İmam Rıza’nın Süleyman Mervezî ile tevhit münazarası -1-
Hasan bin Muhammed Nevfelî’den şöyle naklediliyor: “Horasan mütekellimi (kelam âlimi) Süleyman Mervezî, Memun’un yanına geldi. Memun da ona saygı göstererek hediyeler verdi
20.03.2024 08:14:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Hasan bin Muhammed Nevfelî'den şöyle naklediliyor: "Horasan mütekellimi (kelam âlimi) Süleyman Mervezî, Memun'un yanına geldi. Memun da ona saygı göstererek hediyeler verdi.
Daha sonra şöyle dedi: 'Amcamın oğlu Ali bin Mûsa Rıza (a.s.) Hicaz'dan yanıma kadar gelmiştir ve o, kelam ilmini ve mütekellimleri sever. Bundan dolayı Terviye günü onunla münazara için yanımıza gelmende herhangi bir sakınca yoktur.'
Süleyman: 'Ey mü'minlerin emiri! Sizin meclisinizde ve Hâşimoğulları cemaati huzurunda onun gibi bir şahsiyetten soru sormak istemiyorum, çünkü, topluluk huzurunda benimle konuşurken ezik düşecektir (yenilecektir). Dolayısıyla onunla fazla tartışmam doğru olmaz!'
Memun: 'Ben, senin münazaradaki gücünü bildiğim için arkandan adam gönderdim. Benim amacım, sadece onun bir delilini çürütmendir.'
Süleyman: 'Anlaşıldı ey mü'minlerin emiri! Bizleri karşı karşıya getir ve kendin şahit ol!'
Memun, İmam Rıza'ya (a.s.) haber göndererek şöyle dedi: 'Merv (Horasan) ehlinden kelam ilminde Horasan'da üstüne olmayan bir kişi yanımıza gelmiştir. Eğer size zahmet olmazsa ve herhangi bir mâni yoksa yanımıza geliniz.'
İmam Rıza (a.s.) bu mesajı duyar duymaz abdest için kalktı ve bize, 'Siz benden önce gidiniz' buyurdular.
İmran-ı Sabbî de bizimle beraber idi, hareket ederek Memun'un kapısına vardık. Yâsir ve Hâlid elimden tutarak beni Memun'un yanına götürdüler. Selam verdiğim zaman Memun şöyle dedi: 'Kardeşim Ebu'l-Hasan nerededir? Allah onu korusun!'
Ben, 'Biz geldiğimizde elbisesini giymekle meşguldü ve bize önce gelmemizi emretti' dedim. Daha sonra şöyle dedim: 'Ey mü'minlerin emiri! Dostunuz İmran da benimle birliktedir. Kapının arkasında bekliyor.'
Memun: 'İmran kimdir?' diye sordu. 'Sizin vesilenizle Müslüman olan Sabbî'dir' dediğimde içeri girmesini emretti. İmran içeri girdi. Memun ona, 'Merhaba, hoş geldin!' dedikten sonra, 'Ey İmran! Ölmedin de sonunda Hâşimoğulları'ndan mı oldun?' dedi.
İmran: 'Hamd o Allah'a ki, beni sizin vesilenizle şereflendirdi ey mü'minlerin emiri' dedi.
Memun: 'Ey İmran! Bu Horasan mütekellimi Süleyman Mervezî'dir.'
İmran: 'Ey mü'minlerin emiri! Bu, münazara yönünden Horasan'da tek olduğunu zannediyor. Kendisi de bedâ inancını inkâr ediyor.'
Memun: 'Neden onunla münazara etmiyorsun?'
İmran: 'Bu, kendisine bağlıdır.'
O sırada İmam Rıza (a.s.) içeri girerek, 'Ne hakkında konuşuyorsunuz?' diye sordular.
İmran: 'Ey Allah Resulünün oğlu! Bu, Süleyman Mervezî'dir.'
Süleyman, İmran'a dönerek, 'Acaba Ebu'l-Hasan'ın bedâ hakkında dediklerini kabul ediyor musun?'
İmran: 'Evet, bedâ konusunda Ebu'l-Hasan'ın sözlerini kabul ediyorum. Kendim gibi görüş sahiplerine delil göstermem için bana delil getirildiğinde kabul ederim.'
Memun: 'Ey Ebu'l-Hasan! Bunların bahsettikleri konu hakkında ne diyorsun?'
İmam (a.s.): 'Ey Süleyman! Neden bedâyı inkâr ediyorsun? Oysa Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 'İnsan hiç düşünmez ki o hiçbir şey değilken daha önce biz yarattık onu.'
Yine buyuruyor ki: 'Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur."
Yine buyuruyor ki: ''Gökleri de eşsiz-örneksiz yaratan O'dur, yeryüzünü de.'
Yine buyuruyor ki: 'O, yaratışta neyi dilerse çoğaltır.' Yine buyuruyor ki: 'İnsanı da balçıktan yaratmaya koyulmuştur.'
Yine buyuruyor ki: 'Bir başka bölük de var ki işleri Allah'ın emrine kalmış, O bunları ya azaplandırır veya tevbelerini kabul eder.' Yine buyuruyor ki: 'Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.'
Süleyman: 'Acaba bu konuda babalarınızdan size rivayet ulaştı mı?'
İmam (a.s.): 'Evet, Ebu Abdullah'tan (İmam Sâdık) şöyle bir rivayet bana nakledilmiştir: Allah-u Teala'nın iki gizli ve saklı ilmi vardır. Kendisinden başka hiç kimse onu bilemez. İşte bedâ da bu ilimden kaynaklanır. Diğer ilim ise, melekler ve peygamberlere öğrettiği ilimdir. Peygamberimizin Ehl-i Beyt'inin âlimleri de o ilmi biliyorlardı.'
Süleyman: 'Bu meseleyi Allah'ın Kitabından açıklamanı istiyorum.'
İmam (a.s.): 'Allah-u Teala, Peygamberine şöyle buyurmuştur: 'Artık yüz çevir onlardan, bundan dolayı da Sen kınanmazsın.' Allah-u Teala önce onları helak etmek istedi, sonra bedâ hâsıl oldu ve şöyle buyurdu: Ve öğüt ver, gerçekten de öğüt, insanlara fayda verir.'
Süleyman: 'Size feda olayım, yine buyurun.'
İmam (a.s.): 'Babam, babalarından ve onlar da Allah Resulünden şöyle rivayet etmişlerdir: 'Allah-u Teala peygamberlerinden birine falan padişaha, falan zamanda ruhunu alacağımı bildir, diye vahyetti.
Peygamber de bu haberi padişaha bildirdi. Padişah bu haberi duyunca dua etmeye ve yakarmaya başladı, öyle ki, oturmuş olduğu tahttan düştü ve Allah'a şöyle arz etti: 'Allah'ım! Oğlumun büyüyüp işlerimi yapmasına kadar bana mühlet ver.'
Bunun üzerine Allah-u Teala peygamberine şöyle vahyetti: 'Padişaha git ve eceli¬ni ertelediğimi ve ömrünü on beş yıl uzattığımı bildir!' Peygamber cevaben: 'Ey Rabbim! Benim şimdiye kadar yalan söylemediğimi biliyorsun' dedi. Allah (c.c.) ona: 'Sen görevli bir kulsun, o halde bunu ona ilet, Allah yaptıklarından sorgulanmaz' diye vahyetti.'
Bu konuda Yahudilere benzediğini (onlar gibi düşündüğünü) zannediyorum.'
Süleyman: 'Bundan Allah'a sığınırım, Yahudiler ne diyor?'
İmam (a.s.): 'Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır dediler. Bundan amaçları ise şu idi: Allah, işini tamamlamış, artık hiçbir şey yaratmıyor.
Buna karşılık Allah-u Teala da şöyle buyurdu: 'Kendi elleri bağlanasılar! Söyledikleri söz yüzünden lânete uğrayasılar!' Bazılarının babam Mûsa bin Câfer'den (a.s.) bedâ hakkında soru sorduğunu işittim.
Babam şöyle buyurdu: Halk bedâyı ve Allah'ın, bir grubun işlerini karara bağlamak için geciktirmesini nasıl inkâr edebilir?' devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
Daha sonra şöyle dedi: 'Amcamın oğlu Ali bin Mûsa Rıza (a.s.) Hicaz'dan yanıma kadar gelmiştir ve o, kelam ilmini ve mütekellimleri sever. Bundan dolayı Terviye günü onunla münazara için yanımıza gelmende herhangi bir sakınca yoktur.'
Süleyman: 'Ey mü'minlerin emiri! Sizin meclisinizde ve Hâşimoğulları cemaati huzurunda onun gibi bir şahsiyetten soru sormak istemiyorum, çünkü, topluluk huzurunda benimle konuşurken ezik düşecektir (yenilecektir). Dolayısıyla onunla fazla tartışmam doğru olmaz!'
Memun: 'Ben, senin münazaradaki gücünü bildiğim için arkandan adam gönderdim. Benim amacım, sadece onun bir delilini çürütmendir.'
Süleyman: 'Anlaşıldı ey mü'minlerin emiri! Bizleri karşı karşıya getir ve kendin şahit ol!'
Memun, İmam Rıza'ya (a.s.) haber göndererek şöyle dedi: 'Merv (Horasan) ehlinden kelam ilminde Horasan'da üstüne olmayan bir kişi yanımıza gelmiştir. Eğer size zahmet olmazsa ve herhangi bir mâni yoksa yanımıza geliniz.'
İmam Rıza (a.s.) bu mesajı duyar duymaz abdest için kalktı ve bize, 'Siz benden önce gidiniz' buyurdular.
İmran-ı Sabbî de bizimle beraber idi, hareket ederek Memun'un kapısına vardık. Yâsir ve Hâlid elimden tutarak beni Memun'un yanına götürdüler. Selam verdiğim zaman Memun şöyle dedi: 'Kardeşim Ebu'l-Hasan nerededir? Allah onu korusun!'
Ben, 'Biz geldiğimizde elbisesini giymekle meşguldü ve bize önce gelmemizi emretti' dedim. Daha sonra şöyle dedim: 'Ey mü'minlerin emiri! Dostunuz İmran da benimle birliktedir. Kapının arkasında bekliyor.'
Memun: 'İmran kimdir?' diye sordu. 'Sizin vesilenizle Müslüman olan Sabbî'dir' dediğimde içeri girmesini emretti. İmran içeri girdi. Memun ona, 'Merhaba, hoş geldin!' dedikten sonra, 'Ey İmran! Ölmedin de sonunda Hâşimoğulları'ndan mı oldun?' dedi.
İmran: 'Hamd o Allah'a ki, beni sizin vesilenizle şereflendirdi ey mü'minlerin emiri' dedi.
Memun: 'Ey İmran! Bu Horasan mütekellimi Süleyman Mervezî'dir.'
İmran: 'Ey mü'minlerin emiri! Bu, münazara yönünden Horasan'da tek olduğunu zannediyor. Kendisi de bedâ inancını inkâr ediyor.'
Memun: 'Neden onunla münazara etmiyorsun?'
İmran: 'Bu, kendisine bağlıdır.'
O sırada İmam Rıza (a.s.) içeri girerek, 'Ne hakkında konuşuyorsunuz?' diye sordular.
İmran: 'Ey Allah Resulünün oğlu! Bu, Süleyman Mervezî'dir.'
Süleyman, İmran'a dönerek, 'Acaba Ebu'l-Hasan'ın bedâ hakkında dediklerini kabul ediyor musun?'
İmran: 'Evet, bedâ konusunda Ebu'l-Hasan'ın sözlerini kabul ediyorum. Kendim gibi görüş sahiplerine delil göstermem için bana delil getirildiğinde kabul ederim.'
Memun: 'Ey Ebu'l-Hasan! Bunların bahsettikleri konu hakkında ne diyorsun?'
İmam (a.s.): 'Ey Süleyman! Neden bedâyı inkâr ediyorsun? Oysa Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 'İnsan hiç düşünmez ki o hiçbir şey değilken daha önce biz yarattık onu.'
Yine buyuruyor ki: 'Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur."
Yine buyuruyor ki: ''Gökleri de eşsiz-örneksiz yaratan O'dur, yeryüzünü de.'
Yine buyuruyor ki: 'O, yaratışta neyi dilerse çoğaltır.' Yine buyuruyor ki: 'İnsanı da balçıktan yaratmaya koyulmuştur.'
Yine buyuruyor ki: 'Bir başka bölük de var ki işleri Allah'ın emrine kalmış, O bunları ya azaplandırır veya tevbelerini kabul eder.' Yine buyuruyor ki: 'Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.'
Süleyman: 'Acaba bu konuda babalarınızdan size rivayet ulaştı mı?'
İmam (a.s.): 'Evet, Ebu Abdullah'tan (İmam Sâdık) şöyle bir rivayet bana nakledilmiştir: Allah-u Teala'nın iki gizli ve saklı ilmi vardır. Kendisinden başka hiç kimse onu bilemez. İşte bedâ da bu ilimden kaynaklanır. Diğer ilim ise, melekler ve peygamberlere öğrettiği ilimdir. Peygamberimizin Ehl-i Beyt'inin âlimleri de o ilmi biliyorlardı.'
Süleyman: 'Bu meseleyi Allah'ın Kitabından açıklamanı istiyorum.'
İmam (a.s.): 'Allah-u Teala, Peygamberine şöyle buyurmuştur: 'Artık yüz çevir onlardan, bundan dolayı da Sen kınanmazsın.' Allah-u Teala önce onları helak etmek istedi, sonra bedâ hâsıl oldu ve şöyle buyurdu: Ve öğüt ver, gerçekten de öğüt, insanlara fayda verir.'
Süleyman: 'Size feda olayım, yine buyurun.'
İmam (a.s.): 'Babam, babalarından ve onlar da Allah Resulünden şöyle rivayet etmişlerdir: 'Allah-u Teala peygamberlerinden birine falan padişaha, falan zamanda ruhunu alacağımı bildir, diye vahyetti.
Peygamber de bu haberi padişaha bildirdi. Padişah bu haberi duyunca dua etmeye ve yakarmaya başladı, öyle ki, oturmuş olduğu tahttan düştü ve Allah'a şöyle arz etti: 'Allah'ım! Oğlumun büyüyüp işlerimi yapmasına kadar bana mühlet ver.'
Bunun üzerine Allah-u Teala peygamberine şöyle vahyetti: 'Padişaha git ve eceli¬ni ertelediğimi ve ömrünü on beş yıl uzattığımı bildir!' Peygamber cevaben: 'Ey Rabbim! Benim şimdiye kadar yalan söylemediğimi biliyorsun' dedi. Allah (c.c.) ona: 'Sen görevli bir kulsun, o halde bunu ona ilet, Allah yaptıklarından sorgulanmaz' diye vahyetti.'
Bu konuda Yahudilere benzediğini (onlar gibi düşündüğünü) zannediyorum.'
Süleyman: 'Bundan Allah'a sığınırım, Yahudiler ne diyor?'
İmam (a.s.): 'Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır dediler. Bundan amaçları ise şu idi: Allah, işini tamamlamış, artık hiçbir şey yaratmıyor.
Buna karşılık Allah-u Teala da şöyle buyurdu: 'Kendi elleri bağlanasılar! Söyledikleri söz yüzünden lânete uğrayasılar!' Bazılarının babam Mûsa bin Câfer'den (a.s.) bedâ hakkında soru sorduğunu işittim.
Babam şöyle buyurdu: Halk bedâyı ve Allah'ın, bir grubun işlerini karara bağlamak için geciktirmesini nasıl inkâr edebilir?' devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)