Engebeli ve yalçın kayalarla dolu, dar geçitli, aman vermeyen hayat yolunda bir düşüp, bir kalkmaktan kanıyor eller, kanıyor ayaklar. Ama asıl kan kaybı yüreklerde, kapanmayan yaralarda. İnsanoğlu varolduğu günden bu yana yürek yarasına merhem aramaktan ne demir çarıklar eskitti kim bilir ? Arayanlar derman bulmuşlar mıdır bilinmez. Ancak şu bir gerçek ki; mis kokulu gülleri misafir eden dallar, en güzel renkleri bir elbise gibi üzerine örten gökyüzü ve insanı güzel sesiyle sarhoş eden denizin dalgaları birebirdir yürek yarasına.
Zaman zaman düşünceye dalarken sorarım gözlerini üzerime diken gece lambasına; -İnsanlar neden bu kadar yabancılaştı bu gözlere, mazide yaşanan bunca arkadaşlığın ve de dostluğun hiç mi hatırı kalmadı? O beraber verilen sözler, edilen yeminlerin hepsi nutuk muydu? Tıpkı bir çocuk yüreğinin saflığıyla birbirine kenetlenen o gönüller neden bu gün paramparça? Hem öyle bir savruldu, öyle bir dağıldı ki sevda dolu gönüler, her biri ayrı köşede ağıt yakmakta, figan koparmakta teselli arıyor...
Sadece hayatı yaşarken değil kalemi eline alınca da insan hemen aynı tuzağa düşüyor farkındaysanız. Yani kolayı seçiyor, yani karşı tarafa faturayı kesiyor ve sıyırıveriyor kendi benliğini bütün suçlardan. Ama bir yolunu bulup 'dur' demeli bu büyüyen sızıya. Benliğimizin, ruhumuzu kemiren ateşini söndürmeye karar verdik mi kurtuluşumuz için ışık göründü demektir. Hem bizler bir adım attığımızda özlediğimiz yarınlar en az on adım yaklaştırılacaktı, böyle bir müjde vardı başucumuzda. O halde önce aynaya doğru yürüyelim. Sonra eğik duran kafamızı kaldıralım ve şahlanmış bir kumandan gibi aynadaki görüntülerin içine atlayalım. Karşımızdaki tüm kötü düşüncelere yataklık eden ordulara meydan okuyalım. Bu savaşta çekilecek her bir kılıç, isyanlara ve yanlışlara indirilecek bir darbe olacaktır. Evet dostlar, aynanın karşısında vuku bulan bu savaşta insanoğlu kendi benliğini hesaba çektiği her konuda zafer kazanır, kaçtığı ve suçu başkalarına yıkmayı kurnazlık saydığı her mücadelede ise sefil ve perişan olur.
Yazıya başlarken siyahlığın karamsar rengi altında akan cümleleri maviliğin loş sedasıyla bitirmek belki isabetli olurdu. Ancak bu mevzu o kadar da önemli değil. Çünkü her insan önündeki kağıdı seçtiği rengin tonlarıyla boyayacaktır.
DOLUNAY - Cesur ÇAÇA
Zaman zaman düşünceye dalarken sorarım gözlerini üzerime diken gece lambasına; -İnsanlar neden bu kadar yabancılaştı bu gözlere, mazide yaşanan bunca arkadaşlığın ve de dostluğun hiç mi hatırı kalmadı? O beraber verilen sözler, edilen yeminlerin hepsi nutuk muydu? Tıpkı bir çocuk yüreğinin saflığıyla birbirine kenetlenen o gönüller neden bu gün paramparça? Hem öyle bir savruldu, öyle bir dağıldı ki sevda dolu gönüler, her biri ayrı köşede ağıt yakmakta, figan koparmakta teselli arıyor...
Sadece hayatı yaşarken değil kalemi eline alınca da insan hemen aynı tuzağa düşüyor farkındaysanız. Yani kolayı seçiyor, yani karşı tarafa faturayı kesiyor ve sıyırıveriyor kendi benliğini bütün suçlardan. Ama bir yolunu bulup 'dur' demeli bu büyüyen sızıya. Benliğimizin, ruhumuzu kemiren ateşini söndürmeye karar verdik mi kurtuluşumuz için ışık göründü demektir. Hem bizler bir adım attığımızda özlediğimiz yarınlar en az on adım yaklaştırılacaktı, böyle bir müjde vardı başucumuzda. O halde önce aynaya doğru yürüyelim. Sonra eğik duran kafamızı kaldıralım ve şahlanmış bir kumandan gibi aynadaki görüntülerin içine atlayalım. Karşımızdaki tüm kötü düşüncelere yataklık eden ordulara meydan okuyalım. Bu savaşta çekilecek her bir kılıç, isyanlara ve yanlışlara indirilecek bir darbe olacaktır. Evet dostlar, aynanın karşısında vuku bulan bu savaşta insanoğlu kendi benliğini hesaba çektiği her konuda zafer kazanır, kaçtığı ve suçu başkalarına yıkmayı kurnazlık saydığı her mücadelede ise sefil ve perişan olur.
Yazıya başlarken siyahlığın karamsar rengi altında akan cümleleri maviliğin loş sedasıyla bitirmek belki isabetli olurdu. Ancak bu mevzu o kadar da önemli değil. Çünkü her insan önündeki kağıdı seçtiği rengin tonlarıyla boyayacaktır.
DOLUNAY - Cesur ÇAÇA