Fransa'da protestolara neden olan yeni iş yasasının geri çekilmesinin gösterdiği gibi, Avrupalı siyasetciler reform ihtiyacına rağmen halklarıyla verimli iletişim kuramıyor. Avrupa hükümetlerinin iletişimin değişimin motoru olduğunu anlayıp ticaret dünyasına ayak uydurmasının vakti geldi. İyi yönetilen hiçbir şirket, eleştirilere kulak vermeden, kendi içinde tartışmadan ve bir destek koalisyonu inşa etmeden birleşme veya kuruluş gibi kararları almıyor artık. Yine de, Avrupa hükümetlerinin iş dünyasındaki değişim unsurlarını yeterince anladığı söylenemez. Fransız hükümetinin iş yasasındaki değişimler konusunda geri adım atması, kapsamlı reformlara yönelik oybirliği sağlamadaki başarısızlığının son örneği. Başbakan Dominique de Villepin'in yasayı çekmesi, Avrupa'nın dört bir köşesindeki reform yanlıları için de kötü bir işaret oldu; diğer ülkelerde de değişim girişimleri güçlü bir muhalefete yeteri kadar karşı koyamıyor. Bertrand Russell'ın şu ünlü sözüne pek az reformcu siyasetçi kulak asıyor gibi görünüyor: "İçgüdüsel olarak insani olan, ikna etme ve edilme kapasitesidir." Reformlar halk arasında rağbet görecekse, hükümetler artık sadece teknokratça güven gösterileriyle kendinden menkul siyasi mantıklar üreten kurnazca siyaset reçetelerine bel bağlayamaz. Halkları da korkuyor Yorumcular, sorunu tanımladıktan hemen sonra çözüme yönelmenin bir hata olduğunu söylüyor. Tıpkı, Fransa'da geçen ay yoğun protestolara neden olan yeni iş yasası gibi. Bu yasa, gençler arasındaki yüksek işsizlik oranı gibi önemli bir soruna çözüm getirmeyi amaçlıyordu. Ama, bir baktık ki, hiçbir tartışma ve açıklama yapılmaksızın çözüm noktasına geçilmiş ve gençlerin işten çıkarılmasını kolaylaştıran bir yasa gündeme getirilivermiş. Elektronik iletişim çağında insanları harekete geçirmek istiyorsanız, sürekli olarak meseleyi işlemek, onlarla haberleşmek zorundasınız. İkna edici iletişim sihirli değnek değildir elbette, fakat kuşku duyanları kazanmak, yeterli bilgi sahibi olmayanları bilgilendirmek ve korku duyanları yatıştırmak açısından önemli bir rol oynayabilir. Peki reform yapmak isteyen Avrupalı siyasetçiler son gelişmelerden nasıl bir ders çıkarmalı? Öncelikle, açıklık ve diyaloğun hayati önem taşıdığı bilinmeli. Bunlar olmadan, gerçekler bulanıklaşıyor, değerli geri bildirimler sağlanmıyor ve kamuoyuna verilmesi gereken güven ortadan kayboluyor. İkincisi, hükümetler nasıl seçimlerde destek bulmak için gayret gösteriyorlarsa, reformlar için destek bulmak adına da aynı gayreti göstermeliler. Bir yığın siyasetçi, kampanya döneminin derslerini iktidara gelir gelmez unutuyor. Oysa başarılı hükümetlerin sırrı, siyaseti günlük bir spor gibi görmelerine dayalı. Ayrıca, dürüst iletişim aynı duruşu istikrarla sürdürmeyi gerektirir. Reforma yarım gönülle sahip çıkarsanız, alacağınız destek de yarım gönüllü olur. Ayrıca hükümetlerin reformları sokaktaki insana sade bir dille anlatabilmesi gerekiyor. Anlaşılmaz makroekonomik kavramlarla üretilen senaryolar ve yüksekten konuşmalar, insanları ikna etmek şöyle dursun, korkularını daha da artırıyor. Korku ve endişe duyan insanlarla anlayacakları dilden konuşmadığınız sürece, onlara daha iyi yaşabilecekleri modern bir topluma yönelik iddialarınızı da anlatamazsınız. Avrupalı siyasetçilerin bu meseleye ağırlığını koyması ve popülist olduklarına dair yargıları aşmaları gerek. Popülizm kısa vadeli kazanımları satıp uzun vadeli acılar almak anlamına gelir. Sorumluluk ise tam tersini gerektiriyor. Köklü değişimler yapmak isteyen Avrupa hükümetleri için, demir yumrukla kadife eldiven arasında bir tercih söz konusu olamaz. Aynı iş dünyasında olduğu gibi, başarı hisse sahipleriyle disiplinle, saygıyla ve ikna edici tezlerle temas etmeyi gerektirir.Nick van Praag / Radikal
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.