İmam Rıza’nın diğer din mensuplarıyla tevhit münazarası -7-
Ali bin Mûsa Rıza (a.s.) Memun’un yanına gittiğinde Memun, Fazl bin Sehde, din ve kelam âlimlerini bir araya toplamasını emretti. Böylece İmam (a.s.) ve onların sözlerini duymak istiyordu… Devam ediyoruz
18.03.2024 08:41:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Ali bin Mûsa Rıza (a.s.) Memun'un yanına gittiğinde Memun, Fazl bin Sehde, din ve kelam âlimlerini bir araya toplamasını emretti. Böylece İmam (a.s.) ve onların sözlerini duymak istiyordu… Devam ediyoruz
İmran: 'İlk vücuttan ve yarattığı şeyden bana bahseder misin?'
İmam (a.s.): 'Soru sordun, cevabını da dikkatle dinle, Vâhid (bir tek vücut), beraberinde hiçbir şey olmaksızın ve hiçbir sınır ve araz olmadan her zaman mevcut idi ve her zaman da böyle olacaktır.
Sonra, hiçbir örnek olmaksızın mahluku muhtelif boyutlarda onu başka bir şeyde karar vermemek, sınırlamamak, başka bir şeye benzeri olmayacak ve başka bir şeyin de ona benzeri olmayacak şekliyle yarattı.
Ondan sonra mahlukâtı çeşitli şekillerde mesela, hâlis, gayri hâlis, farklı, eşit, renk ve tatlar yönünden muhtelif ve aynı zamanda onlara hiçbir ihtiyacı olmayacak ve yine herhangi bir makam ve mevkiye yetişmek için onlara muhtaç olmayacak bir şekilde yarattı. Bu yaratılışta kendisinde bir eksiklik veya fazlalık görmedi. Ey İmran, bunları anlıyor musun?'
İmran: 'Evet efendim, yemin ederim ki anlıyorum.'
İmam (a.s.): 'Ey İmran! Bunu bilmiş ol ki, eğer Allah, yarattıklarını onlara ihtiyacı olduğu için yaratsaydı, sadece ihtiyacını karşılayacağı yaratıkları yaratır ve bu yaratıklarının birkaç katını yaratması da uygun olurdu. Çünkü, yardım edenler ne kadar çok olursa, yardım alan o kadar güçlü olur.
Ey İmran! Bu durumda ihtiyaçlar bitmezdi ve her şeyi yarattıkça diğer bir hacet onda icat olurdu (bir şeyi olup da diğer bir şeye ihtiyaç duyan insanlar gibi olurdu).
İşte bunun için diyorum ki, mahlukâtı bir ihtiyaçtan dolayı yaratmadı ama bu yaratışta ihtiyaçları bazılarından bazılarına intikal ettirdi ve üstün kıldığına hiçbir ihtiyacı olmaksızın ve aşağı kıldığından hiçbir intikam almaksızın bazılarını bazılarından üstün kıldı. İşte bu sebepten dolayı mahlukâtı yarattı.'
İmran: 'Efendim, o mevcut kendiliğinden, kendi yanında belli miydi? (Kendisini tanıyor muydu?)'
İmam (a.s.): 'Bir şeyin tanınıp bilinmesi, başkalarından ayırt edilebilmesi ve varlığının sabit ve tanınmış olabilmesi içindir. Orada ona muhalif olacak bir şey yoktu ki onu belirtmekle o şeyi kendisinden nefyetmeye ihtiyaç duymuş olsun. Yani, bir tek mevcut olduğu için buna gerek yoktu. Anladın mı ey İmran?'
İmran: 'Yemin ederim ki anladım efendim. Acaba bildiği şeyleri nasıl anlıyordu? Zamir vasıtasıyla mı, yoksa değişik bir yolla mı?'
İmam (a.s.): 'Onun ilmi zamir vasıtasıyla olursa o zamiri tanımak için belli bir sınır kararlaştırılmaz mı?'
İmran: 'Kararlaştırılır.'
İmam (a.s.): 'Öyleyse o zamir nedir?'
İmran sustu ve cevap vermedi.
İmam (a.s.): 'Önemli değil, eğer senden bu zamiri başka bir zamir vasıtasıyla mı tanıyorsun, diye soracak olursam ve sen de evet dersen, kendi söz ve iddianı bâtıl etmiş olursun.
Ey İmran! Şunu bilesin ki Vâhid (tek vücut), zamirle vasıflandırılamaz, onun için 'yaptı' demekten başka şey denilemez. 'Nasıl, ne ile' diye sorulmaz ve mahlukâtta olduğu gibi O'nun hakkında yön ve cüzler düşünülemez. Bunları iyice anla ve doğru bildiklerini de bu esas üzere ayarla.'
İmran: 'Efendim, bana onun hilkatinin sınırlarının niteliği, mânâları ve çeşitleri hakkında haber verir misin?'
İmam (a.s.): 'Soru sordun, o halde dikkatlice dinle, onun hilkatinin sınırları altı kısım üzeredir: Hissedilir, ağırlıklı, görülebilir, ağırlıksız (ruh gibi) başka bir kısım görünür ama ağırlığı yoktur, hissedilmez, dokunulmaz, renk ve tadı yoktur, takdir (miktar), araz (özle ilgili bulunmayan), sûret, uzunluk ve genişliği de yoktur.
Amel ve hareket de onlardandır ki, eşyaları meydana getirir, onları halden hale sokar, artırır ve eksiltirler. Ama amel ve hareketler yok olur. Çünkü gerektikleri zamandan başka onlara ihtiyaç yoktur, iş tamamlandığı zaman hareket biter ama eseri kalır, aynen söz gibi kendisi gider fakat eseri kalır.'
İmran: 'Efendim, eğer yaratıcı tek olur, O'ndan başkası ve beraberinde bir şey de olmazsa, mahlukâtı yarattığı zaman değişikliğe uğramıyor mu?'
İmam (a.s.): 'Allah kadîmdir (evvelden vardır), mahlukâtı yaratmakla değişime uğramaz fakat mahlukât O'nun değiştirmesiyle değişikliğe uğruyor.'
İmran: 'Efendim, bizler O'nu nasıl ve neyle tanıdık?'
İmam (a.s.): 'Kendisinden başka bir şeyle tanıdık.'
İmran: 'Ondan gayrisi kimdir?'
İmam (a.s.): 'Onun meşiyyeti, ismi, sıfatı ve buna benzer şeyler O'ndan gayridir, bunların hepsi hadis, mahluk ve tedbir edilmiş (kararlaştırılmış) şeylerdir.'
İmran: 'Efendim, o nedir?'
İmam (a.s.): 'O, gökyüzünde ve yerde yaratmış olduklarını hidayet eden bir nurdur. O'nun vahdaniyet ve birliğini ispatlayıp açıklamaktan fazla senin benim üzerimde hakkın yoktur (ondan başka bir şeyle görevli değilim).'
İmran: 'Efendim, Allah mahlukâtı yaratmadan önce suskundu ama mahlukâtı yaratınca konuşmaya başladı öyle değil mi?'
İmam (a.s.): 'Bunun doğru olabilmesi için önceden nutuk ve konuşma olabilmeli ki, sonradan susmanın mânâsı olabilsin. Bu aynen şuna benzer ki, lamba konuşandır ama susmuştur denilsin veya aydınlatıcıdan istenildiği yerde bizi aydınlatmak istiyor denilmez.
Çünkü ışık ve aydınlık lambanın işi veya özü değildir ama lambadan başka bir şey de değildir. Bizlere ışık saçtığında bizi aydınlattı, biz de onunla aydınlandık diyoruz. İşte sen o ışıkla kendi işini görüyorsun.'
İmran: 'Efendim ben, Yaratıcının mahlukâtı yarattığı zaman, halden hale geçtiğini ve değiştiğini zannediyordum.'
İmam (a.s.): 'İmkânsız bir şey söyledin ey İmran! Yaratıcının bir halden bir hale geçebilmesi için O'nu değiştirecek bir şeyin olması gerekir. Ey İmran! Şimdiye kadar ateşin kendisini değiştirdiğini, hararet ve sıcaklığın kendisini yaktığını veya kendi bakışını gören birini gördün mü?'
İmran: 'Hayır efendim, görmedim. Söyler misiniz, o mu yaratıkları içerisindedir yoksa yaratıkları mı O'nun içindedir?'
İmam (a.s.): 'O, bu gibi şeylerden münezzehtir, ne O yaratıkları içerisindedir, ne de yaratıkları O'nun içindedir. O, bu gibi sözlerden çok yücedir.
Şimdi Allah'ın gücü ve kuvveti ile O'nu sana tanıtacağım. Bana söyler misin, aynaya baktığında sen mi aynadasın yoksa ayna mı sendedir? Eğer hiçbiri birbiri içerisinde değilse, o zaman hangi şeyle aynayı kendine delil getiriyorsun? (kendini aynada görüyorsun)'
İmran: 'Benimle ayna arasında olan ışık ve nurla.'
İmam (a.s.): 'Acaba o aydınlığı gözünde gördüğünden fazlasıyla mı aynada görüyorsun?'
İmran: 'Evet.'
İmam (a.s.): 'Öyleyse onu bize de göster.'
İmam (a.s.): 'Ben bu nuru göremiyorum. Bu sende ve aynada olmadığı halde seni ve aynayı göstermekte yardımcı oluyor. Bu konunun daha fazla örnekleri de vardır ki, cahilin ona yolu yoktur. En yüce örnekler Allah'a aittir.'
Daha sonra, İmam (a.s.) Memun'a dönerek 'Namaz vakti gelmiştir' buyurdular.
İmran: 'Efendim, kalbim yumuşamışken benim meselemi yarıda bırakmayın.'
İmam (a.s.): 'Namaz kılıp döneceğiz.' Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
İmran: 'İlk vücuttan ve yarattığı şeyden bana bahseder misin?'
İmam (a.s.): 'Soru sordun, cevabını da dikkatle dinle, Vâhid (bir tek vücut), beraberinde hiçbir şey olmaksızın ve hiçbir sınır ve araz olmadan her zaman mevcut idi ve her zaman da böyle olacaktır.
Sonra, hiçbir örnek olmaksızın mahluku muhtelif boyutlarda onu başka bir şeyde karar vermemek, sınırlamamak, başka bir şeye benzeri olmayacak ve başka bir şeyin de ona benzeri olmayacak şekliyle yarattı.
Ondan sonra mahlukâtı çeşitli şekillerde mesela, hâlis, gayri hâlis, farklı, eşit, renk ve tatlar yönünden muhtelif ve aynı zamanda onlara hiçbir ihtiyacı olmayacak ve yine herhangi bir makam ve mevkiye yetişmek için onlara muhtaç olmayacak bir şekilde yarattı. Bu yaratılışta kendisinde bir eksiklik veya fazlalık görmedi. Ey İmran, bunları anlıyor musun?'
İmran: 'Evet efendim, yemin ederim ki anlıyorum.'
İmam (a.s.): 'Ey İmran! Bunu bilmiş ol ki, eğer Allah, yarattıklarını onlara ihtiyacı olduğu için yaratsaydı, sadece ihtiyacını karşılayacağı yaratıkları yaratır ve bu yaratıklarının birkaç katını yaratması da uygun olurdu. Çünkü, yardım edenler ne kadar çok olursa, yardım alan o kadar güçlü olur.
Ey İmran! Bu durumda ihtiyaçlar bitmezdi ve her şeyi yarattıkça diğer bir hacet onda icat olurdu (bir şeyi olup da diğer bir şeye ihtiyaç duyan insanlar gibi olurdu).
İşte bunun için diyorum ki, mahlukâtı bir ihtiyaçtan dolayı yaratmadı ama bu yaratışta ihtiyaçları bazılarından bazılarına intikal ettirdi ve üstün kıldığına hiçbir ihtiyacı olmaksızın ve aşağı kıldığından hiçbir intikam almaksızın bazılarını bazılarından üstün kıldı. İşte bu sebepten dolayı mahlukâtı yarattı.'
İmran: 'Efendim, o mevcut kendiliğinden, kendi yanında belli miydi? (Kendisini tanıyor muydu?)'
İmam (a.s.): 'Bir şeyin tanınıp bilinmesi, başkalarından ayırt edilebilmesi ve varlığının sabit ve tanınmış olabilmesi içindir. Orada ona muhalif olacak bir şey yoktu ki onu belirtmekle o şeyi kendisinden nefyetmeye ihtiyaç duymuş olsun. Yani, bir tek mevcut olduğu için buna gerek yoktu. Anladın mı ey İmran?'
İmran: 'Yemin ederim ki anladım efendim. Acaba bildiği şeyleri nasıl anlıyordu? Zamir vasıtasıyla mı, yoksa değişik bir yolla mı?'
İmam (a.s.): 'Onun ilmi zamir vasıtasıyla olursa o zamiri tanımak için belli bir sınır kararlaştırılmaz mı?'
İmran: 'Kararlaştırılır.'
İmam (a.s.): 'Öyleyse o zamir nedir?'
İmran sustu ve cevap vermedi.
İmam (a.s.): 'Önemli değil, eğer senden bu zamiri başka bir zamir vasıtasıyla mı tanıyorsun, diye soracak olursam ve sen de evet dersen, kendi söz ve iddianı bâtıl etmiş olursun.
Ey İmran! Şunu bilesin ki Vâhid (tek vücut), zamirle vasıflandırılamaz, onun için 'yaptı' demekten başka şey denilemez. 'Nasıl, ne ile' diye sorulmaz ve mahlukâtta olduğu gibi O'nun hakkında yön ve cüzler düşünülemez. Bunları iyice anla ve doğru bildiklerini de bu esas üzere ayarla.'
İmran: 'Efendim, bana onun hilkatinin sınırlarının niteliği, mânâları ve çeşitleri hakkında haber verir misin?'
İmam (a.s.): 'Soru sordun, o halde dikkatlice dinle, onun hilkatinin sınırları altı kısım üzeredir: Hissedilir, ağırlıklı, görülebilir, ağırlıksız (ruh gibi) başka bir kısım görünür ama ağırlığı yoktur, hissedilmez, dokunulmaz, renk ve tadı yoktur, takdir (miktar), araz (özle ilgili bulunmayan), sûret, uzunluk ve genişliği de yoktur.
Amel ve hareket de onlardandır ki, eşyaları meydana getirir, onları halden hale sokar, artırır ve eksiltirler. Ama amel ve hareketler yok olur. Çünkü gerektikleri zamandan başka onlara ihtiyaç yoktur, iş tamamlandığı zaman hareket biter ama eseri kalır, aynen söz gibi kendisi gider fakat eseri kalır.'
İmran: 'Efendim, eğer yaratıcı tek olur, O'ndan başkası ve beraberinde bir şey de olmazsa, mahlukâtı yarattığı zaman değişikliğe uğramıyor mu?'
İmam (a.s.): 'Allah kadîmdir (evvelden vardır), mahlukâtı yaratmakla değişime uğramaz fakat mahlukât O'nun değiştirmesiyle değişikliğe uğruyor.'
İmran: 'Efendim, bizler O'nu nasıl ve neyle tanıdık?'
İmam (a.s.): 'Kendisinden başka bir şeyle tanıdık.'
İmran: 'Ondan gayrisi kimdir?'
İmam (a.s.): 'Onun meşiyyeti, ismi, sıfatı ve buna benzer şeyler O'ndan gayridir, bunların hepsi hadis, mahluk ve tedbir edilmiş (kararlaştırılmış) şeylerdir.'
İmran: 'Efendim, o nedir?'
İmam (a.s.): 'O, gökyüzünde ve yerde yaratmış olduklarını hidayet eden bir nurdur. O'nun vahdaniyet ve birliğini ispatlayıp açıklamaktan fazla senin benim üzerimde hakkın yoktur (ondan başka bir şeyle görevli değilim).'
İmran: 'Efendim, Allah mahlukâtı yaratmadan önce suskundu ama mahlukâtı yaratınca konuşmaya başladı öyle değil mi?'
İmam (a.s.): 'Bunun doğru olabilmesi için önceden nutuk ve konuşma olabilmeli ki, sonradan susmanın mânâsı olabilsin. Bu aynen şuna benzer ki, lamba konuşandır ama susmuştur denilsin veya aydınlatıcıdan istenildiği yerde bizi aydınlatmak istiyor denilmez.
Çünkü ışık ve aydınlık lambanın işi veya özü değildir ama lambadan başka bir şey de değildir. Bizlere ışık saçtığında bizi aydınlattı, biz de onunla aydınlandık diyoruz. İşte sen o ışıkla kendi işini görüyorsun.'
İmran: 'Efendim ben, Yaratıcının mahlukâtı yarattığı zaman, halden hale geçtiğini ve değiştiğini zannediyordum.'
İmam (a.s.): 'İmkânsız bir şey söyledin ey İmran! Yaratıcının bir halden bir hale geçebilmesi için O'nu değiştirecek bir şeyin olması gerekir. Ey İmran! Şimdiye kadar ateşin kendisini değiştirdiğini, hararet ve sıcaklığın kendisini yaktığını veya kendi bakışını gören birini gördün mü?'
İmran: 'Hayır efendim, görmedim. Söyler misiniz, o mu yaratıkları içerisindedir yoksa yaratıkları mı O'nun içindedir?'
İmam (a.s.): 'O, bu gibi şeylerden münezzehtir, ne O yaratıkları içerisindedir, ne de yaratıkları O'nun içindedir. O, bu gibi sözlerden çok yücedir.
Şimdi Allah'ın gücü ve kuvveti ile O'nu sana tanıtacağım. Bana söyler misin, aynaya baktığında sen mi aynadasın yoksa ayna mı sendedir? Eğer hiçbiri birbiri içerisinde değilse, o zaman hangi şeyle aynayı kendine delil getiriyorsun? (kendini aynada görüyorsun)'
İmran: 'Benimle ayna arasında olan ışık ve nurla.'
İmam (a.s.): 'Acaba o aydınlığı gözünde gördüğünden fazlasıyla mı aynada görüyorsun?'
İmran: 'Evet.'
İmam (a.s.): 'Öyleyse onu bize de göster.'
İmam (a.s.): 'Ben bu nuru göremiyorum. Bu sende ve aynada olmadığı halde seni ve aynayı göstermekte yardımcı oluyor. Bu konunun daha fazla örnekleri de vardır ki, cahilin ona yolu yoktur. En yüce örnekler Allah'a aittir.'
Daha sonra, İmam (a.s.) Memun'a dönerek 'Namaz vakti gelmiştir' buyurdular.
İmran: 'Efendim, kalbim yumuşamışken benim meselemi yarıda bırakmayın.'
İmam (a.s.): 'Namaz kılıp döneceğiz.' Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)