İmam Rıza’nın diğer din mensuplarıyla tevhit münazarası -9-
Ali bin Mûsa Rıza (a.s.) Memun’un yanına gittiğinde Memun, Fazl bin Sehde, din ve kelam âlimlerini bir araya toplamasını emretti. Böylece İmam (a.s.) ve onların sözlerini duymak istiyordu… Devam ediyoruz
19.03.2024 08:52:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İmran: 'Efendim, Allah'ın sizin vasıflandırdığınız gibi olduğuna şehadet ediyorum. Ama başka bir sorum kaldı.'
İmam (a.s.): 'Ne istersen sor!'
İmran: 'Hekim (Allah) nerededir? O'nu bir şey kuşatıyor mu? Bir yerden başka bir yere geçiyor mu veya başka bir şeye ihtiyacı var mı?'
İmam (a.s.): 'Ey İmran! Sorduğun şeyde iyice düşün, çünkü bu, halkın karşılaştığı en karışık meselelerden biridir. Aklı az ve ilmi olmayanlar bunu anlayamazlar ama insaflı akıllılar onu anlamaktan âciz kalmazlar.
Birinci nokta şu ki, eğer Allah-u Teala mahlukâtı onlara ihtiyacı olduğundan dolayı yaratmış olsaydı o zaman mahlukâtına ihtiyacı olduğundan dolayı onlara doğru hareket ediyor, dememiz câiz olurdu.
Ama Allah azze ve celle, hiçbir şeyi, ihtiyacı olduğu için yaratmamıştır. Her zaman sabittir, ne bir şeydedir, ne de bir şeyin üzerindedir.
Ama yaratıklar, bazısı bazısını (ayakta) tutuyor, bazısı bazısına giriyor, bazısı da bazısından çıkıyor.
Oysa Allah-u Teala, kendi kudretiyle bunların hepsini ayakta tutmaktadır, bir şeye girmez, bir şeyden çıkmaz, onları korumak O'nu yormaz, onları ayakta tutmaktan âciz olmaz. Allah resullerinden, sırrını bilenlerden ve şeriatını koruyanlardan başka mahlukâttan hiç kimse O'nun niteliğini anlayamazlar.
Allah'ın emri bir göz kırpmak veya ondan daha çabuk bir zamanda uygulanır. Bir şeyi istediğinde ona sadece ol der, o da Allah'ın irade ve isteğiyle oluverir. Mahlukâtından hiçbir şey O'na başka bir şeyden daha yakın olmadığı gibi, daha uzak da değildir. Ey İmran! Söylediklerimi anladın mı?'
İmran: 'Evet efendim, anladım ve tanıklık ediyorum ki şüphesiz Allah-u Teala, senin açıkladığın ve birliğini vasfettiğin gibidir, yine tanıklık ederim ki Muhammed (s.a.v.) O'nun hidayet ve hak dinle gönderilmiş olan kuludur.'
İmran daha sonra kıbleye dönerek secde etti ve Müslüman oldu."
Hasan bin Muhammed en-Nevfelî şöyle diyor: "Diğer konuşmacılar aşırı cedel ehli olan ve o âna kadar da hiç kimsenin üstünlük sağlayamadığı İmran-ı Sabbî'yi bu şekilde görünce içlerinden hiç kimse İmam'a (a.s.) yaklaşarak soru sorma cesaretini gösteremedi. Derken akşam oldu. Memun ve İmam Rıza (a.s.) kalkarak içeri gittiler ve halk da dağıldı.
Ben cemaatten birkaçıyla beraberken Muhammed bin Câfer beni çağırttı. Yanına gittiğimde şöyle dedi: 'Ey Nevfelî, dostunun ne yaptığını gördün mü?' Vallahi Ali bin Mûsa (İmam Rıza)'nın bu konulara musallat olduğunu zannetmiyordum. Biz onu Medine'de kelamdan bahseden veya kelamcıların onun etrafına toplanan biri olarak tanımıyorduk.
Ben şöyle cevap verdim: 'Hacılar onun yanına gelerek helal ve haramdan sorular sorarlar ve cevabını alırlardı. Bazen de hazretin yanına gelerek münazara eder ve tartışırlardı.'
Muhammed bin Câfer: 'Ey Ebu Muhammed! Ben o adamın (Memun'un) İmam'a hased ederek zehirleyeceğinden veya başına herhangi bir bela getireceğinden korkuyorum. Ona bu gibi şeyler-den sakınmasını söyle' dedi.
Ben ise: 'Sözümü kabul etmez, o adam İmam'ı imtihan etmek ve babalarının ilminden bir şeyler bilip bilmediğini öğrenmek istiyordu' dedim. Muhammed bin Câfer, İmam'a şunu söylememi istedi: 'Amcan bir takım şeylerden hoşlanmıyor ve bunlardan sakınmanızı istiyor.'
İmam Rıza'nın (a.s.) evine gittiğimde amcasının söylediklerini kendisine ilettim, gülümseyerek şöyle buyurdular: 'Allah, amcamı korusun, onlardan neden hoşlanmadıklarını çok iyi biliyorum.' İmam daha sonra hizmetçisine dönerek İmran-ı Sabbî'yi yanına çağırmasını emretti. 'Sana feda olayım' dedim.
'Ben onun şu anda nerede olduğunu biliyorum o kardeşlerimizden bazılarının yanındadır.' İmam (a.s.), 'Önemli değil, ona bir binek verin' buyurdular. Ben de İmran'ın yanına giderek onu İmam'ın yanına getirdim.
İmam (a.s.) ona hoş geldin dedikten sonra elbise istedi ve üzerine giydirdi. Bir binek hayvan ve hediye olarak da on bin dinar para verdi. Ben, 'Sana feda olayım, tıpkı ceddin Emire'l-Mü'minin gibi davrandın' dedim. İmam (a.s.), 'Böyle olmayı seviyorum' buyurdular.
Sonra, akşam yemeğinin getirilmesini emretti. Beni sağına, İmran'ı da soluna oturttu. Yemekten sonra İmran'a şöyle buyurdu: 'Evine dön ve sabahleyin erkenden bize gel ki, sana Medine yemeğinden verelim.'
Bu olaydan sonra, çeşitli gruplardan kelam âlimleri İmran'ın etrafına toplanıyor, o da onların soru ve delillerini iptal ediyordu. Sonuç olarak ondan uzaklaştılar. Memun ona onbin dirhem hediye etti, Fazl da mal ve binek bağışladı.
Daha sonra İmam Rıza (a.s.) onu Belha sadakalarının görevlisi yaptı. Böylece büyük menfaatlere ulaştı." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)
İmam (a.s.): 'Ne istersen sor!'
İmran: 'Hekim (Allah) nerededir? O'nu bir şey kuşatıyor mu? Bir yerden başka bir yere geçiyor mu veya başka bir şeye ihtiyacı var mı?'
İmam (a.s.): 'Ey İmran! Sorduğun şeyde iyice düşün, çünkü bu, halkın karşılaştığı en karışık meselelerden biridir. Aklı az ve ilmi olmayanlar bunu anlayamazlar ama insaflı akıllılar onu anlamaktan âciz kalmazlar.
Birinci nokta şu ki, eğer Allah-u Teala mahlukâtı onlara ihtiyacı olduğundan dolayı yaratmış olsaydı o zaman mahlukâtına ihtiyacı olduğundan dolayı onlara doğru hareket ediyor, dememiz câiz olurdu.
Ama Allah azze ve celle, hiçbir şeyi, ihtiyacı olduğu için yaratmamıştır. Her zaman sabittir, ne bir şeydedir, ne de bir şeyin üzerindedir.
Ama yaratıklar, bazısı bazısını (ayakta) tutuyor, bazısı bazısına giriyor, bazısı da bazısından çıkıyor.
Oysa Allah-u Teala, kendi kudretiyle bunların hepsini ayakta tutmaktadır, bir şeye girmez, bir şeyden çıkmaz, onları korumak O'nu yormaz, onları ayakta tutmaktan âciz olmaz. Allah resullerinden, sırrını bilenlerden ve şeriatını koruyanlardan başka mahlukâttan hiç kimse O'nun niteliğini anlayamazlar.
Allah'ın emri bir göz kırpmak veya ondan daha çabuk bir zamanda uygulanır. Bir şeyi istediğinde ona sadece ol der, o da Allah'ın irade ve isteğiyle oluverir. Mahlukâtından hiçbir şey O'na başka bir şeyden daha yakın olmadığı gibi, daha uzak da değildir. Ey İmran! Söylediklerimi anladın mı?'
İmran: 'Evet efendim, anladım ve tanıklık ediyorum ki şüphesiz Allah-u Teala, senin açıkladığın ve birliğini vasfettiğin gibidir, yine tanıklık ederim ki Muhammed (s.a.v.) O'nun hidayet ve hak dinle gönderilmiş olan kuludur.'
İmran daha sonra kıbleye dönerek secde etti ve Müslüman oldu."
Hasan bin Muhammed en-Nevfelî şöyle diyor: "Diğer konuşmacılar aşırı cedel ehli olan ve o âna kadar da hiç kimsenin üstünlük sağlayamadığı İmran-ı Sabbî'yi bu şekilde görünce içlerinden hiç kimse İmam'a (a.s.) yaklaşarak soru sorma cesaretini gösteremedi. Derken akşam oldu. Memun ve İmam Rıza (a.s.) kalkarak içeri gittiler ve halk da dağıldı.
Ben cemaatten birkaçıyla beraberken Muhammed bin Câfer beni çağırttı. Yanına gittiğimde şöyle dedi: 'Ey Nevfelî, dostunun ne yaptığını gördün mü?' Vallahi Ali bin Mûsa (İmam Rıza)'nın bu konulara musallat olduğunu zannetmiyordum. Biz onu Medine'de kelamdan bahseden veya kelamcıların onun etrafına toplanan biri olarak tanımıyorduk.
Ben şöyle cevap verdim: 'Hacılar onun yanına gelerek helal ve haramdan sorular sorarlar ve cevabını alırlardı. Bazen de hazretin yanına gelerek münazara eder ve tartışırlardı.'
Muhammed bin Câfer: 'Ey Ebu Muhammed! Ben o adamın (Memun'un) İmam'a hased ederek zehirleyeceğinden veya başına herhangi bir bela getireceğinden korkuyorum. Ona bu gibi şeyler-den sakınmasını söyle' dedi.
Ben ise: 'Sözümü kabul etmez, o adam İmam'ı imtihan etmek ve babalarının ilminden bir şeyler bilip bilmediğini öğrenmek istiyordu' dedim. Muhammed bin Câfer, İmam'a şunu söylememi istedi: 'Amcan bir takım şeylerden hoşlanmıyor ve bunlardan sakınmanızı istiyor.'
İmam Rıza'nın (a.s.) evine gittiğimde amcasının söylediklerini kendisine ilettim, gülümseyerek şöyle buyurdular: 'Allah, amcamı korusun, onlardan neden hoşlanmadıklarını çok iyi biliyorum.' İmam daha sonra hizmetçisine dönerek İmran-ı Sabbî'yi yanına çağırmasını emretti. 'Sana feda olayım' dedim.
'Ben onun şu anda nerede olduğunu biliyorum o kardeşlerimizden bazılarının yanındadır.' İmam (a.s.), 'Önemli değil, ona bir binek verin' buyurdular. Ben de İmran'ın yanına giderek onu İmam'ın yanına getirdim.
İmam (a.s.) ona hoş geldin dedikten sonra elbise istedi ve üzerine giydirdi. Bir binek hayvan ve hediye olarak da on bin dinar para verdi. Ben, 'Sana feda olayım, tıpkı ceddin Emire'l-Mü'minin gibi davrandın' dedim. İmam (a.s.), 'Böyle olmayı seviyorum' buyurdular.
Sonra, akşam yemeğinin getirilmesini emretti. Beni sağına, İmran'ı da soluna oturttu. Yemekten sonra İmran'a şöyle buyurdu: 'Evine dön ve sabahleyin erkenden bize gel ki, sana Medine yemeğinden verelim.'
Bu olaydan sonra, çeşitli gruplardan kelam âlimleri İmran'ın etrafına toplanıyor, o da onların soru ve delillerini iptal ediyordu. Sonuç olarak ondan uzaklaştılar. Memun ona onbin dirhem hediye etti, Fazl da mal ve binek bağışladı.
Daha sonra İmam Rıza (a.s.) onu Belha sadakalarının görevlisi yaptı. Böylece büyük menfaatlere ulaştı." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali Rıza eserinden)