İmam Cevad’ın tevhide davet etmesi
Ebû Ca’fer’e (a.s.) dedim ki: ‘De ki: O Allah tektir, âyetinde işaret edilen
03.05.2024 08:09:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Dâvud b. Kâsım el-Ca'ferî'ye hitaben yaptığı konuşma şöyledir: Ca'fer anlatıyor:
"Ebû Ca'fer'e (a.s.) dedim ki: 'De ki: O Allah tektir, âyetinde işaret edilen
Buyurdu ki: 'Her varlığın birliği üzerinde birleştiği Zât demektir. Şu âyeti duymadın mı: 'And olsun ki onlara, gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ay'ı buyruğu altında tutan kimdir, diye sorsan, mutlaka Allah derler.' Sonra da bu insanlar O'nun eşi ve ortağı olduğunu söylüyorlar.'
Dedim ki: 'Gözler O'nu göremez' âyetinde ne demek isteniyor?'
Buyurdu ki: 'Ey Ebû Hâşim! Kalplerin algılaması, gözlerin görmesinden daha keskin ve daha dakiktir. Sen kalbî algılamanla Sind'i, Hindistan'ı ve gitmediğin birçok memleketi tasavvur edebilirsin ama gözlerinle göremezsin. Allah'ı, kalplerin algılamaları bile tasavvur edemezken, gözler nasıl O'nu görebilir?'
İmam Cevad'a (a.s.) soruldu: 'Allah için şeydir denebilir mi?'
Buyurdu ki: 'Evet ama tatil ve teşbih sınırlarının dışında tutmak şartıyla...'
(Tatil sınırı; Yüce Allah için vücut, kemâl sıfatlarını, fiilî ve izafî sıfatları ispat etmeme anlayışından ibarettir. Teşbih sınırı ise Allah'ı sıfatların hakikati ve mümkün arazlar itibariyle mümkün varlıkların hükmüne tâbi tutma ve onlara benzetme anlayışı demektir)."
Ebû Hâşim el-Ca'ferî rivâyet eder: "Bir gün İmam Ebû Ca'fer Muhammed Cevad'ın (a.s.) yanında oturuyorken, bir adam, 'Bana Yüce Rabb'imiz hakkında bilgi ver. O'nun, Kitab'ında isimleri ve sıfatları var mıdır? Ve bu isimler ve sıfatlar O'nun kendisi midir?' diye sordu.
Ebû Ca'fer (a.s.) şöyle buyurdu: 'Bu sözün iki yönü var. Eğer sen, bu isimler ve sıfatlar O'nun kendisidir, derken, O'nun varlık olarak sayılan ve çokluktan ibâret olan biri olduğunu demek istiyorsan (yani birkaç tane ve çok olduğunu söylüyorsan), Allah bundan münezzehtir.
Eğer bu isim ve sıfatlar hep vardılar, diyorsan, 'hep vardılar'ın da iki anlamı vardır. Eğer O'nun yanında O'nun ilmi kapsamında hep vardılar ve O bunlara hep müstahaktı, diyorsan, bu doğrudur.
Eğer, tasvirleri, heceleri ve harflerinin bölmeleri hep vardı, diyorsan, Allah ile beraber O'ndan başka bir şeyin olmasını tasavvur etmekten Allah'a sığınırız. Bilakis Allah vardı ve mahlûkat yoktu.
Sonra bunları (isim ve sıfatları) yarattı ki kendisiyle mahlûkatı arasında bir vesile olsun ve mahlûkat bunlar aracılığıyla kendisine yalvarıp kulluk sunsunlar. Bu da O'nun zikridir (bunlar aracılığıyla O'nu zikrederler). Allah vardı ve zikir yoktu. Zikir aracılığıyla zikredilen, hep var olan kadim Allah'tır.
İsimler ve sıfatlar mahlûkturlar. Anlamlar ve bunlarla kastedilen, Allah'tır ki ayrışma ve kaynaşma O'nun şânına yaraşmaz. Ayrışma ve kaynaşma bölünebilen varlıklar için geçerlidir. Allah için birleşimdir, azdır, çoktur, denemez. Ama O, Zâtı itibariyle kadimdir (öncesizdir).
Çünkü birden başka her şey bölünebilir. Allah ise birdir, dolayısıyla bölünmez. Allah için azlık ve çoklukla da tasavvur edilemez. Bölünebilen, azlık ve çokluk ile tasavvur edilebilen varlık, Yaratıcısına delâlet eden mahlûktur.
Allah Kadir'dir, dediğin zaman, hiçbir şeyin O'nu âciz bırakamayacağını haber vermiş oluyorsun. Bu sözle aczi O'ndan olumsuzluyor ve O'ndan başkası olarak nitelendiriyorsun.
Aynı şekilde, O Alim'dir, dediğin zaman, bu sözle cehaleti O'ndan olumsuzluyor ve cehaleti O'ndan başkası olarak nitelendiriyorsun. Allah eşyayı yok ettiği zaman sûretleri, heceleri, harf bölmelerini de yok eder. Ama hep Alim olan, hep vardır.
Bunun üzerine adam dedi ki: 'Şu hâlde, nasıl oluyor da Rabb'imizi Semi'/İşiten olarak isimlendiriyoruz?'
Buyurdu ki: 'Çünkü kulaklarla idrak edilen hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Ama O'nu, başta bulunan işitme organı kulağa benzer bir organa sahip olmakla vasfetmeyiz.
O'nu Basir/Gören olarak da isimlendiririz. Çünkü gözlerin gördüğü renk, şahıs veya başka hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz. Bununla beraber O'nu baştaki görme organına benzer bir göze sahip olmakla nitelendirmeyiz.
Biz O'nu Latif olarak da isimlendiririz. Çünkü sivrisinek ve ondan daha küçük olan latif şeyleri, onların üreyip geliştikleri yerleri, akıl edişlerini, fesada olan şehvetlerini, nesillerine acımalarını, bazılarının bazıları üzerinde sulta kurmasını; dağlarda, ovalarda, çöllerde, vadilerde ve sahralarda bulunan yavrularına yiyecek ve içecek taşımalarını bilir. Bu yüzden onları yaratanın Latif ama keyfiyeti olmayan biri olduğunu biliriz. Keyfiyet/nasıllık ise şekillenen ve nasıllığı olan mahlûkat için geçerlidir.
Allah, güçlüdür de diyoruz. Ama bu, mahlûkatta gördüğümüz şiddetle tutup yakalama anlamında bir güç değildir.
Eğer O'nun kuvveti mahlûkatta gördüğümüz türden bir güç olsaydı, bu takdirde O'nunla mahlûkat arasında benzerlik oluşurdu ve artma ihtimali ortaya çıkardı. Artması muhtemel olan bir şeyin eksilmesi de muhtemeldir. Eksik olan ise, kadim olamaz. Kadim olmayan da âcizdir.
Dolayısıyla Yüce Rabb'imizin benzeri, zıddı, dengi, keyfiyeti, nihâyeti yoktur. Gözle görülmez. Kalplerin O'nu tasavvur etmesi, vehimlerin O'nu sınırlandırması, vicdanların O'nu şekillendirmesi yasaktır.
O, mahlukatının aletlerine, yaratıklarının özelliklerine sahip olmaktan uzak ve berîdir. Bütün bunlardan çok yüce ve uludur.' (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)
"Ebû Ca'fer'e (a.s.) dedim ki: 'De ki: O Allah tektir, âyetinde işaret edilen
Buyurdu ki: 'Her varlığın birliği üzerinde birleştiği Zât demektir. Şu âyeti duymadın mı: 'And olsun ki onlara, gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ay'ı buyruğu altında tutan kimdir, diye sorsan, mutlaka Allah derler.' Sonra da bu insanlar O'nun eşi ve ortağı olduğunu söylüyorlar.'
Dedim ki: 'Gözler O'nu göremez' âyetinde ne demek isteniyor?'
Buyurdu ki: 'Ey Ebû Hâşim! Kalplerin algılaması, gözlerin görmesinden daha keskin ve daha dakiktir. Sen kalbî algılamanla Sind'i, Hindistan'ı ve gitmediğin birçok memleketi tasavvur edebilirsin ama gözlerinle göremezsin. Allah'ı, kalplerin algılamaları bile tasavvur edemezken, gözler nasıl O'nu görebilir?'
İmam Cevad'a (a.s.) soruldu: 'Allah için şeydir denebilir mi?'
Buyurdu ki: 'Evet ama tatil ve teşbih sınırlarının dışında tutmak şartıyla...'
(Tatil sınırı; Yüce Allah için vücut, kemâl sıfatlarını, fiilî ve izafî sıfatları ispat etmeme anlayışından ibarettir. Teşbih sınırı ise Allah'ı sıfatların hakikati ve mümkün arazlar itibariyle mümkün varlıkların hükmüne tâbi tutma ve onlara benzetme anlayışı demektir)."
Ebû Hâşim el-Ca'ferî rivâyet eder: "Bir gün İmam Ebû Ca'fer Muhammed Cevad'ın (a.s.) yanında oturuyorken, bir adam, 'Bana Yüce Rabb'imiz hakkında bilgi ver. O'nun, Kitab'ında isimleri ve sıfatları var mıdır? Ve bu isimler ve sıfatlar O'nun kendisi midir?' diye sordu.
Ebû Ca'fer (a.s.) şöyle buyurdu: 'Bu sözün iki yönü var. Eğer sen, bu isimler ve sıfatlar O'nun kendisidir, derken, O'nun varlık olarak sayılan ve çokluktan ibâret olan biri olduğunu demek istiyorsan (yani birkaç tane ve çok olduğunu söylüyorsan), Allah bundan münezzehtir.
Eğer bu isim ve sıfatlar hep vardılar, diyorsan, 'hep vardılar'ın da iki anlamı vardır. Eğer O'nun yanında O'nun ilmi kapsamında hep vardılar ve O bunlara hep müstahaktı, diyorsan, bu doğrudur.
Eğer, tasvirleri, heceleri ve harflerinin bölmeleri hep vardı, diyorsan, Allah ile beraber O'ndan başka bir şeyin olmasını tasavvur etmekten Allah'a sığınırız. Bilakis Allah vardı ve mahlûkat yoktu.
Sonra bunları (isim ve sıfatları) yarattı ki kendisiyle mahlûkatı arasında bir vesile olsun ve mahlûkat bunlar aracılığıyla kendisine yalvarıp kulluk sunsunlar. Bu da O'nun zikridir (bunlar aracılığıyla O'nu zikrederler). Allah vardı ve zikir yoktu. Zikir aracılığıyla zikredilen, hep var olan kadim Allah'tır.
İsimler ve sıfatlar mahlûkturlar. Anlamlar ve bunlarla kastedilen, Allah'tır ki ayrışma ve kaynaşma O'nun şânına yaraşmaz. Ayrışma ve kaynaşma bölünebilen varlıklar için geçerlidir. Allah için birleşimdir, azdır, çoktur, denemez. Ama O, Zâtı itibariyle kadimdir (öncesizdir).
Çünkü birden başka her şey bölünebilir. Allah ise birdir, dolayısıyla bölünmez. Allah için azlık ve çoklukla da tasavvur edilemez. Bölünebilen, azlık ve çokluk ile tasavvur edilebilen varlık, Yaratıcısına delâlet eden mahlûktur.
Allah Kadir'dir, dediğin zaman, hiçbir şeyin O'nu âciz bırakamayacağını haber vermiş oluyorsun. Bu sözle aczi O'ndan olumsuzluyor ve O'ndan başkası olarak nitelendiriyorsun.
Aynı şekilde, O Alim'dir, dediğin zaman, bu sözle cehaleti O'ndan olumsuzluyor ve cehaleti O'ndan başkası olarak nitelendiriyorsun. Allah eşyayı yok ettiği zaman sûretleri, heceleri, harf bölmelerini de yok eder. Ama hep Alim olan, hep vardır.
Bunun üzerine adam dedi ki: 'Şu hâlde, nasıl oluyor da Rabb'imizi Semi'/İşiten olarak isimlendiriyoruz?'
Buyurdu ki: 'Çünkü kulaklarla idrak edilen hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Ama O'nu, başta bulunan işitme organı kulağa benzer bir organa sahip olmakla vasfetmeyiz.
O'nu Basir/Gören olarak da isimlendiririz. Çünkü gözlerin gördüğü renk, şahıs veya başka hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz. Bununla beraber O'nu baştaki görme organına benzer bir göze sahip olmakla nitelendirmeyiz.
Biz O'nu Latif olarak da isimlendiririz. Çünkü sivrisinek ve ondan daha küçük olan latif şeyleri, onların üreyip geliştikleri yerleri, akıl edişlerini, fesada olan şehvetlerini, nesillerine acımalarını, bazılarının bazıları üzerinde sulta kurmasını; dağlarda, ovalarda, çöllerde, vadilerde ve sahralarda bulunan yavrularına yiyecek ve içecek taşımalarını bilir. Bu yüzden onları yaratanın Latif ama keyfiyeti olmayan biri olduğunu biliriz. Keyfiyet/nasıllık ise şekillenen ve nasıllığı olan mahlûkat için geçerlidir.
Allah, güçlüdür de diyoruz. Ama bu, mahlûkatta gördüğümüz şiddetle tutup yakalama anlamında bir güç değildir.
Eğer O'nun kuvveti mahlûkatta gördüğümüz türden bir güç olsaydı, bu takdirde O'nunla mahlûkat arasında benzerlik oluşurdu ve artma ihtimali ortaya çıkardı. Artması muhtemel olan bir şeyin eksilmesi de muhtemeldir. Eksik olan ise, kadim olamaz. Kadim olmayan da âcizdir.
Dolayısıyla Yüce Rabb'imizin benzeri, zıddı, dengi, keyfiyeti, nihâyeti yoktur. Gözle görülmez. Kalplerin O'nu tasavvur etmesi, vehimlerin O'nu sınırlandırması, vicdanların O'nu şekillendirmesi yasaktır.
O, mahlukatının aletlerine, yaratıklarının özelliklerine sahip olmaktan uzak ve berîdir. Bütün bunlardan çok yüce ve uludur.' (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)