"Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasıyla kaimdir" diyor Mustafa Kemal, 1921 senesinde?
Atatürk konusundaki araştırmalarımız sırasında onun yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bina ettiği bağımsızlık ve hürriyet fikrinde kimlerden etkilendiği ile ilgili farklı eserlerden bölümleri okuduk.
Hemen hemen hepsi birbirinden alıntı ifadelerde, irade-i milliye bilincinin özellikle Fransız ihtilalindeki ruha, Marat'a, Saint-Juste'a veya Jean-Jacques Rousseau'ya uzandığı yazmaktadır.
Hatta Lord Kinross gibi yabancı bazı yazarlar, "Fransız İhtilali'nden etkilenen görüşlerinin hayata geçmesinde önündeki tek set olarak İslam dinini görüyordu" gibi saçmalıkları kaleme alma noktasına kadar işi götürmüşlerdir.
Mustafa Kemal, büyük bir devrim yapmıştır. Bu doğrudur. Ancak saltanatı kaldırıp, egemenliği, yetkiyi millete devreden büyük adımları hürriyet aşığı yazarlardan kopya değildir.
Hele hele İslam dinini hürriyet önünde engel görmesi ise tamamen Batı mantığının İslam dinini küçük düşürme çabasının hezeyanlarıdır.
Her insan fıtrat gereği hürriyet sevdalısıdır zaten ve her insan soyundan gelen, gördüğü ve yetiştiği değerlere göre yaşar.
On senedir Atatürk'ün soyunun Ehl-i Beyt olduğunu yazıyoruz, konuşuyoruz.
Mustafa Kemal'in özgürlük ve hürriyet sevdası da ceddinden gelmektedir. Onun hürriyet fikrine bir zemin aranıyorsa bu Hz. Peygamber'den, İmam Ali'den, Hz. Fatıma'dan, İmam Hüseyin'den, İmam Rıza'dan örneklendirilmelidir.
Hz. Fatıma, "sevmediği sahabeler cenazesine gelmesin, kabrini bilmesin" diye gece defnedilmiştir.
Bu sebeple kabrinin yeri dahi halen tartışma konusudur.
Malum, İmam Hüseyin, hakkını gasp eden Yezid'e karşı baş kaldırmış, İslam tarihindeki halifeye karşı ilk silahlı isyanı gerçekleştirmiş ve yanlışı düzeltmek adına kanını bu uğurda feda etmiştir.
Ehl-i Beyt imamlarının hemen hepsi bağımsızlık ve inandıkları doğrular uğruna verdikleri mücadelede şehit edilmişlerdir.
Atatürk de ceddi gibi doğruları uğruna baş kaldırmıştır.
Devrimlerinde İslam'ı engel görmesi konusu ise tamamen yalandır.
Zira Atatürk'ün, padişah ve saltanatta olan yetkileri kendinde toplamak yerine millet egemenliğine devretmesi dahi gördüğü İslam terbiyesi ile alakalıdır.
İslam inancında kul, Allah'a karşı mesuldür. Kulluğun gereği aldığı nefesten verdiği nefese kadar yaptıklarının hesabını vereceği inancıyla yaşar.
Yine kişi sahip olduklarından mesul olacaktır. Yani eli olmayan bir kişiye eliyle yapabileceği hırsızlık için bir sual olmayacaktır.
Cenab-ı Hakk'ın sünnetullahı gereği her insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Herkes Allah'a karşı aynı mesuliyetlere sahiptir. İşte egemenliğin tek kişiden alınıp, milletin tamamına devredilmesi de, devlet idaresinden doğacak mesuliyetin herkese yayılması olarak okunmalıdır.
Batı'yı hiçbir zaman örnek almayıp, her zaman muasır medeniyetlerin üstünü hedef gösteren Mustafa Kemal'i, Rousseau gibi batılı bir düşünürün öğrencisi olarak göstermek onun şahsına yapılacak en büyük hakarettir bizce.
Bunları yazarken bir hakikati ortaya koyuyoruz. Yoksa Batılı yazarları tekfir diye bir düşüncemiz asla bulunmamaktadır. Kaldı ki Rousseau, Voltaire gibi yazarlar İspanya'nın İslam medeniyetinden de istifade ederlerdi.
Bilindiği gibi karanlık çağ Avrupa'nın Hıristiyan dünyası içindir.
Maalesef bu karanlık zihniyet, büyük İslam medeniyetini her zaman küçük düşürmeye çalışan zırvalarla doludur.
Atatürk'ün hürriyet ve bağımsızlık fikrine yamanmaya çalışılan Batı etkisi de bunun eseridir.
Atatürk'e ait bir mesele değildir.
Atatürk konusundaki araştırmalarımız sırasında onun yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bina ettiği bağımsızlık ve hürriyet fikrinde kimlerden etkilendiği ile ilgili farklı eserlerden bölümleri okuduk.
Hemen hemen hepsi birbirinden alıntı ifadelerde, irade-i milliye bilincinin özellikle Fransız ihtilalindeki ruha, Marat'a, Saint-Juste'a veya Jean-Jacques Rousseau'ya uzandığı yazmaktadır.
Hatta Lord Kinross gibi yabancı bazı yazarlar, "Fransız İhtilali'nden etkilenen görüşlerinin hayata geçmesinde önündeki tek set olarak İslam dinini görüyordu" gibi saçmalıkları kaleme alma noktasına kadar işi götürmüşlerdir.
Mustafa Kemal, büyük bir devrim yapmıştır. Bu doğrudur. Ancak saltanatı kaldırıp, egemenliği, yetkiyi millete devreden büyük adımları hürriyet aşığı yazarlardan kopya değildir.
Hele hele İslam dinini hürriyet önünde engel görmesi ise tamamen Batı mantığının İslam dinini küçük düşürme çabasının hezeyanlarıdır.
Her insan fıtrat gereği hürriyet sevdalısıdır zaten ve her insan soyundan gelen, gördüğü ve yetiştiği değerlere göre yaşar.
On senedir Atatürk'ün soyunun Ehl-i Beyt olduğunu yazıyoruz, konuşuyoruz.
Mustafa Kemal'in özgürlük ve hürriyet sevdası da ceddinden gelmektedir. Onun hürriyet fikrine bir zemin aranıyorsa bu Hz. Peygamber'den, İmam Ali'den, Hz. Fatıma'dan, İmam Hüseyin'den, İmam Rıza'dan örneklendirilmelidir.
Hz. Fatıma, "sevmediği sahabeler cenazesine gelmesin, kabrini bilmesin" diye gece defnedilmiştir.
Bu sebeple kabrinin yeri dahi halen tartışma konusudur.
Malum, İmam Hüseyin, hakkını gasp eden Yezid'e karşı baş kaldırmış, İslam tarihindeki halifeye karşı ilk silahlı isyanı gerçekleştirmiş ve yanlışı düzeltmek adına kanını bu uğurda feda etmiştir.
Ehl-i Beyt imamlarının hemen hepsi bağımsızlık ve inandıkları doğrular uğruna verdikleri mücadelede şehit edilmişlerdir.
Atatürk de ceddi gibi doğruları uğruna baş kaldırmıştır.
Devrimlerinde İslam'ı engel görmesi konusu ise tamamen yalandır.
Zira Atatürk'ün, padişah ve saltanatta olan yetkileri kendinde toplamak yerine millet egemenliğine devretmesi dahi gördüğü İslam terbiyesi ile alakalıdır.
İslam inancında kul, Allah'a karşı mesuldür. Kulluğun gereği aldığı nefesten verdiği nefese kadar yaptıklarının hesabını vereceği inancıyla yaşar.
Yine kişi sahip olduklarından mesul olacaktır. Yani eli olmayan bir kişiye eliyle yapabileceği hırsızlık için bir sual olmayacaktır.
Cenab-ı Hakk'ın sünnetullahı gereği her insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Herkes Allah'a karşı aynı mesuliyetlere sahiptir. İşte egemenliğin tek kişiden alınıp, milletin tamamına devredilmesi de, devlet idaresinden doğacak mesuliyetin herkese yayılması olarak okunmalıdır.
Batı'yı hiçbir zaman örnek almayıp, her zaman muasır medeniyetlerin üstünü hedef gösteren Mustafa Kemal'i, Rousseau gibi batılı bir düşünürün öğrencisi olarak göstermek onun şahsına yapılacak en büyük hakarettir bizce.
Bunları yazarken bir hakikati ortaya koyuyoruz. Yoksa Batılı yazarları tekfir diye bir düşüncemiz asla bulunmamaktadır. Kaldı ki Rousseau, Voltaire gibi yazarlar İspanya'nın İslam medeniyetinden de istifade ederlerdi.
Bilindiği gibi karanlık çağ Avrupa'nın Hıristiyan dünyası içindir.
Maalesef bu karanlık zihniyet, büyük İslam medeniyetini her zaman küçük düşürmeye çalışan zırvalarla doludur.
Atatürk'ün hürriyet ve bağımsızlık fikrine yamanmaya çalışılan Batı etkisi de bunun eseridir.
Atatürk'e ait bir mesele değildir.
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- Birlikten vazgeçmeyin / 25.11.2024
- Sadece temennilerle hatırlanan öğretmenler / 24.11.2024
- Eğitim başkadır öğretim başka / 23.11.2024
- İmam Ali'nin devlet adamlarına nasihatleri / 22.11.2024
- Hz. Peygamber'in davet mektupları / 21.11.2024
- İslam tarihinde ilk fitne / 20.11.2024
- Önce insan denmedikçe... / 19.11.2024
- İnsan hakları konusu / 18.11.2024
- Unutulan kadın / 17.11.2024
- Dünya MEM diyor ya Türkiye? / 16.11.2024
- Sadece temennilerle hatırlanan öğretmenler / 24.11.2024
- Eğitim başkadır öğretim başka / 23.11.2024
- İmam Ali'nin devlet adamlarına nasihatleri / 22.11.2024
- Hz. Peygamber'in davet mektupları / 21.11.2024
- İslam tarihinde ilk fitne / 20.11.2024
- Önce insan denmedikçe... / 19.11.2024
- İnsan hakları konusu / 18.11.2024
- Unutulan kadın / 17.11.2024
- Dünya MEM diyor ya Türkiye? / 16.11.2024