İmam Cevad’ın ahlâkından örnekler
Haber Merkezi
İmametine inanan taraftar toplumu da ona şer'i haklarını takdim ederdi. Bunun yanında Kum'da ve başka yerlerde vakıflar da vardı. Ama bunlardan hiçbirini şahsî harcamalarında kullanmazdı. Fakirlere, muhtaçlara ve yoksullara dağıtırdı.
Hasan el-Mekkarî onu Bağdat'ta görmüştü. Resmî görevliler ve halk tarafından bir saygı ve ikram hâlesiyle çevrilmişti. Bu yüzden İmam'ın (a.s.) vatanı Yesrib'e (Medine) dönmeyeceğini, bilakis bu nimet ve konfordan yararlanmak için Bağdat'ta kalacağını sanmıştı.
İmam (a.s.), onun aklından geçenleri anlamış ve ona dönerek şöyle demişti:
"Ey Hasan! Dedem Resûlullah'ın (s.a.a.) hareminde arpa ekmeği ve kaya tuzu yemek, benim için şu gördüğün bol nimetlerden ve konforlu hayattan daha sevimlidir."
CÖMERTLİĞİ
İmam Ebû Ca'fer (a.s.) insanların en eli açığı, en cömerdiydi. İkramının, iyiliğinin ve insanlara ihsanının çokluğundan dolayı «el- Cevad» olarak isimlendirilmişti.
Ahmed b. Hadid, arkadaşlarıyla birlikte hac maksadıyla yola çıkar. Bir grup hırsızın saldırısına uğrarlar. Yanlarındaki bütün eşyayı ve parayı alırlar.
Medine'ye geldiklerinde Ahmed, İmam Muhammed el-Cevad'ın (a.s.) yanına gider ve başlarına gelen olayı ona anlatır.
İmam (a.s.) adamlarına ona bir elbise verilmesini ve arkadaşlarına dağıtmak üzere bir miktar da para verilmesini emreder. Verdiği para, tam da hırsızların kendilerinden aldıkları para kadardı.
Muhammed b. Velid el-Kirmanî şöyle rivâyet eder: "İmam Ebû Ca'fer el-Cevad'ın (a.s.) önünde yemek yedim. Ben yemeği bitirip de sofra kaldırıldığında, hizmetçi, yemekten arta kalanları ve dökülenleri toplamak için harekete geçti. İmam (a.s.) ona şöyle dedi: Çöle dökülen yiyeceği yerinde bırak, bir koyunun budu dahi olsa; eve dökülenleri ise arayıp topla."
İmam (a.s.), çöle dökülen yiyecekleri kaldırmamasını emretmişti, yiyecek bulamayan kuşlar ve diğer hayvanlar yesin diye.
İNSANLARA İHSANDA BULUNMASI
Best ve Sicistan ahalisinden Benî Hanife kabilesine mensup Ahmed b. Zekeriya es-Saydalanî şöyle rivâyet eder:
"el-Mu'tasım'ın hilâfetinin ilk dönemlerinde Ebû Ca'fer'le (a.s.) birlikte hacca gittim. Bir arada sofrada oturmuşken ona dedim ki: 'Sana fedâ olayım, bizim valimiz siz Ehl-i Beyt'in velâyetini kabul ediyor, sizi seviyor.
Onun divanından bana kesilen bir haraç vardır. Allah beni sana fedâ etsin, eğer uygun görürsen, bana ihsanda bulunması için ona bir mektup yazar mısın?'
'Onu tanımıyorum' dedi. Dedim ki: 'Sana fedâ olayım, söylediğim gibi, o, siz Ehl-i Beyt'i sevenlerden biridir. Sizin yazacağınız bir mektup bana büyük fayda sağlayacaktır.'
İmam (a.s.), talebini kabul etti ve besmeleden sonra şöyle yazdı: 'Benim şu mektubumu ulaştıran zât, senin güzel bir yol (mezhep) tutturduğundan söz etti. Senin için faydalı olacak iş, ihsanı esas aldığın iştir. O hâlde, kardeşlerine ihsanda bulun. Bil ki yüce Allah, zerre ve hardal ağırlığında şeyler için dahi seni hesaba çekecektir.'
Sicistan'a varınca, Vali Hüseyin b. Abdullah en-Nişaburî, İmam'ın kendisine bir mektup gönderdiğini öğrendi. Mektubu iki fersahlık yoldan karşıladı. Mektubu aldı, öptü ve bunu kendisi için bir şeref kabul etti.
Mektubu getiren adama ne ihtiyacının olduğunu sordu, o da meselesini anlattı. Bunun üzerine şöyle dedi: "Bu görev benim olduğu sürece senden vergi alınmayacaktır." Sonra ailesini sordu.
Adam, çocuklarının sayısını söyledi. Vali, onlara yardım edilmesini emretti. Vali hayatta olduğu sürece adam haraç ödemedi. Ayrıca vali onunla münasebetini de kesmedi.
İNSANLARIN DERTLERİNE ORTAK OLMASI
İmam (a.s.), zorluk ve sıkıntılarda insanların dertlerine, üzüntülerine ortak olurdu. Anlatıldığına göre, bir gün şehrin valisi, İbrahim b. Muhammed el-Hemedanî'ye bir haksızlık yapmıştı. Adam, İmam Cevad'a (a.s.) başına gelenleri anlatan bir mektup gönderdi. İmam çok üzüldü ve adama cevaben yazdığı mektupta şunları söyledi:
"Sana zulmedene karşı Allah, bir ân önce sana yardım etsin. Onun rızkından seni ihtiyaçsız kılsın. İnşaallah, Allah'ın bu dünyada da, ahirette de gelecek yardımıyla sevin. Allah'a çokça hamd et."
İnsanların dertleriyle ilgilenmesinin bir göstergesi de felakete uğrayan, sevdiklerim yitirdikleri için büyük acılar yaşayan kimselere taziyelerini sunmasıydı. Oğlunu yitirdiği için büyük acı duyan bir adama taziye maksadıyla bir mektup yazmış ve besmeleden sonra şöyle buyurmuştu:
"Oğlun Ali'den dolayı yaşadığın musibeti anlatmışsın. Onu bütün oğullarından daha çok sevdiğini belirtmişsin. Yüce Allah, aileleri için en değerli olan evlât ve malları alır ki, musibete uğra-yanların ecirleri büyük olsun. Allah senin de ecrini büyütsün.
Matemini güzelliğe dönüştürsün. Kalbini sağlamlaştırsın. O'nun her şeye gücü yeter. Allah, en kısa zamanda onun yerine sana hayırlı bir evlât versin. Allah dilerse, Allah'ın sana bu lutfu bahşedeceğini umuyorum."
Bu duyarlı mektup, İmam'ın (a.s.) insanlara karşı beslediği şef-kati, zorlukta ve rahatlıkta onların dertleriyle ilgilenmesinin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Yine insanların dertleriyle ilgilenmesinin bir diğer örneği de şudur:
Sevenlerinden bir adam ona bir mektup yazarak çocuğunu yitirmesinden dolayı duyduğu üzüntüyü, çektiği acıyı anlatmış, İmam (a.s.) da ona başsağlığı dileklerini içeren şu mektubu göndermişti:
"Bildiğin gibi Yüce Allah, mü'minin malından ve evlâdından en gözde olanlarını alır ki, onu bundan dolayı ödüllendirsin."
İmam, zorlukta da, rahatlıkta da insanların duygularına ortak olur, başlarına gelen musibetlere ve çektikleri sıkıntılara çare bulmaya çalışırdı. Fakirlere ve zayıflara yardım elini uzatırdı.
O, bu iyilik ve insanıyla kalpleri kazanmış, insanların duygularına hâkim olmuştu. İnsanlar da ihlâs ve sevginin en üst düzeyiyle ona karşı alabildiğine ihlâslı olmuş ve en derin duygularla onu sevmişlerdi.
İmam Cevad (a.s.) yeryüzünde erdem ve kemâlin en parlak örneğiydi. İnsanlar, ilim, takva ve vakarda, dine sıkı sıkıya bağlılıkta onun gibisini görmemişlerdi. O, bir benzeri olmayan tek bir numuneydi. İmamlığının da sırrı olan fazilet ve güzelliklerde eşi manendi yoktu.
İslamî çevreler, İmam Muhammed Takî'nin (a.s.) sahip olduğu yetenekleri, sınırlanamayan ilmî melekelerini gördükçe hayretlerini gizleyemiyorlardı.
Bu da taraftarlarının imanını ve yakînini arttırıyor; mezheplerinin doğruluğuna ve «bir İmam zamanının en âlimi, en faziletlisi ve en muttakîsi olmalıdır» şeklindeki inançlarının daha da derinleşmesini sağlıyordu." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)