Olabilir mi?
Olabilir, olabilir de nerede o insanlarımız?
Çekirdekten yetişmemiş, çocukluktan itibaren babasının, amcasının veya abisinin yanında, öküzün kulağından nasıl tutulduğunu, kulağından tuttuğu koca öküzün arabanın, ya da kara sabanın boyunduruğuna nasıl koşulduğunu, tarlanın nasıl sürüldüğünü, tohumun nasıl ve ne zaman atıldığını, hasadın ne zaman ve nasıl yapıldığını, buğdayın sapından tanelerinin nasıl ayrıldığını görmemiş, öğrenememiş olan yeni nesil söz konusu tarımı nasıl yapabilir ki?
Öküz ve at gücüyle tarım yapan, tarla süren, harman döven dedeler ve babalar çoktan ebedi aleme yolcu oldular, kalanlar ise artık zar-zor yürüme derdindeler, torunlar ise o dünyaya yabancı...
Ne oldu, niçin tarımı öküz boynuna ve at sırtına havale etmeyi konuşuyoruz?
Gözünü traktörde, kamyonette ve iş makinalarında açan yeni nesil, istasyona yanaşıyor ve bakıyor ki bir avuç mazot 15 TL olmuş. Gerisin geri dönüp eve gitmek için dahi üç-beş yüz TL'lik mazot alması gerekiyor.
Babaların ve dedelerin böyle bir derdi yoktu, öküzün ve atın karnını doyuruyor ve kaldığı yerden devam ediyordu.
"Ahh nerede o günler" diyerek öküzlü ve atlı tarım devrinin hasretini çeken yok elbette, ama geldik duvara dayandık, tarlayı sürmek için traktör yerinden oynamıyor, biçer-döver kımıldamıyor, gübrenin yanına bile yaklaşılmıyor ve büyük şehirlere yığdığınız milyonlar, on milyonlar un bekliyor, ekmek bekliyor.
Sabah-akşam ve bazen gün ortasında da yapılan zamlardan önce Rusya'nın bir numaralı buğday alıcısı Türkiye idi, bundan sonra olacakları düşünmek bile istemiyoruz.
Geride kalan yirmi yıl boyunca, özellikle de son on yılda market raflarını dolduran yabancı ülke menşeli hububat ve bakliyat ürünlerini göstererek "Bu gidiş iyi bir gidiş değil, bu gelişmeler hayra alamet gelişmeler değil" dediğimizde yakın arkadaşlarımız, akrabalarımız dahi bizim siyaset yaptığımızı zannediyorlardı.
Yıllar evvel, sıcak bir yaz gününde Gürcistan'dan gelen ve Erzurum'a giren saman dolu TIR'ları takım elbiseli, kravatlı devlet temsilcileri teslim aldıklarında ve kurdeleler kestiklerinde, yazdığımız bir yazıda eleştirmiştik, "Bu manzara hem Erzurum'a hem de Türkiye'ye yakışmıyor" demiştik ama hacı amcalar yine dönüp ters ters bakmışlardı.
Kaldı ki o yıllarda Pasin ovası, Daphan ovası ve Bayburt vadisinden tırlar dolusu şeker pancarı, o gün henüz özelleştirilmemiş olan Erzurum Şeker Fabrikası'na gece-gündüz pancar çekiyorlardı, yani gıda ürünlerinde bugünkü kadar dışarıya mecbur ve de mahkum değildik.
Yirmi yılın sonunda koskoca ülkeyi, koca bir milleti yokluğun ve kıtlığın kucağına terk eden bir iktidarı hala alkışlayanları da gerçekten anlamak mümkün değil.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Duydun mu? / 26.01.2025
- Yüreklerin yangını nasıl söndürülecek? / 24.01.2025
- İnsanca paylaşılsa… / 23.01.2025
- Anlayan beri gelsin / 19.01.2025
- Bu oyunun ardındakilere karşı herkes oyunun arkasında durmalı / 18.01.2025
- Üzerinde tepinmek varken, ezdirmeye ne gerek var?! / 17.01.2025
- Kurutmadığınız ne kaldı? / 16.01.2025
- Hangi hakla ve ne yüzle? / 14.01.2025
- Bin yalanın ardından… / 13.01.2025
- Gözleri yaş dolu yaşlı insanlar / 12.01.2025
- Yüreklerin yangını nasıl söndürülecek? / 24.01.2025
- İnsanca paylaşılsa… / 23.01.2025
- Anlayan beri gelsin / 19.01.2025
- Bu oyunun ardındakilere karşı herkes oyunun arkasında durmalı / 18.01.2025
- Üzerinde tepinmek varken, ezdirmeye ne gerek var?! / 17.01.2025
- Kurutmadığınız ne kaldı? / 16.01.2025
- Hangi hakla ve ne yüzle? / 14.01.2025
- Bin yalanın ardından… / 13.01.2025
- Gözleri yaş dolu yaşlı insanlar / 12.01.2025