Peygamberimizin babası Hz. Abdullah'ın kabri
Peygamberimiz doğmadan önce babası Hz. Abdullah 25 yaşındayken geldiği Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi. Osmanlılar zamanında kabri Medine halkı tarafından "Tuval Sokağı" diye bilinen yerdeydi. Bugün mevcut değildir. Suud tarafından belirsiz hale getirilmiştir.
Peygamberimizin annesi Hz. Âmine'nin kabri
Peygamberimizin annesi Hz. Âmine, oğlu Hz. Muhammed ve cariyesi Ümmü Eymen ile birlikte Medine'deki Neccaroğullarından Peygamberimizin dayıları olan akrabalarını ziyarete gitmişler, ancak Hz. Âmine Mekke'ye dönerken Ebva Köyü'nde miladi 577 yılında vefat etmişti. Hz. Âmine'nin kabri köyün dışında bulunan bir tepededir. Osmanlı devrinde kabir bir türbe içine alınmış, iki ucuna mezar taşları dikilmişti. Burası daha sonra Suud Hükümeti tarafından yıktırılmış, ziyaretler de yasaklanmıştır. Şu anda kabrin yeri köylülerin yeşil yağlı boya ile boyayıp dizdikleri taşlardan anlaşılmaktadır. Resulullah (sav) hicretin bu yılında annesinin kabrini ziyaret etmiş ve onu hatırlayarak gözleri dolmuştur.
Ebu Said El- Hudri'nin Kabri
Cennetü-l Baki'nin kuzeydoğu tarafındaydı. Osmanlılar zamanında kabri çevrili ve baş ucunda yazılı taşı vardı. Suud zamanında yıkılıp yola dahil edildi. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Ne hazin bir tecellidir ki, türbe ziyaretlerini, türbe, kabir ve mescidlerin süslenmesini, buralara isim ve yazı yazılmasını haram ve bidat kabul eden mantığın sahipleri, kendi isim ve nişanlarını bizzat Harem-i Şerif'in kapılarına yazdırmakta bir mahzur görmemektedirler. Bu duruma verilecek enteresan bir misal şudur: Suud Hükümeti muhtelif zamanlarda Ravza-i Mutahhara'da çeşitli genişletme çalışmaları yapmaktadırlar. Kapılarına Bâb-ı Selam esas alınarak çeşitli isim ve İngilizce numaralar verilmişti. Bu faaliyetleri gösterebilmek için Bâb-ı Selam tarafına bir tabela konmuş ve üzerine net ve okunaklı yazılarla şunlar yazılmıştır: "Haremeyn-i Şerifin'in hizmetçisi Kral Fahd b. Abdülaziz 2. Suud genişletmesi sırasında 6. 11. 1984 tarihinde, Cuma günü açılış için burayı şereflendirdi" Diğer yandan Osmanlılar tarafından inşâ edilmiş bulunan Mescid-i Nebi'de Osmanlı'ya ait izlerin silinmesi, yok olması için azami gayret sarf edildiği de gözden kaçmamaktadır. Peygamberimizin namaz kıldığı yerde ikinci bir mihrap yaptıran ve üzerine ismini yazdıran Kanuni Sultan Süleyman'ın yaptırdığı bu mihrap yazılarıyla birlikte beyaza boyanmış ve bakımsızlıktan kirli beyaz halini almış vaziyettedir. Yazı da, mihrap da beyaz olduğundan yazı okunmamaktadır. Bakımsızlıktan yaldızları dökülmüş, yazıların bir kısmı silinmiştir.
Bunun yanı sıra koskoca Mescid-i Nebi'de yalnızca üç adet Osmanlı tuğrası kalmış, diğer hepsi yerlerinden sökülmüştür.
Osmanlı eserleri bu şekilde yok edilir, çürümeye terk edilir, mescid ve türbe süslemeleri bidat telakki edilirken aynı zihniyetin sahipleri kendi isimlerini abideleştirmekten çekinmemektedirler. Demek ki asıl mesele haram veya bidatlerden sakınmak meselesi değil, başka maksatlara hizmet etmek meselesidir. Bütün bu hakikatler ışığında varılan netice maalesef budur.
Humpher Osmanlı'da neler yaptı?
Humpher, Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da da iki yıl kalmış ve casusluk faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu dönemi şu şekilde anlatmaktadır: "Büyük Britanya Devleti bir süreden beri sömürgelerini muhafaza edip büyük imparatorluğu ayakta tutmanın yollarını araştırmaktadır. Şu anda bu imparatorluk o kadar genişlemiştir ki denizlerinde, güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek mümkündür. Humpher, Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da da iki yıl kalmış ve casusluk faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu dönemi şu şekilde anlatmaktadır: "Büyük Britanya Devleti bir süreden beri sömürgelerini muhafaza edip büyük imparatorluğu ayakta tutmanın yollarını araştırmaktadır. Şu anda bu imparatorluk o kadar genişlemiştir ki denizlerinde, güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek mümkündür. Bununla birlikte Britanya adası Hindistan, Çin, Ortadoğu ülkeleri ve diğer bölgelerdeki sayısız sömürgelerine kıyasla çok küçüktür. Diğer tarafta İngiliz egemenliği bütün bu topraklarda eşit değildir. Bazı ülkelerde yönetim dış görünüşü itibariyle yerel halkın elindedir. Ancak sömürgecilik politikası o bölgelerde de tam olarak uygulanmaktadır. Yine de bu ülkelerdeki sözde bağımsızlığın da tamamen ortadan kaldırılarak her bakımdan Britanya'ya bağımlı kılınmasına pek bir şey kalmamıştır. Binaenaleyh sömürgelerimizin idare şeklini yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Peygamberimiz doğmadan önce babası Hz. Abdullah 25 yaşındayken geldiği Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi. Osmanlılar zamanında kabri Medine halkı tarafından "Tuval Sokağı" diye bilinen yerdeydi. Bugün mevcut değildir. Suud tarafından belirsiz hale getirilmiştir.
Peygamberimizin annesi Hz. Âmine'nin kabri
Peygamberimizin annesi Hz. Âmine, oğlu Hz. Muhammed ve cariyesi Ümmü Eymen ile birlikte Medine'deki Neccaroğullarından Peygamberimizin dayıları olan akrabalarını ziyarete gitmişler, ancak Hz. Âmine Mekke'ye dönerken Ebva Köyü'nde miladi 577 yılında vefat etmişti. Hz. Âmine'nin kabri köyün dışında bulunan bir tepededir. Osmanlı devrinde kabir bir türbe içine alınmış, iki ucuna mezar taşları dikilmişti. Burası daha sonra Suud Hükümeti tarafından yıktırılmış, ziyaretler de yasaklanmıştır. Şu anda kabrin yeri köylülerin yeşil yağlı boya ile boyayıp dizdikleri taşlardan anlaşılmaktadır. Resulullah (sav) hicretin bu yılında annesinin kabrini ziyaret etmiş ve onu hatırlayarak gözleri dolmuştur.
Ebu Said El- Hudri'nin Kabri
Cennetü-l Baki'nin kuzeydoğu tarafındaydı. Osmanlılar zamanında kabri çevrili ve baş ucunda yazılı taşı vardı. Suud zamanında yıkılıp yola dahil edildi. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Ne hazin bir tecellidir ki, türbe ziyaretlerini, türbe, kabir ve mescidlerin süslenmesini, buralara isim ve yazı yazılmasını haram ve bidat kabul eden mantığın sahipleri, kendi isim ve nişanlarını bizzat Harem-i Şerif'in kapılarına yazdırmakta bir mahzur görmemektedirler. Bu duruma verilecek enteresan bir misal şudur: Suud Hükümeti muhtelif zamanlarda Ravza-i Mutahhara'da çeşitli genişletme çalışmaları yapmaktadırlar. Kapılarına Bâb-ı Selam esas alınarak çeşitli isim ve İngilizce numaralar verilmişti. Bu faaliyetleri gösterebilmek için Bâb-ı Selam tarafına bir tabela konmuş ve üzerine net ve okunaklı yazılarla şunlar yazılmıştır: "Haremeyn-i Şerifin'in hizmetçisi Kral Fahd b. Abdülaziz 2. Suud genişletmesi sırasında 6. 11. 1984 tarihinde, Cuma günü açılış için burayı şereflendirdi" Diğer yandan Osmanlılar tarafından inşâ edilmiş bulunan Mescid-i Nebi'de Osmanlı'ya ait izlerin silinmesi, yok olması için azami gayret sarf edildiği de gözden kaçmamaktadır. Peygamberimizin namaz kıldığı yerde ikinci bir mihrap yaptıran ve üzerine ismini yazdıran Kanuni Sultan Süleyman'ın yaptırdığı bu mihrap yazılarıyla birlikte beyaza boyanmış ve bakımsızlıktan kirli beyaz halini almış vaziyettedir. Yazı da, mihrap da beyaz olduğundan yazı okunmamaktadır. Bakımsızlıktan yaldızları dökülmüş, yazıların bir kısmı silinmiştir.
Bunun yanı sıra koskoca Mescid-i Nebi'de yalnızca üç adet Osmanlı tuğrası kalmış, diğer hepsi yerlerinden sökülmüştür.
Osmanlı eserleri bu şekilde yok edilir, çürümeye terk edilir, mescid ve türbe süslemeleri bidat telakki edilirken aynı zihniyetin sahipleri kendi isimlerini abideleştirmekten çekinmemektedirler. Demek ki asıl mesele haram veya bidatlerden sakınmak meselesi değil, başka maksatlara hizmet etmek meselesidir. Bütün bu hakikatler ışığında varılan netice maalesef budur.
Humpher Osmanlı'da neler yaptı?
Humpher, Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da da iki yıl kalmış ve casusluk faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu dönemi şu şekilde anlatmaktadır: "Büyük Britanya Devleti bir süreden beri sömürgelerini muhafaza edip büyük imparatorluğu ayakta tutmanın yollarını araştırmaktadır. Şu anda bu imparatorluk o kadar genişlemiştir ki denizlerinde, güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek mümkündür. Humpher, Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'da da iki yıl kalmış ve casusluk faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu dönemi şu şekilde anlatmaktadır: "Büyük Britanya Devleti bir süreden beri sömürgelerini muhafaza edip büyük imparatorluğu ayakta tutmanın yollarını araştırmaktadır. Şu anda bu imparatorluk o kadar genişlemiştir ki denizlerinde, güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek mümkündür. Bununla birlikte Britanya adası Hindistan, Çin, Ortadoğu ülkeleri ve diğer bölgelerdeki sayısız sömürgelerine kıyasla çok küçüktür. Diğer tarafta İngiliz egemenliği bütün bu topraklarda eşit değildir. Bazı ülkelerde yönetim dış görünüşü itibariyle yerel halkın elindedir. Ancak sömürgecilik politikası o bölgelerde de tam olarak uygulanmaktadır. Yine de bu ülkelerdeki sözde bağımsızlığın da tamamen ortadan kaldırılarak her bakımdan Britanya'ya bağımlı kılınmasına pek bir şey kalmamıştır. Binaenaleyh sömürgelerimizin idare şeklini yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir.