Tefekkür, ilmi kalbe yerleştirmektir
Fikir, kalpte iki marifet duygusunun hazır olmasıdır. Bunlar olduktan sonra, üçüncü bir marifet meyvesi çıkar. Tefekkürden gaye bu ilmi kalbe yerleştirmektir. İlim ise, tefekkürün meyvesidir
05.12.2023 14:16:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş
İmam Gazali Hazretleri şöyle anlatıyor:
Ata anlatıyor: Ubeyd b. Umeyr ve ben birlikte Hz. Aişe'yi ziyarete gittik. Bizimle perde arkasından konuştu. Ubeyd b. Umeyr'e şöyle sordu: "Neden bizi ziyarete gelmez oldun?" Ubeyd b. Umeyr şu cevabı verdi: "Ara sıra gel ki, sevgin arta, hadis-i şerifi icabı." Bundan sonra Ubeyd b. Umeyr, Hz. Aişe'ye Peygamber Efendimizden duyduğu bir hadis-i şerifi anlatmasını istedi. Hz. Aişe ağlamaya başladı. Sonra şöyle buyurdu: "O'nun her işi insana hayret verirdi. Bir gece yanıma geldi. Vücudu bana değdi veya değmedi, şöyle buyurdu: 'Beni bırak Rabbime ibadet edeyim.' Sonra kalktı. Su kabına gitti. Abdest aldı. Namaza durdu. Ağlamaya başladı. Bu ağlamakla sakalı ıslandı. Secdeye vardı, secde yeri ıslandı. Sonra yan üstü yattı. Bilâl sabah ezanını okumaya gelinceye kadar öyle kaldı. Bu hali gören Bilâl şöyle dedi: 'Ya Resûlallah, seni ağlatan ne? Allah, gelmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış.' Bilâl'in bu sözü üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: 'Sen bilemezsin ya Bilâl. Beni ağlamaktan ne alabilir ki? Bu gece Allah Teâlâ bana şu ayet-i kerimeyi inzal eyledi: 'Yerin ve semaların yaratılışında, gece ve gündüzün değişiminde akıl sahiplerine ibret vardır.' (Âl-i İmran, 190). Daha sonra, 'Yazıklar olsun bu ayeti okuyup tefekkür etmeyenlere' buyurdu."
Fikir, kalpte iki marifet duygusunun hazır olmasıdır. Bunlar olduktan sonra, üçüncü bir marifet meyvesi çıkar. Meselâ, bir kimse ahiretin dünyadan daha hayırlı ve devamlı olduğunu bilirse, elbette hayırlı ve baki tarafı seçer. Tefekkürden gaye bu ilmi kalbe yerleştirmektir. Bu olduktan sonra insanda hal ve ona göre işler olmaya başlar. İşte kalpte hazır olması gereken iki şey, hal ve fiildir. İlmin meyvesi de bu iki iştir. İlim ise, tefekkürün meyvesidir.
Tefekkürün çeşitli yolları vardır. Biri şu ki, insan kendi nefsine bakması ve varlığını düşünmesidir. Bazen Kitab-ı İlâhi'yi okur ve Allah Teâlâ'nın sıfatları üzerinde tefekküre dalar. Zat-ı İlâhi üzerinde ise, tefekkür yolu yoktur. O, mücerret bir zikirle anılır. Allah Teâlâ'nın sıfatına ve efaline, mülk ve melekût âlemine ait tefekkür işine gelince, bunlar üzerinde ne kadar tefekküre dalınırsa o kadar sevgi ve muhabbet artar. Çünkü Cemal-i İlâhi, yavaş yavaş o düşünce sahibine perdesini açar.
Bunun hâsıl olması için, İlâhi esma ve sıfatın manalarını düşünmeli. Yer ve semalar üzerinde tefekküre dalmalı. Yıldızlara bakmalı. Bu yönden de tefekkür sahasını genişletmeli. Allah Teâlâ'nın zatından başka, her şey üzerinde derin derin düşünmeli. Kâinattaki her şey Allah Teâlâ'nın bir sanatı ve yarattığıdır.
(El-Mürşidü'l-Emin ilâ Mev'izeti'l-Mü'minin'den…)
Ata anlatıyor: Ubeyd b. Umeyr ve ben birlikte Hz. Aişe'yi ziyarete gittik. Bizimle perde arkasından konuştu. Ubeyd b. Umeyr'e şöyle sordu: "Neden bizi ziyarete gelmez oldun?" Ubeyd b. Umeyr şu cevabı verdi: "Ara sıra gel ki, sevgin arta, hadis-i şerifi icabı." Bundan sonra Ubeyd b. Umeyr, Hz. Aişe'ye Peygamber Efendimizden duyduğu bir hadis-i şerifi anlatmasını istedi. Hz. Aişe ağlamaya başladı. Sonra şöyle buyurdu: "O'nun her işi insana hayret verirdi. Bir gece yanıma geldi. Vücudu bana değdi veya değmedi, şöyle buyurdu: 'Beni bırak Rabbime ibadet edeyim.' Sonra kalktı. Su kabına gitti. Abdest aldı. Namaza durdu. Ağlamaya başladı. Bu ağlamakla sakalı ıslandı. Secdeye vardı, secde yeri ıslandı. Sonra yan üstü yattı. Bilâl sabah ezanını okumaya gelinceye kadar öyle kaldı. Bu hali gören Bilâl şöyle dedi: 'Ya Resûlallah, seni ağlatan ne? Allah, gelmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış.' Bilâl'in bu sözü üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: 'Sen bilemezsin ya Bilâl. Beni ağlamaktan ne alabilir ki? Bu gece Allah Teâlâ bana şu ayet-i kerimeyi inzal eyledi: 'Yerin ve semaların yaratılışında, gece ve gündüzün değişiminde akıl sahiplerine ibret vardır.' (Âl-i İmran, 190). Daha sonra, 'Yazıklar olsun bu ayeti okuyup tefekkür etmeyenlere' buyurdu."
Fikir, kalpte iki marifet duygusunun hazır olmasıdır. Bunlar olduktan sonra, üçüncü bir marifet meyvesi çıkar. Meselâ, bir kimse ahiretin dünyadan daha hayırlı ve devamlı olduğunu bilirse, elbette hayırlı ve baki tarafı seçer. Tefekkürden gaye bu ilmi kalbe yerleştirmektir. Bu olduktan sonra insanda hal ve ona göre işler olmaya başlar. İşte kalpte hazır olması gereken iki şey, hal ve fiildir. İlmin meyvesi de bu iki iştir. İlim ise, tefekkürün meyvesidir.
Tefekkürün çeşitli yolları vardır. Biri şu ki, insan kendi nefsine bakması ve varlığını düşünmesidir. Bazen Kitab-ı İlâhi'yi okur ve Allah Teâlâ'nın sıfatları üzerinde tefekküre dalar. Zat-ı İlâhi üzerinde ise, tefekkür yolu yoktur. O, mücerret bir zikirle anılır. Allah Teâlâ'nın sıfatına ve efaline, mülk ve melekût âlemine ait tefekkür işine gelince, bunlar üzerinde ne kadar tefekküre dalınırsa o kadar sevgi ve muhabbet artar. Çünkü Cemal-i İlâhi, yavaş yavaş o düşünce sahibine perdesini açar.
Bunun hâsıl olması için, İlâhi esma ve sıfatın manalarını düşünmeli. Yer ve semalar üzerinde tefekküre dalmalı. Yıldızlara bakmalı. Bu yönden de tefekkür sahasını genişletmeli. Allah Teâlâ'nın zatından başka, her şey üzerinde derin derin düşünmeli. Kâinattaki her şey Allah Teâlâ'nın bir sanatı ve yarattığıdır.
(El-Mürşidü'l-Emin ilâ Mev'izeti'l-Mü'minin'den…)