Sıddık'ın duasıyla dirilen şehit
Sevgili Peygamberimiz bir gün buyurdular ki: "Kıyâmet gününde şehidler, mahşer yerine gelirken; orada bulunan peygamberler ayağa kalkarlar.. Onlar; çocukları, akraba ve dostlarından 70.000 kişiye şefaat ederler". Bu sözleri işiten "Nevfel'' ismindeki sahâbe, iki oğlu ile hanımını oraya getirdi.
-Yâ Resûlallah! Bir duâ etmek istiyorum. Siz de "amin'' der misiniz? diye sordu. Peygamber Efendimiz kabul ettiler. Bunun üzerine Nevfel:
-Yâ Rabbi, Nevfel kulunu şehid, bu yavrularını yetim, bu hanımını dul eyle, duasında bulundu. Peygamberimiz 'âmin' dediler. İlk Gazâ'da Nevfel, gerçekten şehid oldu... Gazâdan sonra Allahın Resûlü ve arkadaşları Medine'ye dönüyorlardı. Kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar, karşılamaya çıktılar. Hepsi sevinç içindeydiler. Nevfel'in hanımı, çocukları ve ihtiyar annesi karşılayıcılar arasındaydı.
-Gazânız mübârek olsun Yâ Resûlullah! Nevfel'in hali nicedir?... diye sordular. Merhametli "Efendimizin'' gözleri nemlendi. Şehidlik haberini vermeğe mübârek kalbleri dayanamadı. Elleriyle arka tarafı işaret buyurup, geçtiler.. Arkadan Hazret-i Ali geliyordu. Nevfel'in yakınları, O'na sordular...''Allahın Arslanı'' yanında yürüyen Hazret-i Ammar'a:
-Şehidlik haberini ben de veremiyeceğim. Yürü gidelim dedi. Eliyle arka tarafı işaret etti. Sonra Hazret-i Ömer geliyordu. "Büyük'' Ömer de, aynı şekilde hareket etmek zorunda kaldı... Daha sonraki Hazret-i Osman da başka türlü yapamadı. Eliyle, arka tarafı işaret edip, geçti... En sonra gelen Ebu Bekir hazretleriydi. Yanında "Muaz bin Cebel'' bulunuyordu. Geride Hazret-i Zübeyr'den başka kimse kalmamıştı. Nevfel'in yakınları son ümitle, Sevgili Peygamberimizin en aziz arkadaşına yaklaştılar. Aynı şeyleri sordular. Hazret-i Ebu Bekir kendi kendine düşündü:
-Yâ Rabbim!... Ne kadar zor durumdayım. Eğer doğru söylersem, mahzun kalbleri, daha fazla üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan, Sevgili Peygamberimiz bile çekindiler... O'na aykırı davranabilirim. Fakat yalan da söylersen dini yıkmış olurum. Sen bana öyle bir şey ilham et ki, bu gariblerin yüreği, daha fazla yanmasın Allahım''... Peygamber Efendimizin doğru sözlü dostu "Sıddik'' bütün kalbiyle,
-Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!... diye "Ah'' çekerek inledi. İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi "bir atlı'' yıldırım hızıyla yanlarına yetişti.
-Buyur Yâ "Sıddık''... Beni mi çağırdın. Ey Allah Resûlünün Sevgilisi? diye sordu. Bu atlı Nevfel'den başkası değildi. Bütün ashâb-ı kirâm, hayrette kaldılar. Sonra Cebrail aleyhisselâm isimli melek göründü. Peygamber Efendimize şunları söyledi:
-Yâ Resûlallah... Hak teâlânın selâmı var... Eğer "Peygamberin Mağara Arkadaşı'' Sıddık bir kere daha "Allah' 'deseydi; "Yüceliğim'' hakkı için, bütün şehidleri diriltirdim. Çünkü, Ebu Bekir adlı kulum; cahiliye devrinde "İslâmiyetten önce bile, hiç yalan söylememiştir'' buyurdu. Ebu Bekir'in yalancı çıkarılmaması için, Nevfel'i Cenâb-ı Hak diriltti... Nevfel bundan sonra, nice yıllar daha yaşadı.
Nihayet duâsı kabul olundu. "Yemame'' cenginde şehidlik şerbetini içti.
Sevgili Peygamberimiz bir gün buyurdular ki: "Kıyâmet gününde şehidler, mahşer yerine gelirken; orada bulunan peygamberler ayağa kalkarlar.. Onlar; çocukları, akraba ve dostlarından 70.000 kişiye şefaat ederler". Bu sözleri işiten "Nevfel'' ismindeki sahâbe, iki oğlu ile hanımını oraya getirdi.
-Yâ Resûlallah! Bir duâ etmek istiyorum. Siz de "amin'' der misiniz? diye sordu. Peygamber Efendimiz kabul ettiler. Bunun üzerine Nevfel:
-Yâ Rabbi, Nevfel kulunu şehid, bu yavrularını yetim, bu hanımını dul eyle, duasında bulundu. Peygamberimiz 'âmin' dediler. İlk Gazâ'da Nevfel, gerçekten şehid oldu... Gazâdan sonra Allahın Resûlü ve arkadaşları Medine'ye dönüyorlardı. Kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar, karşılamaya çıktılar. Hepsi sevinç içindeydiler. Nevfel'in hanımı, çocukları ve ihtiyar annesi karşılayıcılar arasındaydı.
-Gazânız mübârek olsun Yâ Resûlullah! Nevfel'in hali nicedir?... diye sordular. Merhametli "Efendimizin'' gözleri nemlendi. Şehidlik haberini vermeğe mübârek kalbleri dayanamadı. Elleriyle arka tarafı işaret buyurup, geçtiler.. Arkadan Hazret-i Ali geliyordu. Nevfel'in yakınları, O'na sordular...''Allahın Arslanı'' yanında yürüyen Hazret-i Ammar'a:
-Şehidlik haberini ben de veremiyeceğim. Yürü gidelim dedi. Eliyle arka tarafı işaret etti. Sonra Hazret-i Ömer geliyordu. "Büyük'' Ömer de, aynı şekilde hareket etmek zorunda kaldı... Daha sonraki Hazret-i Osman da başka türlü yapamadı. Eliyle, arka tarafı işaret edip, geçti... En sonra gelen Ebu Bekir hazretleriydi. Yanında "Muaz bin Cebel'' bulunuyordu. Geride Hazret-i Zübeyr'den başka kimse kalmamıştı. Nevfel'in yakınları son ümitle, Sevgili Peygamberimizin en aziz arkadaşına yaklaştılar. Aynı şeyleri sordular. Hazret-i Ebu Bekir kendi kendine düşündü:
-Yâ Rabbim!... Ne kadar zor durumdayım. Eğer doğru söylersem, mahzun kalbleri, daha fazla üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan, Sevgili Peygamberimiz bile çekindiler... O'na aykırı davranabilirim. Fakat yalan da söylersen dini yıkmış olurum. Sen bana öyle bir şey ilham et ki, bu gariblerin yüreği, daha fazla yanmasın Allahım''... Peygamber Efendimizin doğru sözlü dostu "Sıddik'' bütün kalbiyle,
-Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!... diye "Ah'' çekerek inledi. İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi "bir atlı'' yıldırım hızıyla yanlarına yetişti.
-Buyur Yâ "Sıddık''... Beni mi çağırdın. Ey Allah Resûlünün Sevgilisi? diye sordu. Bu atlı Nevfel'den başkası değildi. Bütün ashâb-ı kirâm, hayrette kaldılar. Sonra Cebrail aleyhisselâm isimli melek göründü. Peygamber Efendimize şunları söyledi:
-Yâ Resûlallah... Hak teâlânın selâmı var... Eğer "Peygamberin Mağara Arkadaşı'' Sıddık bir kere daha "Allah' 'deseydi; "Yüceliğim'' hakkı için, bütün şehidleri diriltirdim. Çünkü, Ebu Bekir adlı kulum; cahiliye devrinde "İslâmiyetten önce bile, hiç yalan söylememiştir'' buyurdu. Ebu Bekir'in yalancı çıkarılmaması için, Nevfel'i Cenâb-ı Hak diriltti... Nevfel bundan sonra, nice yıllar daha yaşadı.
Nihayet duâsı kabul olundu. "Yemame'' cenginde şehidlik şerbetini içti.