AKP hükümetinin son vaziyeti konusunda objektif siyasi gözlemcilerin ortak görüşü ve toplumdaki yaygın kanaat şu:
AKP hükümeti, işbaşına getirildiğinde, hem bürokrasiye yerleştireceği kendi tabanından olan kadroda ciddi açığı vardı, hem de aldığı desteğe karşılık vefa borçları… Başbakan R. T. Erdoğan, bu açığını ve borcunu, toleranslı Müslüman kılığına bürünmüş bu F tipi Amerikan-Vatikan beslemelerini bürokrasiye konuşlandırarak kapattı.
Fakat Erdoğan’ı Amerikan lobilerinde refere ettiğini vehmeden F tipi boynuz, kulağı geçti. Söz konusu F tipi yetkisiz etkili şebeke, Erdoğan’ın inisiyatif alanlarına ve hükümetin icraatlarına Amerika adına müdahale edecek noktaya vardı. Lafa sıra geldiğinde siyasetten Allah’a sığınan bu yetkisiz grup, ekranları, mevkuteleri ve bürokrasiye çöreklenmiş elemanları eliyle devleti ve hükümeti havuç-sopa yöntemiyle güdümlemeye kalkışacak kadar siyasetin merkezine kondular. Erdoğan’ın hastalık sürecini fırsat bellediler. Hükümet içinde özellikle Erdoğan’ın ekibine karşı kılıçlarını çektiler.
Ancak, Erdoğan’ın hastalık seyri, F tipi fırsatçıların niyetlerini kursaklarına tıkadı. Erdoğan, tabloyu okudu, gardını aldı, farklı bir sayfa açtı. Hem bu yeni siyasi süreci başarılı geçirmek, hem de F tipi referenin gölgesi ve vehminden kurtularak Amerika eksenli kendi referansını oluşturmak ve güven tazelemek istiyor. AKP hükümetinin Suriye konusundaki izahı gayr-ı kabil Amerikancı vaziyetinin içgüdüleri bunlar…
Erdoğan’a dost görünen ve yakınına çöreklenmiş olan F tipi uyumlu bir grup ise, kendisini ve hükümeti, Amerika adına ya Esad, ya sen noktasına sürüklüyor.
Bu kavşakta hükümet, Suriye konusunda akıl almaz çıkışlar yapıyor.
Genel gözlem ve yaygın kanaat bu.
Erdoğan ve AKP hükümeti bu makastan ve bu kavşaktan kurtulmalıdır.
Ancak gidişat gösteriyor ki, Suriye konusunda akl-ı selime kulak asmıyor. Şu da bir gerçek ki, kendisine Prof. Dr. Haydar Baş bey dışında akl-ı selim çıkışlar ve çözümler sunan kimse de yok… Ancak Prof. Dr. Baş’ın gösterdiği çıkış yolları, akl-ı selime müracaat etmek isteyen için yeter de artar bile.
Erdoğan’ı ve hükümeti, Suriye konusunda hukuk dışına sürüklüyorlar.
Suriye konusu, şayet uluslararası bir mesele ise, onun yeri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’dir. Böyle bir meselenin yeri, NATO bile değildir…
Hatta maşeri vicdanda Suriye meselesi diye bir mesele yoktur. Mesele denen şey, bölgeyi işgal etmek isteyen BOP güçlerinin, Suriye’yi içten bulandırarak kardeşi kardeşe kırdırtmaları, bu bahaneyle de yönetimi devirmek istemeleridir.
Suriye’nin hiçbir komşu devlete saldırganlığı veya Atlantik ötesine tehdidi dahi söz konusu değildir.
Türkiye’nin yıllardan beri dış destekli PKK terörüyle mücadelesi neyse, Suriye yönetiminin silahlı isyancılarla mücadelesi de odur; devleti ve sivil-asker herkesi hedef alan dıştan güdümlü eli kanlı isyancı şebekelerle mücadeledir.
Türkiye’nin böyle bir Suriye meselesi olamaz.
AKP hükümetini, bugün Suriye’deki eli silahlı isyancıların hizmetine koştururlar, hukuk dışı operasyonlarda maşa olarak kullanırlarsa; bunu bugün becerenler, yarın kendilerine PKK’nin elini öptürürler.
Maşeri vicdanda, Suriye meselesi, bir BOP hinliğidir.
ABD ve Haçlı dünyası bu hinliğinde, BM Güvenlik Konseyi’nin kullanamadı. Önlerine Rusya ve Çin duvarı çıktı.
Rusya ve Çin’in vetosu sebebiyle, BM Güvenlik Konseyi’nden kafalarındaki kararı çıkartamayanlar, Türkiye’yi kullanıyorlar. İstanbul’u mesken edindiler.
İstanbul’daki Suriye Halkının Dostları toplantısının hiçbir hukuki yönü yoktur, hiçbir hukuki bağlayıcılığı da yoktur. Kötü bir siyasi işgüzarlıktır.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, “Neden böyle bir toplantı yapmaya ihtiyaç duyduk? Çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Suriye halkına tam destek çıkmıyordu” şeklindeki açıklamasından anlaşılıyor ki, bu işgüzarlığın farkındadır.
83 değil, 183 ülke de katılmış olsa; İstanbul’daki bu toplantı hukuk dışı ve hiçbir hukuki yaptırımı doğurmayacak bir toplantıdır… Zira uluslararası meselelerde, bugüne kadarki tüm çifte standartlarına rağmen, yine de hukukun adresi BM Güvenlik Konseyi’dir.
ABD’nin istediği gibi bir işgal kararı çıkartamadı diye BM Güvenlik Konseyi lağvedilmiş de, biz bilmiyorsak; o başka…
Toplantının zamanlaması da çok kötü… İştirak eden ülkelerin maskelerini düşürüyor! Nitekim Suriye yönetimi, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 6 maddelik teklifini kabul ettiğini, uygulamaya koyacağını açıkladı. Böyle bir süreçte İstanbul işgüzarlığı, Bizans oyunu anlamı taşır ki, bu asla Türkiye’ye yaraşmaz.
Eğer Suriye konusunda hukuk dışı bir manevra yapılacaksa, onun yeri İstanbul değildir, onun maşası Türkiye değildir.
Türkiye, BOP işgalcilerinin ve Teksas kabadayılarının tetikçisi olamaz.
Türk milleti, tarihinde böyle bir maşalığı ve uşaklığı yaşamamıştır.
Suriye’deki iç isyan ve kardeş katliamı şayet bölge meselesi ise, Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle, Rusya, Türkiye ve İran olarak bir araya gelip bir şeyler yapmamız, lazım. Bu ülkeler de bunu istiyor. Ama İstanbul’daki toplantıda bu ülkeler yok, Rusya yok, Çin yok, İran yok…
Sadece kaos dedikodularının iki-üç ayda doğalgaza yüzde 20 zam getirdiği batık bir ekonomik süreçte, ne devletin, ne de milletin müflis ekonomi yapısı, bölgemizde yeni bir kaosa meydan verme lüksü yoktur. Bundan ilerisi, bile bile helake sürüklenmektir.
Erdoğan, böyle kirli bir işten ne siyasi güç toplayabilir, ne de güven tazeleyebilir. Erdoğan, gerçekten güçlü bir Erdoğan ve güçlü bir Türkiye istiyorsa; Prof. Dr. Baş başta olmak üzere, akl-ı selim sahiplerinin öneri ve çözümlerine kulak asmalıdır.
AKP hükümeti, işbaşına getirildiğinde, hem bürokrasiye yerleştireceği kendi tabanından olan kadroda ciddi açığı vardı, hem de aldığı desteğe karşılık vefa borçları… Başbakan R. T. Erdoğan, bu açığını ve borcunu, toleranslı Müslüman kılığına bürünmüş bu F tipi Amerikan-Vatikan beslemelerini bürokrasiye konuşlandırarak kapattı.
Fakat Erdoğan’ı Amerikan lobilerinde refere ettiğini vehmeden F tipi boynuz, kulağı geçti. Söz konusu F tipi yetkisiz etkili şebeke, Erdoğan’ın inisiyatif alanlarına ve hükümetin icraatlarına Amerika adına müdahale edecek noktaya vardı. Lafa sıra geldiğinde siyasetten Allah’a sığınan bu yetkisiz grup, ekranları, mevkuteleri ve bürokrasiye çöreklenmiş elemanları eliyle devleti ve hükümeti havuç-sopa yöntemiyle güdümlemeye kalkışacak kadar siyasetin merkezine kondular. Erdoğan’ın hastalık sürecini fırsat bellediler. Hükümet içinde özellikle Erdoğan’ın ekibine karşı kılıçlarını çektiler.
Ancak, Erdoğan’ın hastalık seyri, F tipi fırsatçıların niyetlerini kursaklarına tıkadı. Erdoğan, tabloyu okudu, gardını aldı, farklı bir sayfa açtı. Hem bu yeni siyasi süreci başarılı geçirmek, hem de F tipi referenin gölgesi ve vehminden kurtularak Amerika eksenli kendi referansını oluşturmak ve güven tazelemek istiyor. AKP hükümetinin Suriye konusundaki izahı gayr-ı kabil Amerikancı vaziyetinin içgüdüleri bunlar…
Erdoğan’a dost görünen ve yakınına çöreklenmiş olan F tipi uyumlu bir grup ise, kendisini ve hükümeti, Amerika adına ya Esad, ya sen noktasına sürüklüyor.
Bu kavşakta hükümet, Suriye konusunda akıl almaz çıkışlar yapıyor.
Genel gözlem ve yaygın kanaat bu.
Erdoğan ve AKP hükümeti bu makastan ve bu kavşaktan kurtulmalıdır.
Ancak gidişat gösteriyor ki, Suriye konusunda akl-ı selime kulak asmıyor. Şu da bir gerçek ki, kendisine Prof. Dr. Haydar Baş bey dışında akl-ı selim çıkışlar ve çözümler sunan kimse de yok… Ancak Prof. Dr. Baş’ın gösterdiği çıkış yolları, akl-ı selime müracaat etmek isteyen için yeter de artar bile.
Erdoğan’ı ve hükümeti, Suriye konusunda hukuk dışına sürüklüyorlar.
Suriye konusu, şayet uluslararası bir mesele ise, onun yeri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’dir. Böyle bir meselenin yeri, NATO bile değildir…
Hatta maşeri vicdanda Suriye meselesi diye bir mesele yoktur. Mesele denen şey, bölgeyi işgal etmek isteyen BOP güçlerinin, Suriye’yi içten bulandırarak kardeşi kardeşe kırdırtmaları, bu bahaneyle de yönetimi devirmek istemeleridir.
Suriye’nin hiçbir komşu devlete saldırganlığı veya Atlantik ötesine tehdidi dahi söz konusu değildir.
Türkiye’nin yıllardan beri dış destekli PKK terörüyle mücadelesi neyse, Suriye yönetiminin silahlı isyancılarla mücadelesi de odur; devleti ve sivil-asker herkesi hedef alan dıştan güdümlü eli kanlı isyancı şebekelerle mücadeledir.
Türkiye’nin böyle bir Suriye meselesi olamaz.
AKP hükümetini, bugün Suriye’deki eli silahlı isyancıların hizmetine koştururlar, hukuk dışı operasyonlarda maşa olarak kullanırlarsa; bunu bugün becerenler, yarın kendilerine PKK’nin elini öptürürler.
Maşeri vicdanda, Suriye meselesi, bir BOP hinliğidir.
ABD ve Haçlı dünyası bu hinliğinde, BM Güvenlik Konseyi’nin kullanamadı. Önlerine Rusya ve Çin duvarı çıktı.
Rusya ve Çin’in vetosu sebebiyle, BM Güvenlik Konseyi’nden kafalarındaki kararı çıkartamayanlar, Türkiye’yi kullanıyorlar. İstanbul’u mesken edindiler.
İstanbul’daki Suriye Halkının Dostları toplantısının hiçbir hukuki yönü yoktur, hiçbir hukuki bağlayıcılığı da yoktur. Kötü bir siyasi işgüzarlıktır.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, “Neden böyle bir toplantı yapmaya ihtiyaç duyduk? Çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Suriye halkına tam destek çıkmıyordu” şeklindeki açıklamasından anlaşılıyor ki, bu işgüzarlığın farkındadır.
83 değil, 183 ülke de katılmış olsa; İstanbul’daki bu toplantı hukuk dışı ve hiçbir hukuki yaptırımı doğurmayacak bir toplantıdır… Zira uluslararası meselelerde, bugüne kadarki tüm çifte standartlarına rağmen, yine de hukukun adresi BM Güvenlik Konseyi’dir.
ABD’nin istediği gibi bir işgal kararı çıkartamadı diye BM Güvenlik Konseyi lağvedilmiş de, biz bilmiyorsak; o başka…
Toplantının zamanlaması da çok kötü… İştirak eden ülkelerin maskelerini düşürüyor! Nitekim Suriye yönetimi, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 6 maddelik teklifini kabul ettiğini, uygulamaya koyacağını açıkladı. Böyle bir süreçte İstanbul işgüzarlığı, Bizans oyunu anlamı taşır ki, bu asla Türkiye’ye yaraşmaz.
Eğer Suriye konusunda hukuk dışı bir manevra yapılacaksa, onun yeri İstanbul değildir, onun maşası Türkiye değildir.
Türkiye, BOP işgalcilerinin ve Teksas kabadayılarının tetikçisi olamaz.
Türk milleti, tarihinde böyle bir maşalığı ve uşaklığı yaşamamıştır.
Suriye’deki iç isyan ve kardeş katliamı şayet bölge meselesi ise, Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle, Rusya, Türkiye ve İran olarak bir araya gelip bir şeyler yapmamız, lazım. Bu ülkeler de bunu istiyor. Ama İstanbul’daki toplantıda bu ülkeler yok, Rusya yok, Çin yok, İran yok…
Sadece kaos dedikodularının iki-üç ayda doğalgaza yüzde 20 zam getirdiği batık bir ekonomik süreçte, ne devletin, ne de milletin müflis ekonomi yapısı, bölgemizde yeni bir kaosa meydan verme lüksü yoktur. Bundan ilerisi, bile bile helake sürüklenmektir.
Erdoğan, böyle kirli bir işten ne siyasi güç toplayabilir, ne de güven tazeleyebilir. Erdoğan, gerçekten güçlü bir Erdoğan ve güçlü bir Türkiye istiyorsa; Prof. Dr. Baş başta olmak üzere, akl-ı selim sahiplerinin öneri ve çözümlerine kulak asmalıdır.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019