Kalp bir kale gibidir
Bilesin ki, kalp bir kale gibidir, şeytan da oraya girip onu ele geçirmek, onu fethetmek isteyen bir düşman. Kaleyi düşmana karşı savunmak için onun kapılarından giriş yerlerinde ve gediklerinde nöbetçi bulundurmak gerekir. Bu nöbetçilik ve muhafızlık görevini kaleyi iyice tanımayanlar başaramaz
09.02.2024 15:41:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İmam Gazal Hazretleri şöyle anlatıyor:
Rivayete göre İblis bir gün İmam-ı Şâfi'ye sorar: "Ey İmam! Beni dilediği gibi yaratan ve dilediği yolda kullanan sonra da dilerse cennete koyacak ve dilerse cehenneme gönderecek olan Allah hakkında ne düşünüyorsun, tutumunda adil midir, yoksa zalim mi?"
Şafiî onun bu sözüne düşünür sonra şöyle cevap verir, "Be hey herif! Eğer seni senin arzuna uyarak yarattı ise sana zulmetmiştir, yok eğer kendi muradına binaen seni var etti ise O, yaptığından mes'ul değildir."
Şeytan aldığı cevabın karşısında öyle perişan oldu ki, nerede ise yerin dibine geçeyazdı. Fakat çok geçmeden kendisini toparlayarak Şafii'ye dedi ki: "Eey
İmam! Ben bu soru ile yetmiş bin âbidin zihnini bulandırarak onları kulluk divanından çıkardım."
Bilesin ki, kalb bir kale gibidir, şeytan da oraya girip onu ele geçirmek, onu fethetmek isteyen bir düşman. Kaleyi düşmana karşı savunmak için onun kapılarından giriş yerlerinde ve gediklerinde nöbetçi bulundurmak gerekir. Bu nöbetçilik ve muhafızlık görevini kaleyi iyice tanımayanlar başaramaz.
Kalbi şeytanın vesveselerine karşı korumak, gereklidir, bu görev, her mükellefin omuzlarına yüklenmiş bir farz-ı ayndır. Gerekli olan bir neticeye kendisi olmaksızın ulaşılmayan vasıta da gereklidir.
Şeytanın sızma yollarını bilmeksizin kalbi ona karşı savunmakta başarıya ulaşılamaz. Demek ki, onun sızma yollarını bilmek farz oluyor Şeytanın kaleye benzettiğimiz kalbe girmek için kullanacağı yollar ve sızma yerleri kulun bir takım sıfatlarıdır.
Bunlar çoktur. Bazıları şunlardır:
Öfke ve azgın istek: Öfke, aklı ürkütüp kaçıran bir canavardır, akıl zayıflayınca şeytanın ordusu hücuma geçer. İnsan öfkelendikçe, çocuğun topla oynadığı gibi şeytan onunla oynar. Allah'ın velilerinden biri İblis'e, "Ademoğlunu nasıl yendiğini bana söyle" der. Şeytan da, "Öfke ve azgın arzuları kabardığı zaman onu ele alırım" diye cevap verir.
Kıskançlık ve ihtiras: "İnsan bir şeye karşı ihtiras bağlayınca ihtirası, gözünü kör ve kulağını sağır eder. Böyle olunca da şeytana aradığı fırsat verilmiş olur. Aslında kötü ve çirkin de olsa, arzusuna vardıran her vasıta, muhterisin gözüne güzel gelir.
İblis, Hz. Nuh'a, "Ben insanları beş şey vasıtası ile helâke sürüklerim, üçünü sana anlatacağım. Fakat geri kalan ikisini söylemem" der.
O anda Allah (c.c.) Hz. Nuh'a, "Sana ikisini söylesin, geriye kalan üç tanesi mühim değil" diye vahiy gönderir. Bunun üzerine Hz. Nuh şeytana, "İkisini söyle yeter" der. Şeytan, Hz. Nuh'a şu karşılığı verir: "O ikisi öyle vasıtalardır ki, beni hiç yalancı çıkarmamışlardır, hiçbir zaman beni hedefimden geri bırakmamışlardır, insanları bunlar sayesinde mahvederim. Bunlar ihtiras ve kıskançlıktır. Kıskançlık yüzünden ben kendim lânetlenerek kovuldum. İhtirasa gelince, bir ağacın meyvesi dışında cennetteki her şey Adem'e mubah kılınmıştı, ihtirasını alevlendirerek onu yasak ağacın meyvasından yemeye iknâ ettim."
(Mukaşefetu'l-Kulüb'den…)
Rivayete göre İblis bir gün İmam-ı Şâfi'ye sorar: "Ey İmam! Beni dilediği gibi yaratan ve dilediği yolda kullanan sonra da dilerse cennete koyacak ve dilerse cehenneme gönderecek olan Allah hakkında ne düşünüyorsun, tutumunda adil midir, yoksa zalim mi?"
Şafiî onun bu sözüne düşünür sonra şöyle cevap verir, "Be hey herif! Eğer seni senin arzuna uyarak yarattı ise sana zulmetmiştir, yok eğer kendi muradına binaen seni var etti ise O, yaptığından mes'ul değildir."
Şeytan aldığı cevabın karşısında öyle perişan oldu ki, nerede ise yerin dibine geçeyazdı. Fakat çok geçmeden kendisini toparlayarak Şafii'ye dedi ki: "Eey
İmam! Ben bu soru ile yetmiş bin âbidin zihnini bulandırarak onları kulluk divanından çıkardım."
Bilesin ki, kalb bir kale gibidir, şeytan da oraya girip onu ele geçirmek, onu fethetmek isteyen bir düşman. Kaleyi düşmana karşı savunmak için onun kapılarından giriş yerlerinde ve gediklerinde nöbetçi bulundurmak gerekir. Bu nöbetçilik ve muhafızlık görevini kaleyi iyice tanımayanlar başaramaz.
Kalbi şeytanın vesveselerine karşı korumak, gereklidir, bu görev, her mükellefin omuzlarına yüklenmiş bir farz-ı ayndır. Gerekli olan bir neticeye kendisi olmaksızın ulaşılmayan vasıta da gereklidir.
Şeytanın sızma yollarını bilmeksizin kalbi ona karşı savunmakta başarıya ulaşılamaz. Demek ki, onun sızma yollarını bilmek farz oluyor Şeytanın kaleye benzettiğimiz kalbe girmek için kullanacağı yollar ve sızma yerleri kulun bir takım sıfatlarıdır.
Bunlar çoktur. Bazıları şunlardır:
Öfke ve azgın istek: Öfke, aklı ürkütüp kaçıran bir canavardır, akıl zayıflayınca şeytanın ordusu hücuma geçer. İnsan öfkelendikçe, çocuğun topla oynadığı gibi şeytan onunla oynar. Allah'ın velilerinden biri İblis'e, "Ademoğlunu nasıl yendiğini bana söyle" der. Şeytan da, "Öfke ve azgın arzuları kabardığı zaman onu ele alırım" diye cevap verir.
Kıskançlık ve ihtiras: "İnsan bir şeye karşı ihtiras bağlayınca ihtirası, gözünü kör ve kulağını sağır eder. Böyle olunca da şeytana aradığı fırsat verilmiş olur. Aslında kötü ve çirkin de olsa, arzusuna vardıran her vasıta, muhterisin gözüne güzel gelir.
İblis, Hz. Nuh'a, "Ben insanları beş şey vasıtası ile helâke sürüklerim, üçünü sana anlatacağım. Fakat geri kalan ikisini söylemem" der.
O anda Allah (c.c.) Hz. Nuh'a, "Sana ikisini söylesin, geriye kalan üç tanesi mühim değil" diye vahiy gönderir. Bunun üzerine Hz. Nuh şeytana, "İkisini söyle yeter" der. Şeytan, Hz. Nuh'a şu karşılığı verir: "O ikisi öyle vasıtalardır ki, beni hiç yalancı çıkarmamışlardır, hiçbir zaman beni hedefimden geri bırakmamışlardır, insanları bunlar sayesinde mahvederim. Bunlar ihtiras ve kıskançlıktır. Kıskançlık yüzünden ben kendim lânetlenerek kovuldum. İhtirasa gelince, bir ağacın meyvesi dışında cennetteki her şey Adem'e mubah kılınmıştı, ihtirasını alevlendirerek onu yasak ağacın meyvasından yemeye iknâ ettim."
(Mukaşefetu'l-Kulüb'den…)