetememenin itirafı ve ispatı niteliğinde? Ve attıkları her adım ekonomik sorunları çözmeye değil, krizi artırmaya, çöküşü hızlandırmaya yönelik?
Geçtiğimiz Çarşamba günü ekonomi yönetimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığında Ekonomi Koordinasyon Kurulu Toplantısı'nda bir araya geldi.
2,5 saat süren zirveden "aynı tas, aynı hamam", Cumhurbaşkanımızın meşhur ifadesiyle "tencere tava, hep aynı hava" kararı çıktı. Toplantının kararlarını biraz irdeleyelim.
* "Ülkemiz ekonomisinin en önemli çıpalarından olan mali disiplinden asla taviz verilmeyecektir" denildi.
Mali disiplin pratikte hep kemer sıkma politikaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasilerimiz, rantiye ya da yabancı sermaye sahipleri için bir mali disiplin değil, halka hizmette mali disiplin, ya da halktan almada mali disiplin şeklinde?
* "Faiz ve döviz kuru baskısını azaltmak, bununla birlikte enflasyonla daha etkin mücadele etmek için gereken tedbirler alınacaktır. Bunun için Merkez Bankası (MB) elindeki araçları etkin şekilde kullanmaya devam edecektir" denildi.
Son döviz kuru artışlarında MB'nin müdahalelerinin pek bir işe yaramadığını gördük. Artı, kapitalist ve dışarıdan borca dayalı bir anlayışla faizlerin düşmesi, döviz kuru baskısından kurtulmak da asla mümkün değildir. Faizlerin düşmediği, döviz kuru artışlarının önlenemediği bir ekonomik ortamda da enflasyonla mücadele edebilmek sadece dilek ve temenni olarak kalır.
* "Açık piyasa ekonomisi politikalarına sıkı sıkıya sahip çıkılacaktır" denildi.
Açık piyasa ekonomisi demek, ekonominin kontrolünün sende olmaması demek? Ülkeler kendi ekonomilerini, paralarını, üreticilerini ve tüketicilerini, sermayeleri yüzlerce ülke büçesinden daha fazla olan küresel şirketlere karşı korumazlarsa, tamamen sömürge haline gelirler. Zaten günümüzün modern sömürüsü bu şekilde yapılmaktadır. Hem açık ekonomi olacaksın, hem de döviz kuru baskısından kurtulacaksın bu mantıken hiç mümkün mü?
* "Uluslararası yatırımcılar açısından ülkemizin cazibesini artıracak adımlar atılacaktır. Bankacılık sektörümüz, sermaye yeterliliği, aktif kalitesi, likidite düzeyi ve uluslararası piyasalara erişim imkanı bakımından tarihinin en güçlü seviyesindedir" denildi.
Bir ülke, teknoloji transferi yapsın diye kontrollü olarak yabancı şirketleri ülkesinde değerlendirebilir ama yerli şirketlerin rahatlıkla yapabildiği işleri, üretimi yabancı sermayeye açmak, hatta devletin karlı stratejik kamu kuruluşlarını yabancı sermayeye devretmek ekonomik işgalin bir çeşididir. Bir de hammadde ve enerji kaynaklarımızı yabancılara veriyoruz ki bu bir ülke için intihardan başka bir şey değildir.
Bugün bankacılık sektörünün çoğunluğu yabancıların elindedir, piyasada dolanan para ise üzerinde TL de yazsa dövizin karşılığıdır, Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadsiyle doların tercümesidir. Yani ülkemizde 1 kuruş milli ve yerli para yok. En karlı kuruluşlar bankalar, oturdukları yerden para kazanıyorlar, kar rekorları kırıyorlar ve bunu hiçbir katma değer üretmeden elde ediyorlar. Devletin yapması gerekeni kar ve taviz amaçlı yabancı sermaye yapıyor. Ama bunun bir sonraki adımı Osmanlı'nın son dönemlerinde olduğu gibi borçların tahsili bahanesiyle fiili işgal olmuştur, hiç unutmayalım.
* "Reel kesimin finansmana ihtiyacını kolaylaştırmaya yönelik adımlar atılacaktır. Bankalara, ekonomimizin en önemli itici güçlerinden olan gayrimenkul sektörüne yönelik kredilerde kolaylık sağlamaları tavsiye edilmiştir" denildi.
Yani reel sektörün, üreticilerin finans ihtiyacı daha önce de olduğu gibi bankalar üzerinden faizli kredilerle sağlanacak. Sözde büyüme rakamlarını en fazla şişiren sektör de gayrimenkul sektörü olduğu için bu sektöre daha fazla musluk açılacak. İnşaat sektöründe de faaliyet gösteren dev holdinglerin milyarlarca dolar borçlarını ödeyemedikleri için bankaların kapısına yapılandırma gittiklerini unutmayalım. Bu tür yöntemler, kısa bir zaman geçici bir büyüme sağlar ama ardından devasa bir çöküşü ve büyük iflasları getirir.
Türkiye'nin sık sık küresel raporlarda en riskli ülkeler listesinde yer alması, kredi notlarının düşürülmesi, artık eskisi gibi bir finans akışı olmayacağını gösteriyor. Özelleştirmelerle, varlık barışlarıyla durumu kurtaracaklarını zannediyorlar ama bu mümkün değil. Bu şekilde gelecek finans devede kulak mesabesinde kalacaktır, dişimizin koğunu bile doldurmayacaktır.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin "Kurdaki yükselişi kabul etmiyorum" demesi bir şey değiştirmeyecektir. Kabul etsek de etmesek de mevcut siyasi ve ekonomik anlayışla çuvalladık. Bu gerçeği kabul edip de çaresizliğinizi ilan etmeniz en azından belki çözüm sahiplerinin devreye konulmasını sağlar. Ama onu da yapmıyorlar.
Sorunları yokmuş gibi görmezden gelenler, çözümü de görmezden geliyorlar.
Halbuki, ekonomi zirvesinde, Prof. Dr. Haydar Baş'ın dünya çapında olan Milli Ekonomi Modeli konuşulmalıydı, emek ve üretimin karşılığı senyoraj gelirimizin, Milli Para'mızın devreye konulması konuşulmalıydı. Döviz kuru baskısından ancak böyle kurtulabileceğimiz gündem edilmeliydi. Madenlerimizin, hammadde ve enerji kaynaklarımızın millileştirilerek devlet-millet ortaklığıyla işletilmesi böylece maliyetlerin, enflasyonun düşürülebileceği konuşulmalıydı. Kısaca, çözümün tek adresi Prof. Dr. Haydar Baş konuşulmalıydı, aynen Rusya'nın Duma'sında, Çin'in Ulusal Halk Kongresi'nde konuşulduğu gibi?
Ama yine konuşulmadı, yine görmezden gelindi, bu kafayla elbette hiçbir çözüm çıkmaz.
Ekonomi yönetiminin zirvelerde aldığı kararlara, bakanların yaptığı açıklamalara bakıyorum, adeta ekonomiyi yönetememenin itirafı ve ispatı niteliğinde? Ve attıkları her adım ekonomik sorunları çözmeye değil, krizi artırmaya, çöküşü hızlandırmaya yönelik?
Geçtiğimiz Çarşamba günü ekonomi yönetimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığında Ekonomi Koordinasyon Kurulu Toplantısı'nda bir araya geldi.
2,5 saat süren zirveden "aynı tas, aynı hamam", Cumhurbaşkanımızın meşhur ifadesiyle "tencere tava, hep aynı hava" kararı çıktı. Toplantının kararlarını biraz irdeleyelim.
* "Ülkemiz ekonomisinin en önemli çıpalarından olan mali disiplinden asla taviz verilmeyecektir" denildi.
Mali disiplin pratikte hep kemer sıkma politikaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasilerimiz, rantiye ya da yabancı sermaye sahipleri için bir mali disiplin değil, halka hizmette mali disiplin, ya da halktan almada mali disiplin şeklinde?
* "Faiz ve döviz kuru baskısını azaltmak, bununla birlikte enflasyonla daha etkin mücadele etmek için gereken tedbirler alınacaktır. Bunun için Merkez Bankası (MB) elindeki araçları etkin şekilde kullanmaya devam edecektir" denildi.
Son döviz kuru artışlarında MB'nin müdahalelerinin pek bir işe yaramadığını gördük. Artı, kapitalist ve dışarıdan borca dayalı bir anlayışla faizlerin düşmesi, döviz kuru baskısından kurtulmak da asla mümkün değildir. Faizlerin düşmediği, döviz kuru artışlarının önlenemediği bir ekonomik ortamda da enflasyonla mücadele edebilmek sadece dilek ve temenni olarak kalır.
* "Açık piyasa ekonomisi politikalarına sıkı sıkıya sahip çıkılacaktır" denildi.
Açık piyasa ekonomisi demek, ekonominin kontrolünün sende olmaması demek? Ülkeler kendi ekonomilerini, paralarını, üreticilerini ve tüketicilerini, sermayeleri yüzlerce ülke büçesinden daha fazla olan küresel şirketlere karşı korumazlarsa, tamamen sömürge haline gelirler. Zaten günümüzün modern sömürüsü bu şekilde yapılmaktadır. Hem açık ekonomi olacaksın, hem de döviz kuru baskısından kurtulacaksın bu mantıken hiç mümkün mü?
* "Uluslararası yatırımcılar açısından ülkemizin cazibesini artıracak adımlar atılacaktır. Bankacılık sektörümüz, sermaye yeterliliği, aktif kalitesi, likidite düzeyi ve uluslararası piyasalara erişim imkanı bakımından tarihinin en güçlü seviyesindedir" denildi.
Bir ülke, teknoloji transferi yapsın diye kontrollü olarak yabancı şirketleri ülkesinde değerlendirebilir ama yerli şirketlerin rahatlıkla yapabildiği işleri, üretimi yabancı sermayeye açmak, hatta devletin karlı stratejik kamu kuruluşlarını yabancı sermayeye devretmek ekonomik işgalin bir çeşididir. Bir de hammadde ve enerji kaynaklarımızı yabancılara veriyoruz ki bu bir ülke için intihardan başka bir şey değildir.
Bugün bankacılık sektörünün çoğunluğu yabancıların elindedir, piyasada dolanan para ise üzerinde TL de yazsa dövizin karşılığıdır, Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadsiyle doların tercümesidir. Yani ülkemizde 1 kuruş milli ve yerli para yok. En karlı kuruluşlar bankalar, oturdukları yerden para kazanıyorlar, kar rekorları kırıyorlar ve bunu hiçbir katma değer üretmeden elde ediyorlar. Devletin yapması gerekeni kar ve taviz amaçlı yabancı sermaye yapıyor. Ama bunun bir sonraki adımı Osmanlı'nın son dönemlerinde olduğu gibi borçların tahsili bahanesiyle fiili işgal olmuştur, hiç unutmayalım.
* "Reel kesimin finansmana ihtiyacını kolaylaştırmaya yönelik adımlar atılacaktır. Bankalara, ekonomimizin en önemli itici güçlerinden olan gayrimenkul sektörüne yönelik kredilerde kolaylık sağlamaları tavsiye edilmiştir" denildi.
Yani reel sektörün, üreticilerin finans ihtiyacı daha önce de olduğu gibi bankalar üzerinden faizli kredilerle sağlanacak. Sözde büyüme rakamlarını en fazla şişiren sektör de gayrimenkul sektörü olduğu için bu sektöre daha fazla musluk açılacak. İnşaat sektöründe de faaliyet gösteren dev holdinglerin milyarlarca dolar borçlarını ödeyemedikleri için bankaların kapısına yapılandırma gittiklerini unutmayalım. Bu tür yöntemler, kısa bir zaman geçici bir büyüme sağlar ama ardından devasa bir çöküşü ve büyük iflasları getirir.
Türkiye'nin sık sık küresel raporlarda en riskli ülkeler listesinde yer alması, kredi notlarının düşürülmesi, artık eskisi gibi bir finans akışı olmayacağını gösteriyor. Özelleştirmelerle, varlık barışlarıyla durumu kurtaracaklarını zannediyorlar ama bu mümkün değil. Bu şekilde gelecek finans devede kulak mesabesinde kalacaktır, dişimizin koğunu bile doldurmayacaktır.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin "Kurdaki yükselişi kabul etmiyorum" demesi bir şey değiştirmeyecektir. Kabul etsek de etmesek de mevcut siyasi ve ekonomik anlayışla çuvalladık. Bu gerçeği kabul edip de çaresizliğinizi ilan etmeniz en azından belki çözüm sahiplerinin devreye konulmasını sağlar. Ama onu da yapmıyorlar.
Sorunları yokmuş gibi görmezden gelenler, çözümü de görmezden geliyorlar.
Halbuki, ekonomi zirvesinde, Prof. Dr. Haydar Baş'ın dünya çapında olan Milli Ekonomi Modeli konuşulmalıydı, emek ve üretimin karşılığı senyoraj gelirimizin, Milli Para'mızın devreye konulması konuşulmalıydı. Döviz kuru baskısından ancak böyle kurtulabileceğimiz gündem edilmeliydi. Madenlerimizin, hammadde ve enerji kaynaklarımızın millileştirilerek devlet-millet ortaklığıyla işletilmesi böylece maliyetlerin, enflasyonun düşürülebileceği konuşulmalıydı. Kısaca, çözümün tek adresi Prof. Dr. Haydar Baş konuşulmalıydı, aynen Rusya'nın Duma'sında, Çin'in Ulusal Halk Kongresi'nde konuşulduğu gibi?
Ama yine konuşulmadı, yine görmezden gelindi, bu kafayla elbette hiçbir çözüm çıkmaz.
Murat Çabas / diğer yazıları
- ‘Resmi’ işsizlik azalıyor, ‘hissedilen’ işsizlik artıyor / 11.06.2024
- Buğday üreticisiyle resmen dalga geçiliyor! / 08.06.2024
- Hem AB, hem BRICS olabilir mi? / 07.06.2024
- AB sürecinde sorun bekletende değil, bekleyende! / 01.06.2024
- ABD’nin BM’de veto hakkı iptal edilmelidir / 31.05.2024
- Hükümetin ‘yeni anayasa’dan maksadı nedir? / 29.05.2024
- Açlık sınırı ‘ulaşılamayan’ hedef oldu / 28.05.2024
- Şimşek’in programı vatandaşa zarar! / 25.05.2024
- Dünya savaşa sürükleniyor Türkiye ne yapmalı? / 24.05.2024
- Reisi’nin ölümü ve dünyayı bekleyen tehlike / 22.05.2024
- Buğday üreticisiyle resmen dalga geçiliyor! / 08.06.2024
- Hem AB, hem BRICS olabilir mi? / 07.06.2024
- AB sürecinde sorun bekletende değil, bekleyende! / 01.06.2024
- ABD’nin BM’de veto hakkı iptal edilmelidir / 31.05.2024
- Hükümetin ‘yeni anayasa’dan maksadı nedir? / 29.05.2024
- Açlık sınırı ‘ulaşılamayan’ hedef oldu / 28.05.2024
- Şimşek’in programı vatandaşa zarar! / 25.05.2024
- Dünya savaşa sürükleniyor Türkiye ne yapmalı? / 24.05.2024
- Reisi’nin ölümü ve dünyayı bekleyen tehlike / 22.05.2024