Ali evlâdına baskı uygulanması
Ali evlâdına karşı baskı uygulama, ezme kapısını açan ilk kişi bu ümmetin Firavun’u tağut Mansur ed-Devanikî’dir. Şu söz onundur: “Fâtıma evlâdından bin kişiyi öldürdüm. Ama büyükleri ve efendileri olan Ca’fer b. Muhammed’i sağ bıraktım
30.04.2024 18:55:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Ali evlâdına karşı baskı uygulama, ezme kapısını açan ilk kişi bu ümmetin Firavun'u tağut Mansur ed-Devanikî'dir.
Şu söz onundur: "Fâtıma evlâdından bin kişiyi öldürdüm. Ama büyükleri ve efendileri olan Ca'fer b. Muhammed'i sağ bıraktım."
Ali evlâdının kesik başlarından oluşan bir mahzeni oğlu Mehdî'ye saltanatının ve hâkimiyetinin sağlamlaştırmak için miras olarak bırakmıştı. Bu mahzende çocukların, gençlerin ve yaşlıların kesik başları bulunuyordu.
Ali evlâdının seçkin simalarını, önde gelenlerini korkunç zindanlarına atıyor, bazısı bu zindanlarda kokudan ya da üzerine zindanın duvarının yıkılıp taş toprak altında kalmasından dolayı vefat ediyordu.
Harun Reşid'e gelince, Ehl-i Beyt'e (a.s.) düşmanlık besleme ve onları sürekli olarak baskı altında tutup ezme hususunda seleflerinden geri kalmazdı.
Şu söz onundur: "Ne zamana kadar Ebû Tâlib oğullarına tahammül edeceğim? And olsun onları öldüreceğim! Taraftarlarını öldüreceğim! Bu işi kesinlikle yapacağım! Yapacağım!"
Me'mun halife olunca, Ali evlâdı üzerindeki sıkı denetim kaldırıldı. Kendilerine ekonomik destek sağlandı, belli bir inayete mazhar oldular.
Ama bu da uzun sürmedi. Çünkü İmam Rızâ'nın (a.s.) zehirlenerek öldürülmesinden sonra, Me'mun da selefleri gibi Ali evlâdını kovalamaya, gördüğü yerde ezmeye başladı.
Yüce Resûl'ün (s.a.a.) çocukları, uğradıkları onca zulüm ve işkencenin yanı sıra açlık ve susuzluktan kıvranıyorlardı. Bu durumun İmam Ebû Ca'fer el-Cevad'ın (a.s.) kalbine elem vermesi, acı ve hüzün çekmesine yol açması son derece doğaldı.
KUR'ÂN'IN MAHLÛKLUĞU MESELESİ
Bu meseleyi Hicrî 212 yılında gündeme getiren Me'mun'du. Âlimler bu hususta ağır bir imtihandan geçirildiler. Akıl almaz baskılara mâruz kaldılar. Me'mun gibi düşünmeyenler zindana atıldılar, sürüldüler veya öldürüldüler. İnsanları zor ve baskıyla kendi düşüncesine bağlamıştı.
O çağda yaşanan en önemli, bir o kadar da tehlikeli hadise, işte bu mesele etrafında kopan fırtınaydı. Nice felsefeci ve kelâmcı bu inancın yaygınlaşması ve kapalı yönlerinin açıklanması için geceli gündüzlü uğraş veriyordu.
İKTİSADÎ HAYAT
Toplum iki sınıfa ayrılmıştı. Birincisi; zengin, servet sahibi tabaka. Bunlar çalışmazlardı. Bütün uğraşıları oyun ye eğlenceydi.
İkincisi ise; emek sahipleri tabakası. Bunlar toprağı eken, zanaatla uğraşan, birinci sınıfı oluşturan efendileri mutlu etmek için ter döken, emeğine karşılık olarak da ölmemek kadar bir para kazanan yoksul kesimlerdi.
İktisadî hayatın dengesinin bozulması neticesinde siyasî ve sosyal hayatın dengesi de doğal olarak alt üst oldu.
DEVLETİN GELİR KAYNAKLARI
İmam Muhammed Takî'nin (a.s.) yaşadığı dönemde, Abbâsî Devleti'nin gelir kaynakları alabildiğine genişti. İbn Haldun, Me'mun döneminin gelirlerini 400 milyon dirhem olarak hesaplamıştır.
Devletin para olarak geliri o kadar fazlaydı ki, saymak yerine tartılıyordu. Örneğin, altı veya yedi kantar (her kantar, 4.256 kilo gramdır) altın olarak ifade ediliyordu.
Mu'tasım'ın Rum diyarı görevlisi, alacağı vergiyi hesaplamıştı. Bu, üç milyon dirhemden daha azdı. Mu'tasım ona bir mektup yazarak azarlamıştı. Mektupta şöyle diyordu:
"En değersiz bölgeye valilik eden en basit valimin bana gön-derdiği vergi bile senin topraklarından gönderilen vergiden daha fazladır."
MAL TOPLAMA HIRSI
O çağda insanlar, mümkün olan her yola başvurarak mal toplama derdine düşmüşlerdi. Bu yolun meşru olup olmadığı umurlarında değildi. İnsanlar değerlendirilirken kıstas maldı. Bağdat'ta şu tür darb-ı meseller dolaşırdı dillerde: "Mal (gerçek değer) maldır, gerisi (maldan başkasına yönelmek) muhaldir."
İnsanlar her yolu deneyerek mal toplamakla meşguldüler. Hiçbir haram yoldan sakınmaz ve çirkin yöntemlerden utanmazlardı. Mal toplamanın en muteber yolu, aldatma ve dolandırıcılıktı.
SERVET BİRİKTİRMEK
Özellikle İslam dünyasının o günkü başkenti Bağdat'ta bazı in-sanların sahip oldukları servet korkunç rakamlara ulaşmıştı. Milyonlara hükmeden bir sermayedar sınıf oluşmuştu. Basra'da da geniş bir zenginler tabakası vardı. Basra, Irak'ın liman şehriydi. Önemli bir ticaret merkeziydi.
Doğu ile Batı'yı birbirine bağlayan bir konumu vardı. Hint ticaret mallarıyla Doğu denizlerinin adalarının ürünleri burada buluşurdu. Bu yüzden Basra'ya "Hint Toprağı" ve "Irak'ın Anası" denirdi." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)
Şu söz onundur: "Fâtıma evlâdından bin kişiyi öldürdüm. Ama büyükleri ve efendileri olan Ca'fer b. Muhammed'i sağ bıraktım."
Ali evlâdının kesik başlarından oluşan bir mahzeni oğlu Mehdî'ye saltanatının ve hâkimiyetinin sağlamlaştırmak için miras olarak bırakmıştı. Bu mahzende çocukların, gençlerin ve yaşlıların kesik başları bulunuyordu.
Ali evlâdının seçkin simalarını, önde gelenlerini korkunç zindanlarına atıyor, bazısı bu zindanlarda kokudan ya da üzerine zindanın duvarının yıkılıp taş toprak altında kalmasından dolayı vefat ediyordu.
Harun Reşid'e gelince, Ehl-i Beyt'e (a.s.) düşmanlık besleme ve onları sürekli olarak baskı altında tutup ezme hususunda seleflerinden geri kalmazdı.
Şu söz onundur: "Ne zamana kadar Ebû Tâlib oğullarına tahammül edeceğim? And olsun onları öldüreceğim! Taraftarlarını öldüreceğim! Bu işi kesinlikle yapacağım! Yapacağım!"
Me'mun halife olunca, Ali evlâdı üzerindeki sıkı denetim kaldırıldı. Kendilerine ekonomik destek sağlandı, belli bir inayete mazhar oldular.
Ama bu da uzun sürmedi. Çünkü İmam Rızâ'nın (a.s.) zehirlenerek öldürülmesinden sonra, Me'mun da selefleri gibi Ali evlâdını kovalamaya, gördüğü yerde ezmeye başladı.
Yüce Resûl'ün (s.a.a.) çocukları, uğradıkları onca zulüm ve işkencenin yanı sıra açlık ve susuzluktan kıvranıyorlardı. Bu durumun İmam Ebû Ca'fer el-Cevad'ın (a.s.) kalbine elem vermesi, acı ve hüzün çekmesine yol açması son derece doğaldı.
KUR'ÂN'IN MAHLÛKLUĞU MESELESİ
Bu meseleyi Hicrî 212 yılında gündeme getiren Me'mun'du. Âlimler bu hususta ağır bir imtihandan geçirildiler. Akıl almaz baskılara mâruz kaldılar. Me'mun gibi düşünmeyenler zindana atıldılar, sürüldüler veya öldürüldüler. İnsanları zor ve baskıyla kendi düşüncesine bağlamıştı.
O çağda yaşanan en önemli, bir o kadar da tehlikeli hadise, işte bu mesele etrafında kopan fırtınaydı. Nice felsefeci ve kelâmcı bu inancın yaygınlaşması ve kapalı yönlerinin açıklanması için geceli gündüzlü uğraş veriyordu.
İKTİSADÎ HAYAT
Toplum iki sınıfa ayrılmıştı. Birincisi; zengin, servet sahibi tabaka. Bunlar çalışmazlardı. Bütün uğraşıları oyun ye eğlenceydi.
İkincisi ise; emek sahipleri tabakası. Bunlar toprağı eken, zanaatla uğraşan, birinci sınıfı oluşturan efendileri mutlu etmek için ter döken, emeğine karşılık olarak da ölmemek kadar bir para kazanan yoksul kesimlerdi.
İktisadî hayatın dengesinin bozulması neticesinde siyasî ve sosyal hayatın dengesi de doğal olarak alt üst oldu.
DEVLETİN GELİR KAYNAKLARI
İmam Muhammed Takî'nin (a.s.) yaşadığı dönemde, Abbâsî Devleti'nin gelir kaynakları alabildiğine genişti. İbn Haldun, Me'mun döneminin gelirlerini 400 milyon dirhem olarak hesaplamıştır.
Devletin para olarak geliri o kadar fazlaydı ki, saymak yerine tartılıyordu. Örneğin, altı veya yedi kantar (her kantar, 4.256 kilo gramdır) altın olarak ifade ediliyordu.
Mu'tasım'ın Rum diyarı görevlisi, alacağı vergiyi hesaplamıştı. Bu, üç milyon dirhemden daha azdı. Mu'tasım ona bir mektup yazarak azarlamıştı. Mektupta şöyle diyordu:
"En değersiz bölgeye valilik eden en basit valimin bana gön-derdiği vergi bile senin topraklarından gönderilen vergiden daha fazladır."
MAL TOPLAMA HIRSI
O çağda insanlar, mümkün olan her yola başvurarak mal toplama derdine düşmüşlerdi. Bu yolun meşru olup olmadığı umurlarında değildi. İnsanlar değerlendirilirken kıstas maldı. Bağdat'ta şu tür darb-ı meseller dolaşırdı dillerde: "Mal (gerçek değer) maldır, gerisi (maldan başkasına yönelmek) muhaldir."
İnsanlar her yolu deneyerek mal toplamakla meşguldüler. Hiçbir haram yoldan sakınmaz ve çirkin yöntemlerden utanmazlardı. Mal toplamanın en muteber yolu, aldatma ve dolandırıcılıktı.
SERVET BİRİKTİRMEK
Özellikle İslam dünyasının o günkü başkenti Bağdat'ta bazı in-sanların sahip oldukları servet korkunç rakamlara ulaşmıştı. Milyonlara hükmeden bir sermayedar sınıf oluşmuştu. Basra'da da geniş bir zenginler tabakası vardı. Basra, Irak'ın liman şehriydi. Önemli bir ticaret merkeziydi.
Doğu ile Batı'yı birbirine bağlayan bir konumu vardı. Hint ticaret mallarıyla Doğu denizlerinin adalarının ürünleri burada buluşurdu. Bu yüzden Basra'ya "Hint Toprağı" ve "Irak'ın Anası" denirdi." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)